Aramak

Bakırcılık Sanatı

20 - 30 sene evvel annelerimizin, ninelerimizin pırıl pırıl kalaylı bakır kaplarda pişirdiği yemeklerin lezzetini özlemle yad etmeyenimiz var mı? Artık evlerimizi işgal eden değişik metal alaşımlı ve plastik mutfak eşyalarının yanında bakır artık bir nostalji. Birkaç süs eşyasında yaşatmaya çalıştığımız bir nostalji...
Bakır, keşfedildiği çağdan itibaren en çok kullanılan maden olmuştur. Daha yakın zamanlara kadar da günlük hayatın bir parçası gibidir. Şimdilerde kullanım alanı dar olsa da, meraklasının mutfağında kap-kacak, leğen ya da bakraç olarak halâ kendine bir yer bulmakta. Bakır deyince akla hemen kalay gelir. Denilebilir ki, bakırın can dostu kalaydır. Çünkü kalaylanan bakır havadan etkilenip paslanmadığı gibi, kimyasal maddelerin aşındırmasına karşı da korunmuş olur. Yakın zamanlara kadar hemen hemen her şehrimizde bir bakırcılar çarşısı bulunurdu. Bu çarşılarda, usta ellerde adeta birer ressam fırçasına dönüşen çekiçlerin darbeleri altında şekillenen bakır, yüzlerce çeşit eşya olarak vitrinlerde boy gösterirdi. Bakırı çekiçle döverek biçimlendirme yöntemi, binlerce yıldan beri nesilden nesile aktarılan bir iş kolu ve sanat olagelmiştir. Ne var ki, günümüzün ucuz ve seri işlenebilen  malzemeleri, Anadolu’da zirvesine ulaşan bakırcılık sanatını neredeyse yok etmiş bulunuyor. Artık ateşe tutuldukça ateş rengine dönen bu madeni işlemek,  her türlü zorluğa rağmen bakırcılık sanatından gönlünü koparamayan ustaların işi. İhtimal ki sayıları her gün azalan bu ustalar, çekiç darbelerinin altında çınlayarak yoğrulan, binbir şekil kazanan bakırın hikayesinde kendilerinden bir şeyler bulmakta. Ve yine ihtimal ki, çoğu kişi için belki sadece bir gürültü olan o seslerde, duyan kulaklar kainattaki bütün varlıkların kendi lisanınca yaptığı seslenişin yankılarını işitmekte. Bakırın medeniyetimizdeki seyrine baktığımızda, bakırcılık sanatının Büyük Selçuklular’la birlikte sıçrama yaptığını görüyoruz. Selçuklular’ın maden sanatına getirdiği en önemli yenilik, yüzde 70 bakır, yüzde 30 çinkodan oluşan pirincin her türlü kap yapım ve işleme tekniğinde kullanılmasıdır. Bu dönemde Konya, Mardin, Hasankeyf, Cizre, Diyarbakır, Harput, Erzurum ve Erzincan bakır işlemede birer merkez durumundadır. Osmanlı Döneminde ise, Balkanlar’daki bakır madenlerinin işletilmesiyle birlikte bakırcılık doruk noktasına çıkar. Bu dönemde İstanbul, en önemli bakır işleme merkezidir. İstanbul atölyelerinde üretilen bakır eserler, üstün işçilikleri, zengin biçimleri, özgün süslemeleriyle dikkat çekerler. Günümüze gelince: Eski Ankara’nın ekonomik merkezi durumunda olan Samanpazarı Yokuşu çevresinde toplanan bakırcılar ve kalaycılar, azalan sayılarına rağmen varlıklarını sürdürmekteler. İstanbul’daki Bakırcılar Çarşısı’nda ise bakırcı atölyelerinin yerini giyim mağazaları almış durumda. İstanbul’da bulunan sayılı atölyelerde artık ince bakır işlerinden çok, kaba işler yapılıyor. İnce ve bezemeli işler Anadolu’daki birkaç atölyede, özellikle Gaziantep’te imal ediliyor. Bu atölyelerde yapılan bakır eşyalar yurtdışına da satılıyor. Asırlardır devam eden bakır sanatının zengin birikimini görebilmek ve adsız ustaların çekiç seslerini halâ duyabilmek, insanı adeta geçmişe doğru bir zaman yolculuğuna çıkarır. Artık bakır eşya kullanımı eskisi kadar yaygın değilse de, bir köy düğününde bakır kazanda pişirilen pilavın ya da bir büyükşehir lokantasında bakır kapaklı sahanla yapılan servisin yeri başkadır. Bakır sinide hazırlanmış güzel bir sofranın  yanında ise, onlarca tabağın dizildiği yemek masası halâ çoğumuz için ne kadar cılızdır! Dekoratif amaçla da olsa, bakır eşyalarımıza işlerlik kazandırmak güzel olmaz mı? İşe bir tarafa attığınız bakır eşyalardan başlamaya ne dersiniz? Kalaylanmaktan başka hiçbir lüksü olmayan bakır eşyaları kullanmak bir gelenek. Bakır tencerede pişen yemeğin tadını bilen müdavimleri ise, halen bu geleneğe sadık...  
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy