Aramak

Bilgi mi, Malumat mı?

İçinde yaşadığımız zaman diliminin bilgi çağı olarak tanımlandığını biliyoruz. Bununla kastedilen bilgiye ulaşma yollarının çoğalması ve yaygınlaşmasıdır. Geçmişte evren hakkında sınırlı bilgiye sahip olduğu varsayılan insanlık, bugün kendisi ve içinde yaşadığı evren hakkında daha fazla şey bilmektedir. Yine bu varsayıma göre bilgi, geleneksel toplumlarda belli bir sınıfın yani ulemanın tekelinde idi. Modern eğitim ve iletişim araçlarının yaygınlaşması bu tekeli kırmış, bilgi en geniş halk kitlelerine ulaşmaya başlamıştır.
Geçmişte bir ayetin yorumu yahut dünya coğrafyası hakkında bilgi edinmek isteyen ortalama eğitim seviyesine sahip bir kişi, ulemaya yani bilenlere danışırken, bugün bu ihtiyaç kitaplar, kitle iletişim araçları ve son yıllarda da internet aracılığıyla gideriliyor. Böylece bilgi ile arasındaki vasıtaları ortadan kaldıran modern birey, bilginin kaynağına daha yakın olduğu inancına sahip. Aynı şekilde, bilimsel araştırmalar neticesinde muazzam bir bilgi (enformasyon) patlaması ile karşı karşıya bulunan günümüz insanına, her işini kanıtlanmış usüllere göre yaptığı fikri aşılanır. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak, geçmişte insanların büyük çoğunluğu taklid üzere yaşarken, bugün tahkik yani araştırma ve inceleme merkezi bir konuma sahip bulunuyor. Bunun neticesinde hepimiz bilmemiz gereken şeylerin hepsini bildiğimizi düşünürüz. Modern iletişim araçları, kitle eğitimi ve medya aracılığıyla önümüze konan ve anında tüketilen bilgi yığını, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi içerir. Bu sebepten ötürü hayatın anlamını çözmek için ‘ötelere’ değil, bilimsel bilginin ayrıntılarına bakmamız gerektiğini sanırız. Modern bilginin ayrıntıları ve kapsamı arttıkça, hayatın sırrını çözmek için elimizde daha fazla bilgi ve kanıtın olduğuna inanırız.

 Bilgi İle Malumat Arasındaki Fark

Durumun bu kadar basit ve yalın olmadığını görebilmek için, İslâm alimlerinin ilim ve malumat; yani bilgi ile enformasyon arasında yaptığı ayrımı burada hatırlamamız gerekiyor. Malumatın tersine bilgi, bize hayatın ve yaptığımız işin mahiyeti hakkında esaslı bir temel sağlar. Bir işin özüne, eskilerin tabiriyle künhüne ancak bu temel sayesinde ulaşabiliriz. Bu açıdan baktığımızda bilgi, bize sadece pratik faydalar temin etmez. Bunun da ötesinde bireysel bilincimizi dönüşüme uğratarak bizi kemâle ulaştırır. Bu yüzden bilgi sorumluluk demektir. Malumatfuruş değil, bilgi sahibi olan kişi, sorumluluk sahibi kişidir. Bir başka ifadeyle söyleyecek olursak kendisine bilgi (ilim) verilen kişiye hem büyük bir nimet ve hikmet, hem de sorumluluk verilmiştir. Bilgiyi taşıma sorumluluğuna sahip olan kişi, bu bilginin gereğini de yerine getirmek zorundadır. Yine bu niteliğinden dolayı, bilginin artışı ahlâkî olgunluk ve kemâlin artışı ile doğru orantılıdır. Doğru bilginin merkezinde bulunan hakikat kavramı, üzerimizde dönüştürücü bir niteliğe sahiptir. Kendisine doğru ile yanlış arasında ayrım yapabilme (furkan) yeteneği verilmiş olan insan, hakikate kayıtsız kalamaz. Zira yaptığımız işler ve kurduğumuz ilişkiler ancak hakikat üzerine kurulu olduğu zaman anlam kazanır. Dahası, evreni ve etrafımızdaki olayları kavrama biçimimiz, hakikat kavramıyla doğrudan irtibatlıdır. Basit bir örnek verecek olursak, havanın bugün yağışlı olduğu gerçeğine kayıtsız kalamayız. Bunun tersini düşünmek, bütün plânlarımızı altüst edeceği gibi, bizi diğer insanların nazarında da komik bir duruma düşürür. Bugünkü hava durumunun hakikatini bilmek, yani havanın güneşli mi yağmurlu mu veya bulutlu mu olduğunu bilmek bizim için ne kadar basit görünürse görünsün, hayati bir öneme sahiptir. Üstelik bunu bilmek, yani hakikatin nazarî bilgisini edinmek de yeterli değildir. Bilakis o hakikatin gerektirdiği şekilde hareket etmek zorundayız. Hava durumuyla ilgili hakikatin gerektirdiği şey şemsiye almak yahut hafif giyinmekse, bunu yapmakla mükellefiz demektir. Zira aksine bir davranışın bizi zor durumda bırakacağını hepimiz yakınen biliriz. Hayatın esasına yönelik hakikat bilgisine de aynı şekilde kayıtsız kalamayız. Nereden gelip nereye gittiğimizin bilgisi, gündelik yapıp-etmelerimize istikamet kazandırdığı gibi, bundan sonraki yaşam için de bize bir garanti sağlar. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, bize vahyedilen hakikatin ciddiye alınması ve özümsenmesi konusunda son derece açık ve ısrarcıdır. Örneğin bizi hidayete ulaştırmak misyonuna sahip olan peygamberlik makamının hakikatine kayıtsız kalmak, belki de hayatımızda yapabileceğimiz en büyük hatadır. Bunun bir varlık veya yokluk meselesi olduğunu kâmilen kavradığımızda, hakikat karşısında kayıtsız ve vurdumduymaz kalamayacağımız gerçeği kendiliğinden ortaya çıkar. Bu yüzden hakikate dayalı bilgi, pratik faydanın ötesinde bizim için hayati bir ehemmiyete sahiptir. İşte bu sebepten ötürü, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, gerçek bilgi sorumluluk demektir. “İnsan ne biliyorsa odur” fikrinin anlamını da belki bu çerçevede daha iyi idrak edebiliriz.

 Bilgi Satırlarda Değil Sadırlardadır

Bilginin alınıp-satılan bir meta haline geldiği ortamlarda -ki içinde yaşadığımız “bilgi çağı” bunun en kayda değer örneklerinden biridir- bilgi, malumat haline gelir ve dönüştürücü olma özelliğini yitirir. Aynı şekilde bilgi ile sorumluluk ve manevî olgunluk arasındaki ilişki de kırılmaya uğrar. Bilgi ancak bizim için bir ışık, bir rehber olduğu zaman bilgi olma niteliğini kazanır. Kitaplarda yahut başka kaynaklarda bulunan bilgi yığını, şüphesiz pratik faydadan yoksun değildir. Fakat hakikate dayalı gerçeğin bilgisi, bizim için bir formülden ibaret olamaz. Bilakis bilgi, bir hidayet ve kurtuluş kaynağı olmak durumundadır. Bu ise ancak bilen kişinin özümsemesi, içselleştirmesi ve onunla bütünleşmesi ile gerçekleşebilir. Modern kitle eğitiminin açmazlarından birinin burada olduğunu söyleyebiliriz. Öğrenciyi sağlam bir çerçeveden ve temelden yoksun bir malumat yığını ile karşı karşıya getiren modern eğitim felsefesi, malumat ile bilgiyi birbirine karıştırdığından, keyfiyet sahibi bireyler yetiştirme konusunda ciddi bir çıkmaz içerisindedir. Önüne konan  malumat bloklarının manasını çözmek için yıllarını harcayan öğrenciler, ya el yordamıyla bir şeyler yapmak ya da başka kaynaklardan beslenmek zorunda kalırlar. Bu ise genellikle eğitim alanında öğretilen ile öğrenen arasında ciddi bir yabancılaşmanın doğmasına neden olur.  
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy