Akıl gücümüzün tükendiği, bilgimizin çözüme yetmediği durumlarla sürekli karşılaşıp durmaktayız. Böyle zamanlarda yardım alabileceğimiz başka akılların, tecrübeli insanların yanıbaşımızda olduğunu görüp seviniriz. Çünkü onların bilgilerinden, tecrübelerinden destek alarak sorunlarımızı aşmamız mümkün. İşte böylesine temel bir ihtiyaç istişare. Ve birlikte yaşamanın, paylaşmanın temel ilkesi.Yüce Rabbimiz, iman bağı ile kardeş yaptığı müminlerden her işte birlik istiyor. İndirdiği Şura Suresi’nde birbirimize yakınlaşmayı ve paylaşmayı emrediyor. Bu surede müminlerin en temel vasıfları şöyle sıralanır: “İman edip Rablerine güvenen müminler: Büyük günahlardan ve hayasızca davranışlardan kaçınırlar. Kızdıkları zaman kusurları bağışlarlar. Rabblerinin davetine gönül hoşluğu ile uyar, namazı kılarlar. İşlerini ortaklaşa yaparlar. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. Bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaşırlar.” (Şura/36-39) Bu ayet Mekke’de nazil oldu. Mekke’de müminlere iman ve ahlâk dersi veriliyor, birlik öğretiliyordu. Kelime-i Şehadet ve namazdan sonra işlerin ortak yapılması, zorlukların paylaşılması ve biribirine güven isteniyordu. Allah Rasulü (A.S.) efendimiz, her müslümanın kalbini tek yaratıcıya bağladığı gibi, işlerini de tek hedefte topluyordu. Bu hedef, hak olanı bulmak, hakta toplanmaktı. Hakkı bulmak, doğruya ulaşmak için de birlik ve istişare gerekiyordu. İşleri ve mesuliyeti paylaşmak icabediyordu. Böylece sevinçler ve acılar ortak olacaktı. İslâm, müslümanları bir vücudun parçaları şeklinde tanıtıyordu. Ve her parça diğerini tamamlamak için vardı. Bu din, insanlara bencillik yerine paylaşmayı, ayrılık yerine birliği emretmiştir. Öyle ki, vahiyle desteklenmiş Yüce Peygamber’in bile tek başına hareket etmemesi istenmiştir. Medine döneminde Uhud harbinin peşinden inen ayetler, Hz. Peygamberi (A.S.) hem övüyor, hem de şöyle yönlendiriyordu: “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Artık onları bağışla, günahları için mağfiret dile. Yapacağın işlerde onlarla istişare et. Bir kere de azmettin mi artık Allah’a güvenip dayan. Hiç şüphesiz Allah kendisine güvenip dayananları sever.” (Al-i İmran/159) Hz. Peygamber (A.S.)’ın ashabı ile istişare etmesi, ondaki tevazuyu ve kadirşinaslığı gösteriyor. Aslında O, Allah tarafından vahiyle desteklenen bir peygamberdi. İnsanların en zekisi ve en tedbirlisi idi. Her sözü dinlenir, bütün emirlerine canla başla uyulurdu. Kimse ondan bir yalana ve yanlışa şahit olmamıştı. Bütün bunlara rağmen Allahu Tealâ ondan ashabıyla istişare etmesini istemiştir. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü (A.S.) vahiy gelmeyen pek çok konuda ashabını karşısına alıp, “bu konuda ne düşünüyorsunuz, nasıl hareket edelim?” diye fikirlerini alırdı. Kendisini adım adım izleyen büyük Sahabi Ebu Hureyre (R.A.), onun bu halini “ben Allah Rasulünden daha fazla istişare eden kimse görmedim” sözleriyle dile getirir. (Tirmizi) Rasulullah (A.S.) bütün bunları ümmetine örnek olsun diye yapmıştır. Bunu kendisi şöyle belirtiyor: “Biliniz ki Allah ve Rasulünün istişareye ihtiyacı yoktur. Fakat Allah istişareyi ümmetim için bir rahmet kıldı. Ümmetimden istişare eden kimse doğruya ulaşmaktan mahrum olmaz; onu terk eden ise hatadan kurtulmaz.” (Beyhakî, Alûsî)
Geleceğimiz İçin İstişare
Hz. Peygambere emredilen istişare bana gerekmez diyebilecek bir müslüman olabilir mi? Üstelik bizler gökten vahiy almıyoruz. Yaptığımız hatalar Allah tarafından anında düzeltilmiyor. Akıllarımız feraset nuru ile aydınlanmış, kalplerimiz hikmetle cilalanmış değil. Öyleyse bizler desteğe daha çok muhtacız demektir. Ciddi işlerde tek başına karar vermekten, istediğimiz gibi hareket etmekten kaçınmalıyız. Din ve dünya ile ilgili önemli bir işimizde, bilmediğimiz şeyleri o işin ehline sormalıyız. Öğreneceğimiz şey farz ise, sormak da farzdır. Hayır ve fazilet olan işlerde ise istişare, fazilet ve rahmettir. Bazen nefsimize zor gelse de işlerimizi ehil kimselerle istişare etmeliyiz. Bir işin ehli demek, o işten anlayan, tecrübeli, bilgili ve işin içinde olan kimse demektir. Atalarımız, “bir elin nesi var, iki elin sesi var?”, “danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış”, “derdini söylemeyen derman bulamaz” gibi ifadelerle insanın tek başına zayıf ve noksan olduğunu vurgulayıp, yardımlaşmaya ve işi ehline danışmaya dikkat çekmişlerdir. Efendimizin (A.S.) şu uyarısına kulak vermeliyiz: “Allahu Tealâ ümmetimi eğri yolda ve bozuk işlerde birleştirmeyecektir. Allahın eli (rahmet ve desteği) cemaatın üzerindedir. Cemaatten ayrılıp tek başına kalan ateştedir.” (Tirmizî, Taberanî) Şu halde rahmet cemaatte, doğruya isabet istişarededir. Özellikle sorumlu olduğumuz ve idareciliğini yaptığımız işlerde kendi bilgi ve tecrübemiz ile yetinmemeliyiz. Bilgi ve tecrübesi olan kimselerle meseleyi değerlendirmeli, araştırmalı ve bir sonuca varmalıyız. İşi ve mesuliyeti paylaşan insanlar, yükün altına gönül hoşluğuyla girerler ve işin çilesine sonuna kadar sabrederler.Temel Ölçüler
İstişarede esas, saygıdır, sevgidir, samimi olmak ve güvenmektir. Efendimizin belirttiği gibi, din samimiyet üzerine kurulmuştur. Müslüman, Yüce Allah’a, O’nun kitabına, peygamberine, başındaki idarecisine ve mümin kardeşlerine karşı içi ve dışıyla samimi olmalıdır. (Buhari, Müslim) Kendisine danışılan kimse de bildiği doğruyu gizlememelidir. Efendimiz (A.S.): “Kendisiyle istişare edilen kimse emin kabul edilen biridir.” buyuruyor. (Ebu Davud, Tirmizi, İbnu Mace) İstişare, güleryüz ve tatlı bir dille yapılmalıdır. Allahu Tealâ, peygamberine: “Eğer sen kaba davranışlı ve katı kalpli olsaydın etrafında kimse kalmaz hepsi dağılır giderdi.” buyuruyor. İnsanları bir işin başında toplamak isteyen herkes sabırlı, yumuşak huylu ve güler yüzlü olmalıdır. Yoksa, kendisinden başkasını sevemeyen ve kimseye güvenmeyen kimse katı kalbi, sert suratı ve acı dili ile başbaşa kalır. İnsanlar her zaman tebessüm eden bir yüze, güven veren bir söze, kendilerini kusurlarıyla kabul edebilen ve karşılıksız sevebilen bir gönle muhtaçtırlar. Sonuç olarak istişare: İlahi emre, rahmet peygamberinin sünnetine uymaktır. Hakkı bulmada en kısa, en verimli ve en selametli yoldur. Dostlar ile dertleşmek ve yükü paylaşmaktır. Bencilliği yok etmek ve nefsi ben bilirim kuruntusundan temizlemenin önemli bir yoludur. İnsana değer vermek ve fikirlerinden istifade etmektir. Hiçbir şeye muhtaç olmayan yalnızca Allah...