Suudi Arabistan, veliaht pren-si Muhammed bin Selman’ın (MbS) yönetimde etkin hale gelmesiyle beraber, uluslararası arenada daha çok konuşulur hale geldi. Batı hakkında serdedilen övgü dolu ifadeler, ABD’nin içerisinde bulunduğu ekonomik krizi çözmek için silah alımıyla verilen destek ve karşılanan petrol ihtiyacı, ülkeyi hıristiyan dünyasında “takdirle karşılanır” duruma getirdi. Diğer taraftan müslüman ülkelere yönelik sert söylemler, Yemen’e karşı yürütülen taarruz, İslâm dünyasında Suudilerle ilgili tepkilerin artmasına sebep oldu. Kuşkusuz, MbS ve kral Selman bin Abdülaziz bu durumdan rahatsız değil. Çünkü yönetim kademesinin İslâm dünyası ve müslümanlarla alakalı bir gündemi bulunmuyor. Mekke ve Medine gibi kutsal beldeleri barındıran ülke, Amerika’nın çemberi içerisinde sağa sola savruluyor. Yemen’deki ayrılıkçı grupları el altından destekleyen Amerikan yönetimi, diğer taraftan Suudilere silah satarak çatışmaların durmaksızın devam etmesine gayret ediyor.
Bu arada İran da, Yemen’deki Husi’leri destekleyerek yangına körükle gidiyor. Geçtiğimiz ay, Suudi Arabistan petrol şirketi ARAMCO’nun tesislerinin SİHA’larla vurulması bu grup tarafından üstlenildi. Şiî olmamalarına rağmen, İran’ın bölgedeki silahlı güçleri olarak tanımlanan Husi’lerin Suudi Arabistan’a füze lerle saldırması, İran ve Suudiler’in arasının açılmasına da neden oluyor. Haliyle Arabistan’ın hâmisi Amerika da İran’a bu gerekçeyle tehditler savurmaktan geri durmuyor. Kongredeki Demokratlar her ne kadar ABD’nin mücadelede taraf olmaması gerektiği noktasında ısrarcı davransa da, Neo-Con Amerikan yönetiminin planı başka.
Donald Trump, temsil ettiği misyonun ve siyasî geleneğin direktifleriyle Ortadoğu’da gerginlik meydana getirip, bundan nemalanmayı vazife olarak görüyor. Çok eskilere gitmeye gerek yok; Cumhuriyetçilerin iktidara geldiği son otuz yıla bakılırsa ne demek istediğimiz net bir şekilde anlaşılabilir. Baba Bush’un koltuğa oturduğu 1989’dan iki yıl sonra Irak’la Kuveyt arasında Körfez Savaşı yaşandı. Oğul Bush’un başkan seçilmesinin üzerinden sekiz ay geçti ve 11 Eylül yaşandı. Ardından da Afganistan ve Irak işgal edildi. Dolayısıyla, Cumhuriyetçi Trump’ı başkanlık makamına layık gören derin Amerika, yıllardır göz yaşının dinmediği bu coğrafyayı bir kez daha kaosun eşiğine sürüklemek istiyor. Okyanus ötesinden bir taşla üç kuş vurmanın peşinde üstelik. Bir yandan Suudi Arabistan’a silah satıp petrol kaynağını avcunun içerisine almak isterken, beri taraftan İran’ı köşeye sıkıştırmaya çabalıyor. Ayrıca, çıkan arbede üzerinden küçük ülkelerin “yardımına koşarak” kendisine muhtaç hale getiriyor.
Amerikan Genelkurmay Sözcüsü Patrick Ryder’in yaptığı şu açıklama, boya kazınınca altından ne çıktığını net olarak gözler önüne seriyor: “Suudilerle uzun süreli ortaklığımız kapsamında gelecekteki olası vukuatları engellemek için çalışacağız. Açıkçası daha önce güney sınırlarının savunmasına oldukça yardımcı olmuştuk. Bu noktada Suudiler güneyde füze ve dronlara karşı etkili olmuşlardı. Ancak, dediğim gibi, ülkenin kuzeyinde de neler yapacağımızı Suudilerle görüşüyoruz.”
Daha önce de altını çizerek zikrettiğimiz bir gerçeği yineleyelim: Ümmet-i Muhammed dünyanın dört bir yanında kan ağlarken, bütün müslümanların ortak malı Arabistan petrollerinin Amerikalılara peşkeş çekilmesinin bedeli elbette ağır olacak. ABD’nin çarkına düşen devlet adamlarının sonunun ne olduğunu bütün dünya şahit oldu. Suudi rejimi ve idaresi için de tehlike çanları çalıyor. Yakın gelecek, Selman bin Abdülaziz ve MbS adına pek de parlak görünmüyor.