Aramak

Bir İddia, Bir Cevap

Ölçüleri aşan sevgi ve saygının ulaştıracağı sonuç kesinlikle azaptır. Fakat ölçüyü koruyan müslümanların sevgi ve saygısını şirk olarak nitelemenin ve onları itham altında bulundurmanın da büyük bir yanlış olduğu açıktır.
Bazı kimseler, müctehid imamlara ve kâmil mürşidlere karşı beslenen sevginin ve gösterilen saygının ölçüsünün aşıldığını, bir çok insanın onları kutsallaştırdığını iddia ediyorlar. Bu kutsallaştırmanın çok yaygın olduğunu ileri sürerek neredeyse bütün müslümanları itham altında bırakıyorlar. Alimlerimize ve kâmil mürşidlere karşı beslenecek sevgi ve duyulacak saygının belirli ölçüleri vardır. Bunları aşağıda maddeler halinde zikredeceğiz. Bu ölçüleri aşan sevgi ve saygının ulaştıracağı sonuç kesinlikle azaptır. Fakat ölçüyü koruyan müslümanların sevgi ve saygısını, şirk olarak nitelemenin ve onları itham altında bulundurmanın da büyük bir yanlış olduğu açıktır. Eğer bu ithamı yapmakta bir kasıt varsa bunu yapan kimselerin, müminleri tekfir ettikleri için kendilerinin küfre girmekle karşı karşıya olduklarını bilmeleri gerekir. Burada kutsallaştırma kelimesi üzerinde durmak istiyoruz. Kutsal kelimesinin aslı Arapça’dır. “Temiz olmak” anlamını taşıyan “ka-du-se” kökünden alınmış bir kelimedir. Bu kelimeden türetilmiş “takdîs” kelimesi ise “temizlemek, bir şeyi temiz ve üstün kabul etmek” anlamlarına gelir. “Allah’ı takdîs etmek”, O’nu noksan sıfatlardan yüce görmek, O’nu ta’zim ve tekbîr etmek demektir. “Allah, filâncayı takdîs etsin” demek ise Allah o kimseyi, eksikliklerden, yanlışlıklardan korusun ve onu bereketli, faydalı bir insan eylesin demektir. Türkçemizde kullandığımız kutsallaştırma kelimesi, biraz önce ifade ettiğimiz Arapça’daki takdis anlamında kullanılmaktadır. Yukarıdaki açıklamanın ışığında kutsallaştırma kelimesini, ilâhlaştırma şeklinde anlamanın yanlış olduğunu belirtmek isteriz. Anlamıyla da temizliği ifade eden bir kelimeye, böyle çirkin bir yakıştırmayı yapmanın, ilmî ölçülere uygun düşmediği kanaatindeyiz. Bununla birlikte iddia sahiplerinin kutsallaştırma kelimesi ile kastetmiş oldukları ilâhlaştırma ithamına cevap vermek isteriz. Öncelikle şunu belirtmek gereklidir: Her toplumda olduğu gibi müslüman toplumlarda da yeterli bilgiye sahip olmadığı için ölçü dışı sözler sarf eden ve dengesiz hareketlerde bulunan insanlar vardır. Fakat bu tür insanlar, hiç bir zaman o toplumun sahip olduğu değerlerin göstergesi kabul edilmemişlerdir. Bu sebeple bizim memleketimizde de bilgisizliklerinden dolayı veya bazı art niyetli din simsarlarının tesiriyle ölçüyü aşan kimselerin var olduğunu biz de kabul ediyoruz. Konunun kabul etmediğimiz tarafı şudur: Ehl-i Sünnet çizgisine sahip olan memleketimiz müslümanlarının çoğu, müctehid imamları ve kâmil mürşidleri kutsallaştırdıkları iddiasıyla şirk ile itham ediliyor. Bu itham haksız bir ithamdır ve bu ithamda bulunanlar büyük bir vebal altındadır. Bu ithamın haksızlığını ortaya koymadan önce, ithamda bulunan kimselere bir ikazda bulunmak gerekiyor: Eğer niyetiniz, ölçünün müslümanlar tarafından korunmasını ve bu konuda daha titiz davranmalarını sağlamak ise, usulünüzü ve üslubunuzu kesinlikle değiştirmelisiniz. Eğer niyetiniz bundan farklıysa bu sevdâdan vazgeçin. Çünkü selefleriniz yaptıklarından dolayı tarih boyunca hep mahcup olmuşlar, kınanmışlar ve Allah katında azabla mükâfatlandırılmışlardır. Ehl-i Sünnet çizgisine sahip olan memleketimiz müslümanlarının çoğunun, müctehid imamları ve kâmil mürşidleri kutsallaştırdıkları iddiasıyla şirk ile itham edilmelerinin haksızlığına gelince şu soruları sormak isteriz: * Ehl-i Sünnet çizgisinde hangi müctehid, hangi mezheb imamı ve günümüze kadar onların yolundan giden hangi ilim erbabı böyle bir ölçüsüzlük yapmıştır? İctihad, tercih, tahric ve taklid derecelerinden herhangi birisinde bulunan bir kimseden böyle bir söz duyulmuş mudur? * Ehl-i Sünnet çizgisinde hangi mürşid, veli ve onların yolunu takip eden hangi sadık mürid böyle bir ölçüsüzlük yapmıştır? * Bu iki grupta bulunan herhangi bir kimseye şu soruları sorduğunuzda, aldığınız cevaplar şunlar olacaktır: - Rabbiniz kimdir? Cevap: Allah(C.C.) - Peygamberiniz kimdir? Cevap: Hz. Muhammed (A.S.) - Tabi olduğunuz alim veya veli kimin kuludur? Cevap: Allah’ın (C.C.) - Allah yaratmadıktan sonra o alim veya veli hiç bir şey yapabilir mi? Cevap: Hâşâ. Allah dilemedikten sonra peygamberler, melekler de dahil olmak üzere hiç bir varlık hiç bir şey yapamaz. - Peki onlara niçin tabi oluyorsunuz? Cevap: Onları Peygamber (A.S.) Efendimizin irşadının ve tebliğinin mirasçıları olarak kabul ediyoruz. Hayatlarının bütün yönlerinde Kur’ân’a ve Sünnet’e uyma gayretinde oldukları için onları imam kabul ediyoruz. Bu uğurda onlara bey’ât edip birlikte Allah’a tevbe ediyoruz. Onların bilgilerinden, amellerinden ve dualarından istifade ediyoruz. Ayrıca Allahu Teâlâ sevdiklerine hangi imkânları vermişse onlardan faydalanmak istiyoruz. Böylece Kur’ân ve Sünnet’in canlı bir örneği ile ünsiyet kurarak ahlâkımızı ve yaşantımızı Allah’ın kitabına ve Rasûl’ün sünnetine uydurmaya çalışıyoruz. Şimdi soruyoruz. Bu sorulara kutsallaştırmayı gerektirecek bir cevap verilmiş midir? Tabii ki hayır! Yukarıdaki ithamı yapanlar şöyle bir iddiada bulunabilirler: Biz bir çok kimseden kutsallaştırma sonucunu çıkartabileceğimiz cevaplar alıyoruz. Biz de bu iddiaya şöyle cevap veririz: Siz sevgi ve saygı ile kutsallaştırmayı karıştırıyorsunuz. Sevginin ve saygının en güzel örneğini Sahabe-i Kirâm’dan öğrenebiliriz. Onlar Rasûlullah (A.S.) Efendimize olan sevgilerinden renklerinin sarardığını anlatmaktadırlar. O’na olan saygılarından dolayı huzurunda başlarını kaldırıp yüzüne bakamadıklarını, teberrük için O’nun abdest suyunu yere düşürmediklerini, artıklarını ganimet bildiklerini anlatmaktadırlar. Efendimiz (A.S.) da bir insandı ve bunlara müsaade ediyordu. İkisinin rengi ve şekli aynıdır diye tuz ile şekeri eşit tutmadığımız gibi, sevgi ve saygı ile kutsallaştırma anlayışı benzerdir diye birbirine karıştırmamak gerekir. Zaten Ehl-i Sünnet çizgisinde bunları karıştıran kimse yoktur. Çünkü; Ehl-i Sünnet çizgisinde hiç bir mezheb mensubu müctehid imamları, Allah’ın kulu olmanın ve O’nun yaratması altında bulunmanın ötesinde görmez. Aynı şekilde Ehl-i Sünnet çizgisinde hiç bir tasavvuf erbabı mürşidini, Allah’ın kulu olmanın ve O’nun yaratması altında bulunmanın ötesinde görmez. Bütün bunlara birlikte her müslüman, sevgi ve saygıda gerekli ölçüleri korumak için şeytanın ve nefsin hilelerine karşı devamlı uyanık bulunması gerektiğini de bilir. Bu konuda eksikliği varsa mutlaka uyarılmalıdır. Sevgi ve saygıda ölçü Hz. Peygamber (A.S.) Efendimiz tarafından her işte orta yol tavsiye edilmiştir. Rabbimiz, bütün âlemi bir ölçü ve denge üzerine kurmuş, bu dengenin bozulmamasını kullarından kesin bir ifade ile istemiştir. (Rahmân/7-8) Ölçüsüzlük, hangi konuda olursa olsun hüsrâna ve felâkete götürür. Müctehid imamlar ve kâmil mürşidlere karşı sevgi beslemenin, saygı duymanın da bir ölçüsü vardır. İşte dört ölçü: 1- Müctehid imamlar ve kâmil mürşidler, Allah’ın kuludur; her şeyleriyle O’na muhtaçtırlar. Allah dilemedikten ve yaratmadıktan sonra parmaklarını bile oynatamaz, kirpiklerini bile kaldıramazlar. Onlara duyulan sevgi ve saygının kaynağı, Allah’a olan imanları, secdeleri, kullukları, itaatleri, zikirleri, istiğfarları ve O’nun karşısında kendilerini hiç bilmeleridir. 2- Müctehid imamlar ve kâmil mürşidler, Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz’in ümmetinin en samimi fertleri; O’nun tebliğinin ve irşâdının takipçisi; getirdiği dinin canlı birer örneğidirler. 3- Müctehid imamlar ve kâmil mürşidler, iradelerini Allahu Teâlâ’nın irâdesine râm etmiş, O’nun sevgisini kazanmış ve O’na yaklaşmışlardır. Hadis-i kudsî’de Allahu Teâlâ’nın “...Ben onların tutan eli, gören gözü, yürüyen ayağı olurum. Benimle tutar, benimle görür ve benimle yürürler. İstediklerinde veririm, sığındıklarından onları korurum.” buyurarak has bahçeye almış olduğu kullardır. 4- Müctehid imamlar ve kâmil mürşidlere sevgi beslemek, onlara saygı duymak, her müslümanın imanının gereğidir. Yukarıdaki ölçüler korunarak bir âlim veya bir veli ne kadar sevilebilirse sevilsin, bu sevgi fayda verir. Fakat bu ölçüler aşılırsa insanlar felâkete ve hüsrâna düşer. İşte Hıristiyânlar... Hz. İsâ’yı (A.S.) çok sevdiler. Fakat O’nun Allah’ın kulu olduğu ölçüsünü aştılar ve küfre düştüler. Diğer taraftan müctehid imamlar ve kâmil mürşidlerin kıymetini takdir etmeyip, sevgi ve saygıda kusurlu bir anlayışa sahip olmak da kişiyi nefsiyle başbaşa bırakan tehlikeli bir yoldur. Nefis ise kötülüğü emreder. Orta yol, ölçüleri korumak şartıyla onları çok sevmek ve saymaktır. Rabbimiz bizleri onların yolundan ayırmasın!..
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy