Asya’yla ilgilenen sosyal bilimciler, yolculuklarında uğradıkları Semerkand için, “dünyanın başkenti” ifadesinin kullanıldğını yazarlar. Ve şöyle derler: “Orta Asya’nın diğer şehirleri arasında Semerkand, eski yapıları, pırıl pırıl camileri ve fevkalâde türbeleriyle mümtaz bir şehirdir.”
Anadolu için İstanbul ne ise, Asya için de Semerkand aynıdır. Coğrafi konumu, verimli toprakları ve ticaret yollarının kavşağında yer alması sebebiyle, tarih boyunca büyük orduların hedefi olmuş bir şehirdir.
Bu mümtaz şehrin tarihine baktığımızda, Orta Asya’nın en eski şehirlerinden biri olduğunu görüyoruz. Kuruluşu Milat’tan önce 400 yıllarına kadar gidiyor. O zamanlarda adı Marakan.
Büyük Orduların Büyük Hedefi
Milat’tan önce 329’da Büyük İskender’in eline geçen Semerkand, Milat’tan sonra 6. yüzyılda Orta Asya Türkleri’nin, 8. yüzylda ise müslümanların egemenliğine girmiş ve en parlak dönemini yaşamıştır. Semerkand’ı daha sonra Sâmânoğulları, Karahanlılar, Selçuklular ve Harzemşahların egemenliğinde görüyoruz. Bu devletlerin sultanlar ve devlet adamları tarafından yaptırılan abide eserlerle ilim, irfan ve ekonomi merkezi olmuş, Doğu Türkistan’ın en büyük yerleşim birimi haline gelmiştir. Kaynaklar, Cengiz Han’ın istilasından önce şehrin nüfusunun 500 ilâ 600 bin kişi arasında olduğunu bildiriyor. Bu sayı günümüz şehirleri için mütevazi sayılabilir belki, ama o devirler için olağanüstüdür.
Moğol istilasıyla ateşe verilip, tahrip edilen Semerkand’ın yeniden hayat bulması, Timur zamanına rastlar. Timur, bu şehri 1365’te devletinin başkenti yaparak, imar eder.
1499’da Özbekler’in, 1868’de de Çarlık Rusyası’nın eline geçen Semerkand, komünist ihtilalden 1930’a kadar Özbekistan’ın başkentidir. Bugün, Özbekistan’ın başkentini Taşkent’e taşımasına rağmen, Semerkand öneminden bir şey kaybetmiş değil.
Bir Kültür Merkezi
Semerkand, medrese, türbe ve külliyeleriyle İslâm medeniyetinin açık hava müzesi görünümündedir. 1980’de yapılan kazılarda, 1437’de Ulu Bey tarafından yapılan uzay gözlem evinin kalıntılarının ortaya çkarılması, bu şehrin tarihte çok önemli bir ilim ve irfan şehri olduğunun büyük kanıtlarından biri sayılmakta.
Semerkand’ı anlatırken kısaca Uluğ Bey’den de söz etmek gerekir. 1394-1449 yılları arasında yaşamış büyük bir Türk devlet adamı olan Uluğ Bey, bilimle de yakından ilgilidir. Otuzsekiz yıl saltanat sürmüş, zamanında çevresine topladığı alimlerle Semerkand’ı tam bir bilim merkezi yapmıştır. Astronomi ile ilgili çalmalarını topladığı “Ziyc” adlı eseri onyedinci yüzyılda Avrupa’da basılarak, üniversitelerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
Müsbet bilimlerde böylesine önemli yeri olan Semerkand’ı, bizim için çok önemli kılan başka yönleri de var: Bu belde maneviyat erleri ve Allah dostlarının da güzergâhı ve tasavvufun önemli merkezlerinden biridir. İmam Buharî, Ahmet Semerkandî, Hace Ubeydullah Ahrar, Yakub-u Çerhî ve Timurlenk gibi tanınmış birçok büyüğün kabirlerini bünyesinde barındırıyor.
Hâce Yusuf, Ahmed Yesevî, Baba Semmasî, Hace Bahaeddin Nakşibend, Alaeddin Attar, Abdülhalık Gücdevanî ve Mevlâna Cami gibi (Allah onlardan razı olsun) yüzlerce gönül sultanı, Semerkand’ı da içine alan bölgenin insanlarıydılar. Ehl-i sünnet inancı ve Ehl-i Beyt sevgisininin sarsılmaz bekçileri ve takipçileri, İslâm tasavvufunun mimarları, Nakşiliğin nakkaşları, maneviyat kutupları, Semerkand ve çevresinden bütün dünyaya aktı.
Mevlâna’yı, Yunus Emre’yi, Hacı Bektaş’ı, Hacı Bayram Veli’yi, Şeyh Edebali’yi, Ak Şemseddin’i, kısaca Anadolu’yu İslâm toprağı olarak yoğuran irşad erlerini, pirleri, dervişleri, alperenleri, “altın silsile” olarak anılan Allah dostlarını Anadolu topraklarına salan, onların elleri ve nefesleriydi. Bu sebeple Semerkand ve çevresinin maneviyat hayatımızda unutulmaz yeri, büyük bir hatırası var.
Timur Diye Bir Hükümdar
Her ne kadar tarihimiz Timur’u, Yıldırım Bayezid ile yaptığı Ankara Savaşı’nın acı hatırasıyla ansa da, bu savaş o zamanların şartları içinde değerlendirilmesi gereken siyasi bir olaydı. Timur da en az Osmanl Padişahları kadar Ehl-i Sünnet yoluna bağlı, İslâm büyüklerine saygılı bir devlet adamıydı. Bunun en güzel örneği hayatını anlattığı ve oğullarına öütler verdiği “Tüzükât”a koydurduğu vasiyetidir. Orada şöyle diyordu:
“Kim ki, Peygamberimiz’in yakınıdır, başımın üzerinde yeri vardır. Onlardan kim benim idaremdeki yerlere gelirse maaş bağlarım, ikram ederim, baş tacı yaparım. Vasiyet ederim ki, evliyaların mezarlarını koruyun. Peygamberimiz’in yakınlarının ve ona hizmet edenlerin kabirlerini imar edin, saygı gösterin.”
Timur ve soyundan gelenler, Asya tarihinde, Osmanlılar’ın Avrupa’da bıraktıkları izler kadar derin izler bıraktılar. Semerkand’ın önemli eserlerinden Gur-i Mir, Bibi Hatun, Ulubey camileri ve bölgenin en muhteşem yapısı Ahmed Yesevî türbesi Timur döneminin yadigârlarıdır. Semerkand onun zamanında çinicilikte, dokumacılıkta, resimde ve ciltçilikte de altın çağını yaşamıştır.
Timur’un soyundan gelenlerden Şahruk, tarihe meraklı; Baykara şair; Babür Şah ise hem şair, hem de doğunun en büyük hatıra yazarıydı. Afganistan, Pakistan ve Hindistan topraklarına İslâm’ın girişi ve yayılışı, bu topraklarda Babür Şah’ın, Büyük Babür İmparatorluğu’nu kurması sayesinde olmuştur.
İstanbul’a gelerek Osmanlı sarayında dersler veren Ali Kuşçu da, Ulu Bey’in talebelerindendi.
Feyz Ordusunun Otağı
Esaslar, Hz. Ebu Bekr R.A. ve Hz. Ali R.A. vastasyla, Hz. Peygamber A.S. Efendimiz’e ulaşan “sufiliğin”, Semerkand bölgesinde yayılması ve kuvvet bulması, bölge hükümdarlarının ve devlet adamlarının, büyük mürşidlere tabi olmasıyla gerçekleşti. Bölgede yayılma istidadı gösteren çeşitli sapık düşünceler, Türkler arasında geleneksel olarak yaşayan şamanizmin kalıntıları ve Hindistan kökenli mistik hareketlerin yayılışı, başta Nakşibendiyye ve Yeseviyye tarikatlarına mensup irfan ordusunun gayretleriyle etkisiz hale getirildi.
Hacegân yolunun, yani nakşiliğin prensiplerini, esas ve usüllerini, adab ve erkânını ortaya koyan irfan ordusu bu topraklarda yetişti. Yusuf Hemedanî, AbdülhaIık Gucdevanî, Mahmud İnciriyyil Fanevî, Ubeydullah Ahrar, Baba Semmasî, Bahaeddin Nakşibend, Muhammed Semerkandî K.S. gibi “Silsile-i Aliyye”nin başbuğ velileri ve onların yetiştirdiği irfan orduları, bu bölgedeki dalâlet ve bid’atlarla mücadele edip, insanlara tebliğ ve irşad hizmeti götürdüler.
Semerkand, bu nur deryası insanların bereketlendirdiği topraklardı. Onların feyzleri buradan tüm dünyaya yayıldı. Mekke ve Medine’den sonra, İslâm’ın bütün güzelliğiyle, tadıyla yaşandığı bir merkez oldu. İlim, fikir, zikir, feyz, dua, bereket ve rahmet kaynağı, cennet bahçelerinden bir bahçeydi Semerkand.
Evet, Semerkand bir toprak parçası olarak değil, ama damarlarımızda dolaşan ilâhi sevgiye menba olmuş büyüklerimizi bağrında yaşatan bir şehir olarak, hâlâ bizim için sevgili ve önemli. Ve hep öyle olacak...