Aramak

Bilinçaltının Depremi: Fanatizm

Fanatizm, “körü körüne ve tutkuyla bağlılık” diye tanımlanıyor. Günümüzde futbolun fanatizmi de beraberinde getirmesi ve uluslararası bir endüstriye dönüşmesi, işin artık bir spor olmaktan hayli uzaklaştığının bir işareti. İşin devasa ekonomik boyutu bir yana, futbol fanatizmi psikolojik ve toplumsal açıdan ciddi olarak irdelenmesi gereken bir olgu.

Futbolun ülkemizin sosyo-kültürel hayatında ne denli öneme sahip olduğu bilinen bir gerçek. Aslında futbolun bütün dünyada dev bir endüstri haline geldiği söylenebilir.

Futbol, başlangıç itibariyle İngiliz işçilerinin mahalle aralarında geliştirmiş olduğu bir eğlencedir. Birkaç kişiden oluşan iki takım arasında fiziki aktiviteye dayalı bu basit oyunun, uluslararası savaşı hatırlatan bir mücadele ve rekabete dönüşmesi, gerçekten enteresan ve araştırılmaya değer bir süreçtir. Bu haliyle futbol, ilgilenen büyük kitleler için bir spor değil, seyirlik bir oyundur. Yani sahadaki yirmiiki kişi için bir meslek, yüzmilyonlarca insan için de bir tür tüketim.

Diğer taraftan körü körüne tutkuyla bağlılık diye tanımlayabileceğimiz fanatizmi de beraberinde getirmesi, futbolun başlangıçtaki amacından saptığına bir işaret sayılabilir.

 Yeni Çağın Büyük Endüstrisi

Genel bir bakış açısına göre, futbolu meslek edinen bazı sağlıklı-yetenekli genç insanlar, uzunca bir eğitimden sonra takımlarda yer alırlar ve mesleklerini icra ederler. Bu işten kısa sürede büyük miktarlarda para da kazanabilirler. Futbolcuların takım tuttuğu pek söylenemez. Kim daha iyi para verirse koşa koşa giderler. Halk tabiri ile “kimin arabasına binerlerse onun türküsünü söylerler.” Oysa fanatik taraftarlar, çok sevdiği bir futbolcu rakip bir takımla sözleşme imzaladığında bu işe çok alınır, kendisine ihanet edilmişçesine kızgınlık duyar.

İşin bir de medya boyutu vardır. Takımların galibiyetleri ve yenilgileri sansasyonel haberlerle duyurulur, yorumlanır. İş bununla da kalmaz, iğneden ipliğe futbolcuların her yapıp ettiği kitlelere belletilir. Bütün yaz boyunca istesek de istemesek de futbolcuların transfer haberleriyle meşgul olmadık mı? Futbolcuların manken ya da şarkıcılarla olan ilişkilerine, gençlere yönelik pek çok sözüm ona spor programında yer verilir, özendirilir. Böylece kitlelerin futbol endüstrisiyle irtibatları desteklenir.

 Maça Değil, Ölmeye Geldik

Fanatiklerin durumu algılaması ve değerlendirmesi ise bütün bu anlattıklarımızdan çok farklıdır. Tabii futbol karşısındaki tutum ve tavırları da. Mesela maç izlemeye değil, takımları uğruna ölmeye giderler. Hatta bir takım bıçak, şiş gibi silahlarını da yanlarında götürürler. Ekmek kuyruğunda beş dakika beklemeyi göze alamazken, uzun bir süre bilet kuyruğunda bekleyebilirler. Bazı olağanüstü durumlarda bu bekleme süresi 24 saati bile bulabilir. Bilet bulup stada girebilenler bahtiyar olur. Dışarıda kalanlar ise meydanlarda dev ekranlardan, televizyonlardan izlemeye çalışır. Özellikle erkekler, maçları toplu halde izlemek üzere rahat evlerini bırakıp kahvehanelerde sigara dumanı altında bazen bir sandalye bile bulamadan izlemeyi tercih ederler.

Çocuklar ve gençler fanatizmi daha da abartılı yaşarlar. Onlar giyim-kuşamlarıyla, takılarıyla hal ve tavırlarıyla da fanatiktirler. Takımlarıyla ilgili her konu ve olayı yakından takip edip bilgi sahibi olunur. Çünkü mahallede, okulda yapılacak atışma veya sözlü saldırılara karşı hazırlıklı olmak gerekir. Fanatiğin tuttuğu takım yenilirse son derece üzülür, yemeden-içmekten kesilebilir. Fanatik delikanlı, rakip takım taraftarlarının gururlanmasını görmemek için okula gitmek bile istemeyebilir. Oysa yenilen takımın futbolcuları muhtemelen falanca eğlence yerinde arkadaşlarıyla stres atmaya gitmişlerdir!.. Fanatiğin takımı kazandı ise durum biraz ek masrafı gerektirir. Eşe-dosta telefonlar edilir veya benzin fiyatlarındaki artışa inat, arabalarla kelleyi koltuğa almışçasına zafer turuna çıkılır. Binler-yüzbinler sokaklara dökülür. Acaba bir fanatiğin, golü atan bir futbolcudan daha çok sevinmesine, maç izlerken kalp krizi geçirmesine nasıl bir mantıklı açıklama getirilebilir?

 Madalyonun Arka Yüzü

Bu tutku, bu körü körüne, bu maksadının çok üstünde oluşan bağımlılığın arkasında ne olabilir? Dikkatlice gözlemlendiğinde, fanatizmin taklitçiliği ve özdeşleşmeyi beraberinde getirdiği görülür. Bu iki kavram gençler ve çocuklar için normal sınırlar içinde olmak şartıyla makul ve hatta gerekliyse de, yetişkinler için izahı oldukça zordur. Onlar için olsa olsa içlerindeki çocukça dürtülere yol verme ve bilinçaltı saldırganlık eğilimlerini, kitle psikolojisi içerisinde kimliksizleşmenin verdiği rahatlamayla açığa vurma sürecinden söz edilebilir. Burada sözü edilen kimliksizlik ve saldırganlık gibi kavramlar bazılarını rahatsız edebilir. Devlet adamlarının veya nice aklı başında olgun kimselerin de maç izlediği düşünülerek bu tez çürütülmeye çalışılır. Oysa bu ağır gelen sözcükler bilimsel açıdan yerinde kullanılmıştır.

Fanatizmi sadece futbola yönelik olarak düşünmemek gerekir. Bir görüşe, örgüte, topluluğa veya kişiye başka hiçbir gerçeği görmezcesine, eleştiri kabul etmeksizin, hoşgörüsüzce bağlanmak da fanatizmdir. Fanatizm, psikolojik kökenleri olduğu kadar sosyolojik bir izahı da gerektirir. 1980 ihtilalinin olduğu yıllarda, ihtilal öncesi birbiriyle kardeş kavgasına girmiş olan gençlik arasındaki siyasi fanatizm biraz yavaşlamış, başka yönlere kanalize edilmeye çalışılıyordu. Rahmetli hocamız Prof. Hasan Ali Koçer, fakültenin bitişiğindeki spor salonundan neşe içinde, coşkulu sloganlar atarak çıkan gençliği görünce duygulandı: “İşte” dedi, “gençliği yönetmek bu kadar basit. Önlerine bir top koy, arkasından bir kedi gibi koşturup dursunlar!..”

Futbol taraftarlığını fanatizm derecesine vardırmayan pek çok insan da mevcuttur elbet. Sosyal kimliği zenginleştiren bir unsur, bir aidiyet duygusu olarak takım tutanlar olduğu gibi, belki de sırf “hangi takımı tutuyorsun?” sorusunu cevapsız bırakmamak için takım tutanlar da vardır. Veya futbol ile ancak milli maçlar ya da uluslararası mücadeleler söz konusu olduğunda milli kimliğe sahip çıkma babından bir taraftarlık da söz konusu olabilir. Geçmiş yıllarda bir takımımız Avrupa ve dünya şampiyonu olduğunda, hepimiz haçlı seferlerini kazanmışçasına veya dünyayı dize getirmişçesine sevinip gururlanmadık mı? Oysa ne alakası var ki? Buna bağlı bizim için değişen ne oldu? Sadece futbolcular Avrupa’ya transfer oldu.

 Apartmanlara Hapsolmuş Avcı

D. Morris’in futbol konusundaki tespitleri ilgi çekicidir. D. Morris sporu avcılıkla özdeşleştirir. Ve çağdaş insanı eski kabile avcısına benzeterek şu tespiti yapar: “Çağdaş insana futbol, bilinç altında yatan eski kabile avcısının avlanma-öldürme sürecini yeniden yaşatır. Tarihte arenalarda hayvanların törensel ve bir o kadar da sportif öldürülmeleri, bize stadyum içinde takımları hatırlatmaktadır.”

Morris’e sorarsanız, 20. yy. kabile insanları kendileri avlanamadıkları için bu ilkel dürtüleri yerine futbolu ikame ederek rahatlamaktadırlar. Ve sonuç olarak futbol, diğer birçok spor dalı gibi ilkel avcılığın temel unsurlarından çıkmıştır ve bilinçsiz de olsa çağdaş kent avcısının içinde bastırılmış avcılık dürtüsü için bir çıkış noktasıdır. (Ü. Meriç, 21. yy.’ın Eşiğinde Psikoloji Konuşmaları)

 Makul Bir Egemenlik Marşı

İnsanda mevcut olan başkaları üzerinde egemen olma ve yarışma duygusu, futbol yoluyla, toplumca makul kabul edilen, hatta teşvik edilen bir sahada varlığını ortaya koymaktadır. Bireysel olarak psikolojik bir analize gidildiğinde, fanatizmin kökeninde çocukluktan kalma bilinçaltı değersizlik duygularının varlığından söz edebiliriz. Çocukluğunda kendine değer verilmemiş birey, yetişkinliğinde toplumca kabul gören ve prestiji yüksek kişi, grup veya kurumlarla özdeşleşmeye yönelecektir. Böylelikle bu duyguların verdiği rahatsızlıktan kurtulmaya çabalayacaktır. Örneğin bir fanatik, tuttuğu futbol takımının başarısını kendi başarısıymış gibi algılar. Başarısızlık durumunda ise çılgına dönebilir. Çünkü bilinçaltındaki değersizlik duygularıyla yüzleşmesi söz konusudur.

Fanatizme giden yol olan takım tutma sürecinin çocuklar için ne kadar önemli ve zig-zaklı bir yol olduğu bu görüşü destekler. Çocuk, takım tutma gereğinin bilincine vardığı yaşlarda, doğal olarak o yıllarda en başarılı olan takıma yönelecektir. Ancak onun bu sürecini çok sevdiği bir yetişkin, örneğin baba, dayı değiştirebilir ve çocuk sevdiği kişiyle özdeşleşmek için farklı bir takıma yönelebilir. Veya kardeşini kıskanan ve gizli bir çatışma içinde olan çocuk, rakip bir takımı tutmayı tercih ederek saldırganlık dürtülerine uygun bir yol bulmuş olabilir.

Çocukluktan kalma yalnızlık ve dışlanma korkuları da çocuklarda aşırı bağlılığa yönelik bir fanatizmin oluşumuna zemin hazırlar. Çünkü birey kendi takım taraftarları ile sıkı bir duygusal bağ geliştirir. Bir ortak nokta etrafında “ben” duygusundan sıyrılıp “biz” olur. Hızlı sosyo-kültürel değişim yaşamakta olan toplumlarda bu “biz” unsuru geçici olarak da olsa kimliğin dağılmasına bir önlem olabilir.

Toplumun değerleri çoğunlukla çocuğa ana-baba tarafından aktarılır ve bunlar içselleştirilir. Bu değer aktarımı sürecinde aşırı özgürlükçü, aşırı koruyucu ya da aşırı baskıcı tutumlar, zamanla fanatizmde kılıf bulan bir toplumsal tepki mekanizmasına dönüşebilir. Kişi kendisine sıkıntı veren, engelleyen unsurlara doğrudan tepki veremiyorsa, fanatik davranışları tercih edebilir. Öylesine ki, şiddet ön plana çıkar ve insan en sevdiği kişilere ve topluma karşı gelebilir. Ancak fanatizm, şiddetle eş anlamlı da değildir.

Tüm bu ifadelerden sonra gençlerin spora yönelmesinin yanlış olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Eğer spor, gencin atıl enerjisini kanalize edeceği sağlıklı bir faaliyet alanı olarak düşünülüyorsa, bizzat kendileri oynayarak bu süreci yaşamalıdırlar. Başkalarının oyunlarını izleyerek enerjilerini saldırganlığa dönüştürme eğiliminde iseler, işte o zaman yanlış bir yoldalar demektir.

Kim bilir onların fanatizmini belki biraz da bizler körüklemişizdir, ne dersiniz?..

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy