Aramak

Beldeki Zerafet: Kemer Ve Tokaları

Kültür bir toplumun tüm duygu, düşünce ve bilgi birikiminin hayata yansımasıdır. Toplumun kültür zenginliği de o toplumun ürettiği sanat eserlerinde kendini gösterir. Kültür zenginliğinin korunması  ve devamı için geçmişten miras kalan sanatların öğrenilmesi ve korunması bunun için gereklidir. Aksi takdirde yüzyılların birikimi heba edilir ve tarih, üzerinde yükseldiğimiz bir basamak değil, boş bir karanlık olur.
En küçük eşyaya dahi yansıyan kültürümüz, çok sıradan bir eşya gibi görünen kemerlere ve üzerlerindeki tokalara da mührünü vurmuştur. Eski kemerler ve tokaları, geçmiş zamanlardaki zerafetimizin, inceliğimizin ve zengin bilgi birikimimizin aynası gibidirler. Zaman içinde kullanım alan ve şekli değişse de, kemer dünden bugüne kullanmakta olduğumuz bir eşya. Kemer, geçmişte işlevinin yanı sıra, giyim ve süslenmenin önemli bir parçası idi. O dönemlerde, giysilerdeki zerafetin tamamlayıcı bir unsuru veya sosyal statünün bir göstergesi olmak üzere çok değişik tekniklerle altından ve diğer madenlerden kemer ve kemer tokaları yapılıyordu. Ve elbette yöreye göre kullanılan malzeme ve biçim olarak farklılıklar gösteriyordu. Mesela Karadeniz bölgesinde altından veya gümüşten hasır örgü kemerler, Doğu Anadolu’da savadlı gümüş kemerler, Güney Anadolu’da kakmalı mıhlamalı gümüş kemerler, Orta Anadolu ve Trakya’da telkâri kemer daha yaygındı. Özellikle İstanbul kemerleri kıymetli kumaştan yapılır, tokası ise altın ve gümüş olurdu. Bu tokaların üzerlerine de genellikle yeşim, mercan gibi kıymetli taşlar işlenirdi. Ayrıca Anadolu’nun hemen hemen her yerinde tokaları kakma tekniği ile yapılmış sade ve tombaklı kemerlere rastlamak mümkün. Deri, kumaş, metal ve değerli taşların birkaçının veya hepsinin muhteşem uyumuyla ve büyük bir ustalıkla yapılan eski kemerlerin özellikle tokaları gerçek bir sanat eseridir. Tokaların süslemesinde zümrüt, mercan, akik kullanılır, tombaklama tekniği uygulanırdı. Ayrıca etrafı maden ile çerçevelenmiş yekpare kıymetli taştan tokalara rastlamak da mümkün. Daha yüz-yüzelli yıl özcesine kadar, toplumdaki yeri ne olursa olsun herkesin çeşitli durumlar için kullandığı birkaç kemeri bulunurdu. Bu kemerler, sahibinin maddi gücünü de yansıtırdı. Kemer kullanımı bir dönem o kadar yaygınlaşmıştı ki, dervişler bile mensubu oldukları dergâhın alameti sayılan, etrafı madenle çevrelenmiş akik tokalı kemerler takmışlardır. Bir başka gelenek de, tahta çıkan padişah için düzenlenen kılıç kuşanma töreniydi. İstanbul’da saray için değerli taşlarla süslenmiş çok özel kemerler yapılırdı. Bu murassa kemer, kılıç kuşanma töreninde padişahın beline bağlanırdı.  Tahta çıkan padişah biat merasimini takip eden hafta içinde sabah namazından sonra yola çıkar, saltanat kayığı ile deniz yolundan Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesini ziyaret eder ve orada kılıç kuşanıırdı. Sanat değeri çok yüksek olan bu kemerler geçmiş dönemin gözde aksesuarlarıydılar. Hayat tarzımızın bugün geldiği noktada bu tür kemerlerin kullanımı artık mümkün değil. Ama eski kemerler, medeniyetimizin ruhundan kendi dilince birşeyler fısıldamakta. O sesi antikacı raflarında veya üç kuruş için yabancı ellerde boğmak mirasyedilik olmaz mı?  
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy