AHVAL-İ MEMLEKET
50. Yıldan 75. Yıla
Marşlarla ilk tanışmam ilkokulda oldu. Cumhuriyetin 50. yılı kutlanıyordu. O sıralarda gecekondu semtinde yaşayan herkes gibi biz de, bu elli yılın biraz kenarında kalmış gibiydik. Şehrin göbeğinde, resmi kurumlara sadece bir-iki kilometre uzaktaki dev gecekondu mahallesi çamur içindeydi, insanlar fakirliğin altında eziliyorlardı. Ve bu mahalleden belediye otobüsü dışında devletle ilgili pek az şey geçerdi. Düzeni kabadayılar sağlardı ve aslında her şey o kadar da kötü değildi. Yıllar geçti. Mahallemiz 70'li yılların anarşi batağından kurtulmuştu. Ama 75. yılma gelen cumhuriyeti bu kez ekmek kuyruklarından izleyen bir kalabalık vardı. Mahalle araları hala çamurdu ve gençlerin artık lüks semtlere dek uzayan ufukları doyurulmayı bekliyordu. Eski zamanlardaki esrar alışkanlığının yerini alkol ve yeni uyuşturucular almıştı. Gecekondular birer birer yıkılmış, yerine çok katlı apartmanlar dikilmişti. Ama hala bu mahallede oturduğunu söylemeye cesaret edemezdi insanlar. 75. yılı ekranlardan seyretti mahalleli. Televizyonda coşkulu törenler, pahalı kutlamalar izlediler. Artık çocuklarının bir kısmı üniversitede okuyordu. Fakirlikten başka şeylere bulaşmamış olanlar elbette. Ana-babalar gururla okuttukları çocuklarını anlatıyorlardı kapı sohbetlerinde. Herkesin birbirini tanıdığı semt otobüsünde üniversite sınavına giren çocuklarını soruyorlardı. Büyük şehrin göbeğindeki mahalleden sıyrılıp, okuyup adam olanların adları anılıyordu. Ama hala buruktu mahalleli. Mesela aydın olsun, siyasetçi veya bürokrat olsun halkı aşağı görenleri anlamıyorlardı. İnançlarına küfredenlere kızgındılar. Namus ve dürüstlük ile çalışıp kazandıklarının başka ceplere gitmesine asla razı değildiler. 75 yılda iyi olanlarla olmayanları ayırdedebilecek kadar akl-ı selim sahibiydiler. 90'ların ekonomik meseleleri ve yolsuzlukları kutlanacak bir şey bırakmamıştı geride. Üstüne üstlük, televizyonlarını bir akşam açtıklarında çiftçilere zorla çoksesli koro dinletmeye çalışanları gördüler. Hem de 75. yıl şerefine. Televizyonda 75. yılı kutlayan reklam filminde dans görüntüleri yer alıyordu. "Bu dans hiç bitmeyecek" sözüyle bitiyordu reklam. Mahalleliler, diğerleri gibi onlarca yıldır bu dansı anlamamışlar, sevmemişler, ritmine ayak uyduramamışlardı. Bu yüzden sevinebildikleri nadir zamanlarda dans etmediler, sadece halay çektiler.Her Zaman Mafya, Her Yerde Mafya
İSKİ yolsuzluğunda mafyanın siyasetle olan yakın ilişkisini gözardı edenler, şimdi mafyanın elinden kurtulmaya çalışıyorlar. Kapalı her düzende olduğu gibi yolsuzluk ve yağma batağına sapan siyaset adamları, şimdi kendilerini kasetlerle aklamaya çalışıyorlar. Halbuki bu rezaletin içinde olmayan hiç bir ak kaşık yok. Bunu herkes biliyor, ama her zamanki gibi ilan etmek cesaret istiyor. Mafya Fransa'nın yakaladığı Çakıcı'yla özdeşleştirilince, hayatımızda hepimizin bildiği asıl mafya ve çete gerçeği belirsiz hale geliyor. Mafya nerede yok ki? İş dünyasında mafya, ihalede mafya, arazi alım satımında mafya, park yerinde mafya, pazar yerinde mafya, Meclis'te, Bakanlar Kurulu'nda mafya, üst düzey bürokraside mafya. Mafya babalarını aklayan hakimler, çeteciyi adam vursa bile salıveren polisler, emekli olduktan sonra mafyayla ilişkili holdinglere paraşütle inen yüksek kademeli memurlar bile var. Bu arada yanıldığımız bir nokta: Mafyanın her şeyin ardında olduğu gerçeği yeni ortaya çıkan bir şey değil. Hep öyle oldu. Kendi halkını dışlayan, ona yabancı hükümetlerin sonucu başka ne olabilirdi ki? Rüşvetin artık kural sayıldığı bir ülkede mafyanın nerelere kadar nüfuz ettiğini gördüğümüzde neden şaşırıyoruz? Mafya da, diğer tüm yasadışı örgütler gibi düzen boşluğundan doğar. Halkının yöneticileri sorumlu tuttuğu, hakkını rahatlıkla devlet katında arayabildiği bir siyasi atmosferde mafyanın rolü de az olacaktır. Hiç kimsenin verdiği vergilerin nereye gittiğini, kimin havuzuna, kimin villasına, kimin kumarhanesine veya kimin yurtdışı sefasına gittiğini soramadığı bir ülkede mafya bir hastalık değil, bir kural haline gelmiş demektir. Göreceksiniz, mafya hikayesi de bir yerde duracak. Çünkü asıl sirayet ettiği yüksek makamlar ortaya çıktığında, koskoca bir boşluk içinde yaşadığımız da ortaya çıkmış olacak.AHVAL-İ DÜNYA
Filistin'den Nereye?
İsrail, ABD aracılığıyla Filistin ile geçen ay imzaladığı Wye River anlaşmasına göre işgal ettiği bazı şehirlerden askerlerini geri çekmeye başladı. Ancak söz verdiği şekilde geri çekilse bile bu sadece %13 oranını bulacak. Bu arada, kaybetmeye alışmamış İsrail hükümeti bu anlaşmada toprak kaybediyor görünse bile, şimdiden Doğu Kudüs'te fanatik yahudilerin yerleşimine izin vererek bir yandan da kazanmaya çalışıyor. Aslında Filistin'in yahudiler tarafından işgal süreci, bir çok bakımdan geride bıraktığımız asırda dünyanın en önemli olaylarının kesiştiği bir nokta. Osmanlı devletinin yıkımı, hilafetin kaldırılması, İngiltere'nin dünya gücü olması, daha sonra bunun ABD'ye miras bırakılması, Hitler iktidarı, sosyalist ve milliyetçi akımlar hep bu olayda bir araya geliyor. Hukuku Tevrat'a dayalı olan İsrail, aslında dünyanın tek ütopik din devleti. Cumartesi günleri iş yapmak günah sayıldığı için o gün bu ülkeye milli havayolu ile uçamıyorsunuz, uçak da kalkmıyor. İnsanlar o gün telefonun ahizesini bile kaldıramıyor, asansör düğmesine basamıyorlar. Bir insanın yahudi olmaya karar vermesi devletin memurları olan başhahamların iznine bağlı. İsrail ABD'nin mali, askeri ve diplomatik korumasıyla hizmet ettiği dünyanın küçük devletlerinden biri. Filistin'in işgal süreci bir manada Osmanlı'nın işgaline de benziyor. Vatanı kurtarmaya gelenlerin onu başkalarına peşkeş çektiği Osmanlı ülkesi gibi, Filistin de onu kurtarma namına giderayak herkesin işgalci olduğunu bildiği, ama ses çıkarmadığı İsrail'i meşrulaştıran bir Filistin Kurtuluş Örgütü ve Arafat'ın elinde yokoluyor. Avrupa bu şekilde asırlardır katliamlarla ve insanlık dışı muameleyle büyüttüğü yahudi meselesini müslümanlara ihraç etmiş oluyor. İsrail, bizdeki gibi “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” ya da “etliye sütlüye karışmam” mantığıyla çalışmıyor. Yahudilerin dünyadaki tüm sermaye ve nüfuz yeteneğini genişlemeye ve tahakküm etmeye sevkeden bir dış politikası var. Bizdekinin aksine, taa binlerce yıl öncesindeki yarısı muharref yarısı şişirilmiş efsanelere kendini yaslıyor. İsrail'in dini inancına göre sınırları ne fiilen bir kısmını işgali altında tuttuğu Lübnan'da, ne göstermelik bir gerilim yaşadığımız Suriye'de bitiyor. Ülkemizin yarısı, Fırat nehrine kadar bu idealin içinde. Gariptir, Büyük Ermenistan ve Büyük Kürdistan masalları da aynı sınırları paylaşıyor. Ders almak gerek, ama kim alacak, ne zaman alacak?Bir Başkan Bir Skandal Bir Ayrıntı
Laf yahudi nüfuzundan açılmışken, Netanyahu ile arası evvelce epey bozuk olan Amerika'nın komik suratlı başkanından bahsetmeden geçemeyiz. ABD tarihindeki en yahudi ağırlıklı kabineyi kuran Clinton, desteği olmadan ayakta duramayacağı Amerikalı yahudilerin İsrail'e nasıl bağlı olduklarını bu yıl başında bir anlık unutmuştu. Netanyahu onunla görüşmek için Washington'a geldiğinde ona randevu bile vermemişti. Yahudiler ona bu gerçeği hatırlatmakta gecikmediler. Bir yahudi kızı, Monica Lewinsky geçen seneden kalma mahrem hatıralarını birden açıklayıverdi. Kızcağız sevdalı duruşunun aksine, o denli düzenli ve titizdi ki, Clinton ile olan tüm konuşmalarının ve görüşmelerinin tarihlerini, saatlerini bir yere not etmişti. Özel savcı da pek maharetli bir şekilde bu ilişkiyi, hukuktan ziyade sokak muhabbetine yakın bir şekilde hikaye ediverdi. Olay Amerikalıların cinsel merakını kabartacak biçimde medyanın bir numaralı gündemi haline geldi. Clinton epey zor durumda kalmıştı. Maddi güçten başka bir amacı olmayan Amerikalı bir siyasetçinin başkanlık gibi bir makamı elinden kaçırmasından daha büyük bir felaket olamazdı. Clinton gerçeği kavradıktan yani dersini aldıktan sonra, Filistin konusunda hemence yumuşadı. Bu arada Clinton üzerindeki yahudi baskısı da azaldı. Bir taviz kopardıkları anlaşılıyordu. Nihayet yahudilerin işgal ettikleri toprakların cüzi bir kısmından çekilmesi karşısında, onlara karşı savaşta direnen Filistinli grupların bastırılması garantisini sağlayan anlaşma imzalandı. Hem de dünyada ilk defa bir istihbarat örgütünün, yani CIA'nın bu konuda ismi zikredilerek. Clinton bu kez Kongre'de başkanlıktan düşürülüp düşürülmeyeceği konusunda soruşturmaya alındı. Ancak bütün bu olayların ardındaki gerçek aktör, aslında Lewinsky'nin özel savcıya verdiği ifadedeki küçük bir cümlede yatıyor. Clinton Monica'ya bir gün sinirli olduğunu söylüyor. Nedenini soran Monica'ya verdiği cevap ilginç: “Telefonlarımı bir yabancı büyükelçiliğin dinlettiğini sanıyorum.” Dünyanın en güçlü insanının bile telefonlarını dinleyebilen bu müthiş büyükelçiliğin hangi ülkeye ait olduğunu tahmin etmeye gerek var mı? Zambiya veya Fransa değil herhalde.