Aramak

Kalp İlmi

Hadis-i şerifte açıklandığı üzere manevi kalp insanın merkezidir. O ne haldeyse insan o halle vasıflanır. İyi ya da kötü, güzel ya da çirkin. İnsan daima kendisine arka çıkan bir varlık olduğu için genellikle kalbinin halini bilmez; iyi, güzel, doğru ve temiz zanneder. Ancak kalp ilmini bilen mürşidlerin onu intibaha getirmesiyle durumunu anlar.

Kitaplarıyla hâlâ irşadı devam eden İmam Gazâlî rahmetullahi aleyhin bu hususta yazdıklarının kendi kalbimizle yüzleşmeye vesile olmasını umuyor, İhyâ’dan uyarlayarak sunuyoruz.  

İlmihaller, fıkıh kitapları “muamele ilmi” dediğimiz azaların amellerini konu edinir. Namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetlerle haram ve helâl işler, alışveriş, ortaklık, miras meseleleri gibi işlemler muamele ilmi kapsamına girer. 

Kalbin halleri ise ancak söze veya davranışa dönüştüğünde gözlemlenebilen, bazen kişinin kendisinin de farkında olmadığı hallerdir. Kişinin nasıl biri olduğunu belirleyen, iyi ve kötü işlerin kaynağı kalp olduğu için onun ne durumda olduğunu bilmek şarttır ve buna kalp ilmi denilir. Tasavvuf da en genel tanımıyla kalp ilmidir. 

Kalbin durumu iyi ve kötü haller olarak iki kısma ayrılır. 

Kalbin Kur’an-ı Kerim’de ve Sünnet-i Seniyye’de övülen güzel vasıflarından bazıları şunlardır: 

• Sabır,
• Şükür,
• Allah korkusu (havf),
• Allah’ın rahmetinden ümitvar olmak (recâ),
• Rıza,
• Zühd,
• Takva,
• Kanaat,
• Cömertlik,
• İhsan,
• Güzel zan,
• Güzel ahlâk,
• Güzel geçim,
• Sıdk (samimiyet ve doğruluk),
• İhlâs. 

Bütün bu hallerin hakikatini, tariflerini, elde ediliş yollarını ve alametlerini bilmek hem kalp hem âhiret ilmindendir. 

Kalbin kötü vasıflarından bazıları şunlardır: 

• Fakirlik korkusu,
• Takdire kızma,
• Hainlik,
• Kin,
• Haset,
• Hilekârlık,
• Yücelik arzusu,
• Övülme isteği,
• Uzun yaşama tutkusu,
• Kibir,
• Gösteriş,
• Gazap,
• Gurur,
• Düşmanlık,
• Öfke,
• Tamah,
• Cimrilik,
• Hırs,
• Kendini övme,
• Nankörlük,
• Zenginleri yüceltme fakirleri hor görme,
• Malı ve nesebiyle övünme,
• Büyüklenme,
• Nefsanî şeylerde yarış,
• Sahip olduğu şeylerle övünme,
• Hak ve hakikati küçümseme,
• Kendisine fayda vermeyen boş işlere dalma,
• Çok konuşma,
• Boş iddia,
• İnsanlar için süslenme,
• Yağcılık,
• Kendini beğenme,
• Kendi kusurlarını bırakıp insanların kusurlarıyla meşgul olma,
• Kalbinde hüzün bulunmayışı,
• Kalpten haşyetin (Allah korkusunun) çıkması,
• Bir zillete düşünce nefsine arka çıkma,
• Hakkı savunmada zayıflık gösterme (gevşeklik ve korkaklık),
• İçinden düşman iken dıştan dost gibi gözükme,
• Verilen nimetlerin çekilip alınması konusunda Allah Teâlâ’nın imtihan tuzağından emin olma,
• Yaptığı ibadet ve taatlere güvenme,
• Tuzak kurma,
• İkiyüzlü davranma,
• Uzun emel,
• Katı ve kaba olma,
• Dünya malı ile sevinme,
• Dünya malının yokluğuna üzülme,
• Yaratılmış varlıkları sevip ayrılığına üzülme,
• Sertlik,
• Hafifmeşreplik,
• Acelecilik,
• Hayâsızlık,
• Merhametsizlik. 

Kalbin bu kötü huyları çirkin işlerin kaynağıdır, haram kılınan amellerin oluşmasına sebep olur. Onların zıddı olan güzel ahlâk ise taatlerin ve Allah’a yakınlık sebebi olan sâlih amellerin kaynağıdır. Bu kötü huyların tariflerini, hakikatlerini, sebeplerini, sonuçlarını ve ilaçlarını bilmek de hem kalp hem âhiret ilmidir. Âhiret âlimlerine göre bu ilim her Müslümana farzdır. 

İlimlerin ilmi

Hak ve hakikate dair bilginin kişinin kalbine doğrudan lütfedilmesi anlamındaki mükâşefe ilmi ise diğer bütün ilimlerin gayesidir. Bu ilme “bâtın ilmi” de denir.

Âriflerden biri demiştir ki: “Kimin bu ilimden bir nasibi yoksa onun kötü akıbetle ölmesinden korkarım. Bâtın ilminden en küçük pay ise onu tasdik edip ehline havale etmektir.”

Bir diğeri de şöyle demiştir: “Kimde iki şey varsa ona bu ilimden hiçbir şey açılmaz. Onlar bidat ve kibirdir.”

Şöyle denilmiştir: “Kim dünyayı sever yahut sürekli nefsinin istek ve yönlendirmelerine uyarsa bâtın ilmini elde edemez. Hâlbuki bu kimse bu haliyle diğer ilimleri elde edebilir. Bâtın ilmini inkâr edenin en küçük cezası ondan hiçbir şey tatmamasıdır.” 

Mükâşefe ilmi sıddıkların ve mukarrebûnun yani Allah katında özel yakınlık elde etmiş âriflerin ilmidir. Kalp kötü vasıflardan arınıp temizlendiğinde onda ortaya çıkan bir nurdan ibarettir. Bu nurla pek çok işin hakikati açılır. 

Kalbe inen nurla mükâşefe ilmi elde edilince bütün işlerin hakikati görünür, gerçek ortaya çıkar. Artık o kimse Allah Teâlâ’nın zâtı, sıfatları, fiilleri hakkında anlayış sahibi olur. O’nun dünyayı ve âhireti yaratmasındaki hikmetini, dünyayı âhiretin tarlası ve ona hazırlanma yeri yapmasındaki sırrını anlar. Peygamberliğin, vahyin, şeytanların ve meleklerin ne demek olduğunu bilir. Şeytanın insana ne şekilde düşmanlık ettiğini, meleğin peygambere nasıl göründüğünü, peygamberlere vahyin nasıl ulaştığını yakînen bilir. 

Göklerin ve yerin melekûtunu (gizli hakikatlerini) bilir. Kalbi tanır; meleklerin ve şeytanların kalpte nasıl savaştıklarını idrak eder. Meleğin ilhamı ile şeytanın vesvesesi arasındaki farkı bilir. Âhireti, cenneti, cehennemi, kabir azabını, sıratı, mizanı, hesabı yakînen tanır. 

Allah Teâlâ’nın; “Ona, ‘Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak nefsin yeter’ denir” (İsrâ 14) ayetinin manasını anlar. Ayrıca Allah Teâlâ’nın; “Âhiret yurduna gelince; gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” (Ankebût 64) ayetinin manasını idrak eder. 

Allah Teâlâ’ya kavuşmanın, O’nun sonsuz şeref kaynağı cemâline bakmanın, Allah’a yaklaşmanın, O’nun yakınlığına ermenin manasını anlar. Ayrıca melekler ve peygamberler ile arkadaş olarak mesut olmanın manasını kavrar. Cennet ehlinin derecelerinin birbirinden farkını, bizden birinin göğün ortasında parlak yıldızı gördüğü gibi onların da birbirini böyle görmelerini anlar. 

Biz, mükâşefe ilmiyle kalpten perdenin kalkıp bütün bu işlerin hakikatinin hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde gözle görmüşçesine ortaya çıkmasını kastediyoruz. Eğer kalp aynası dünya kirleriyle kirlenip tamamen kapanmasa, insanın özünde bunun gerçekleşmesi mümkündür. 

Âhiret ve kalp ilmiyle kalp aynasının bu kirlerden nasıl temizleneceğinin bilinmesini kastediyoruz. Bu kirler kalbi Allah Teâlâ’dan, O’nun sıfat ve fiillerini tanımaktan perdeleyen şeylerdir. Kalbin arınıp temizlenmesi ancak nefsin istek ve yönlendirmelerinden uzaklaşarak ve bütün hallerinde peygamberlere uyarak gerçekleşir. 

Kalp temizlendikçe, Hakk’a yöneldikçe içinde hakikatler parlar. Bu da ancak riyazet, ilim ve öğrenme ile gerçekleşir. Bu ilimler kitaplarda yazılmaz. Allah Teâlâ’nın bu ilimden lütfettiği kimseler onu ancak ehline anlatırlar. Bu gizli ilim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin şu hadisiyle murad ettiği ilimdir: 

“Öyle gizli ilimler vardır ki onları ancak Allah’ı tanıyan âlimler bilir. Onlar bu ilimden bahsettiklerinde ona ancak Allah Teâlâ ile aldanan (halini beğenen gafil) kimseler cahilce yaklaşır (ve inkâr eder). (Deylemî, Firdevsü’l-Ahbâr, nr. 799; Münzirî, et-Terğîb, nr. 141, Ali Muttakî, Kenzü’l-Ummâl, nr. 28942)

“Allah’ın kendi katından bir ilim verdiği kimseyi küçümsemeyin. Çünkü Allah ilim verirken onu küçük görmedi.” (Hadisin tamamı ve değerlendirmesi için Zebidî, İthâfü’s-Sâde, 1/260)

Daha önceki dönemlerde zâhir âlimlerinden takva sahibi zâtlar, bâtın ilmine sahip âlimlerin ve kalp ehlinin üstünlüğünü itiraf ederlerdi. İmam Şâfiî rahmetullahi aleyh velîlerden Şeybân-ı Râî rahmetullahi aleyhin önünde mektepteki bir çocuk gibi diz çöker, bazı mühim ve müşkül işleri nasıl yapacağını sorardı. Kendisine;

– Senin gibi âlim bir zât böyle köyde yaşayan bir kimseye soru sorar mı, denildiğinde buyurdu ki: 

– O, bizim gafil kaldığımız bir işte (marifetullahta) muvaffak kılınmış biridir. 

İmam Ahmed b. Hanbel ile Yahya b. Main de velîlerden Mâruf-i Kerhî rahmetullahi aleyhimin yanına gidip gelirler, sohbetine katılırlardı. Ona marifetle ilgili bazı meseleleri sorarlardı. Hâlbuki o ilimde onların derecesinde değildi. 

Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’e “Ya Resûlallah! Önümüze Allah’ın Kitabı’nda ve Resûlü’nün sünnetinde hükmü belirtilmeyen bir mesele geldiğinde nasıl hareket edelim, ne yapalım?” diye sorulduğunda buyurdu ki:

“Sâlihlere sorunuz, onlarla istişare ederek hallediniz.” (Taberanî, el-Kebir, nr. 12042; İbn Abdilber, Beyani’l-İlm, 2/59; Zebidî, İthafü’s-Sâde, 1/269)

Bunun için denilmiştir ki: “Zâhir âlimleri yeryüzünün ve mülkün süsüdür. Batın âlimleri ise semanın ve melekûtun (gayb âleminin) süsüdür. 


Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy