Tarih sahnesinde bütün toplumlar, bazı özelliklerle kendini belli eder. Kimi istilacı, kimi yıkıcı, kimi silik ve edilgen... Tarihte ve bugün müslümanlar hangi vasıflarıyla öne çıkar, hangi vazifeler için yaşarlar? Ya da Hz. Peygamber’in Sünneti nasıl bir hayat modeli öngörür?Sünnet, müslümanların fert ve toplum hayatı için kapsamlı ve detaylı bir projedir ve tefsir edilmiş bir Kur’an’ı ve hayata aktarılmış bir İslam’ı temsil eder. Nitekim müminlerin annesi Hz. Aişe (R.A.), derin anlayışı ve basireti ile bu hususu çok iyi anlamış ve Efendimiz’in ahlâkından sorulduğunda gayet açık ve net bir ifade ile “Onun ahlâkı Kur’an’dı” (Müslim, Ebu Davud) diye cevap vermişti. Sünnet’in getirdiği bu kapsamlı hayat tarzını Kardavî şöyle ifade eder: “Bu, uzunluk, genişlik ve derinlik olarak insan hayatının hepsini kaplaması ile öne çıkan bir yaklaşımdır. Uzunlukla, insanın doğumundan ölümüne dek bütün hayatını kapsayan zaman dilimini kastediyoruz. Genişlik ile de; evde, çarşıda, mescitte, yolda, işte, Allah ile olan ilişkide, kişi, aile, müslüman veya gayr-i müslimlerle, hatta hayvan ve bitkilerle olan ilişkilerde hayatın her alanını kuşatan genişliği kastediyoruz. Derinlikten kastımız ise, insan hayatının iç yapısındaki derinliktir ki, bu da vücut, akıl ve ruhu kapsar. Zahir ve batını içine alır; söz, amel ve niyeti de kuşatır.” Rasul-i Ekrem’in, inşası için hayatını vakfettiği bu hayat modelinin merkezinde elbette yüce Kur’an yer almaktaydı. Bu sayede aşırılıklardan da pasiflikten de uzak, vasat (orta yolu tercih eden), bütün insanlığa örnek, güçlü ve her zorluğu aşabilen bir toplum oluştu. Ne var ki, Sünnet’in bütün yönleri ile yaşandığı Asr-ı Saadet ile insanlar arasındaki zaman uzayınca, sahabenin anlayıp yaşadıkları sünnet anlayışından kaymalar oldu. Sünnetin fert ve toplum hayatına kazandırmayı murad ettiği temel özellikler neydi? Bu sorulara çok detaylı cevaplar verilebilir elbette. Ama biz, bakış açımızı biraz daraltarak, müslümanların örnek ve önder olma vasıflarına değinmek istiyoruz.
Ölçülü Toplum
Yüce Rabbimiz, Rasul-i Ekrem’in oluşturduğu ve kıyamete kadar gelecek insanlar için örnek olan toplumdan bahisle şöyle buyurur: “İşte böyle sizi vasat bir ümmet yaptık ki insanlara şahitler (örnek) olasınız, Peygamber de size karşı şahit (örnek) olsun.” (Bakara/143) Vasat ümmet; belirlenmiş sınırları aşmayan, orta yolu izleyen, diğer milletlere adil davranan, onlarla olan ilişkilerini hak ve adalet esasına dayandıran, doğru ve soylu bir toplum. Şahit, bir hakkı ispatta bilgisine başvurulan ve hükme delil olarak alınan, adil, hakkı söyleyen, sözüne itibar edilen, her yönüyle örnek kimse. Neticede, insanlar arasında adaleti ve hakkı gerçekleştiren, insanlar için ölçü ve değerler koyan dengeli bir toplum. İnsanlar arasında güvene layık görüşler ortaya koyan, insana ait tasavvurları, adet ve duyguları hesaba katarak hüküm veren; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilen bir toplum. Düşünce ve kabullenişlerinde de vasat bir toplum... Ne sırf dünyaya dalar, ne de tamamen ahirete gömülür. Hayatını sürdürmek için çalıştığı kadar, manen yükselebilmek için de çalışır. Tecrübe ve marifet kapılarını kapamadığı gibi, bildiğiyle donup kalmaz. Hayatı tamamen hislerin ve vicdanın emrine bırakmadığı gibi, büsbütün cezalandırma usüllerine de bırakmaz. Terbiye ve yönlendirmeyle gönülleri ulvileştirir. İnsanları sultanların kamçısına bırakmadığı gibi, sadece ferdî vicdanlarıyla da başbaşa bırakmaz. Gelişmeye yönelik hamleleri harekete geçirerek, bireyin şahsiyetini geliştiren yetenek ve özellikleri serbest bırakır. Bireyi topluma yardımcı kılar, topluma da bireyi koruma görev ve sorumluluğu verir.Örnek Toplum
Yüce Rabbimiz, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar, Allah’a da inanırsınız...” (Al-i İmran/110) buyuruyor. Ayet-i kerime, Müslümanları yüceltip şereflendirdiği gibi, önemli vazifeler de yüklüyor. Ayette geçen ‘çıkarılmış’ ifadesi özellikle dikkati çeken bir husus. Latif ve müdebbir bir el, bu milleti gayb aleminin karanlıklarından çekip, onları varlık sahnesine yerleştiriyor. Kendine ait özellikleri, makamları, görevleri olan bir millet... İşte böyle bir toplum bütün insanlara örnektir. İnsanlığa önderlik yapma ve yeryüzünün neresinde adaletsizlik varsa giderme ve adaleti icra etme mevkiindedir. Müslümanların, Cenab-ı Hak tarafından üzerlerine yüklenen bu vazifenin bilincinde olmaları gerekiyor. Şartlar onu çok zayıf düşürmüş olsa da, en azından böyle bir vazifesi olduğunu ve tarihinin bu vazifenin ifa örnekleriyle dolu olduğunu unutmaması gerekiyor. Neticede uydu değil, diğer milletlere örnek ve önder olma şuurunu taşıması gerekiyor.Önder Toplum
Rasulullah (A.S.) buyuruyorlar ki: “Yahudi ve Hıristiyanlara (hayat tarzınıza ve hakikate dair) birşey sormayınız. Onlar dalalette olduklarından size doğru yolu gösteremezler. Bu durumda siz, ya batılı tasdik edersiniz, ya da hakkı yalanlarsınız. Allah’a yemin ederim ki, Eğer Musa (A.S.) aranızda olsaydı, bana uymaktan başka bir şey yapmazdı.” (Ebu Ya’lâ) Bu Nebevî ikaz, hayat tarzımız ve hakikat anlayışımızla ilgili ölçüyü yeterince anlatmıyor mu? Müminler kendilerine başka toplumları örnek ve lider tanırsa, hayata ait değerleri onlardan devşirirse, yani kendisi gibi olmaktan vazgeçerse, durumu nasıl olur? Nasıl olacağını bizzat Rabbimiz bize söylüyor: “Ey iman edenler, eğer kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye uyarsanız, imanınızdan sonra sizi çevirirler de kâfir yaparlar.” (Al-i İmran/100) Diğer taraftan, başka toplumlara uymak, onların değerlerini almak, her şeyden önce müslümanların örneklik ve önderlik vasfını kaybettiklerinin, yeryüzünde ikinci sınıf insan olduklarının kendileri tarafından itirafı manasına gelmez mi? Yeniden kendi kişilik ve kimliğimizi kazanabilmenin, dahası geçmişte olduğu gibi yeniden insanlığa örnek ve önder olabilmenin temel şartı, “Allah Rasulünde sizler için uyulacak güzel örnekler vardır” ayetini bir kez daha düşünmekten başka ne olabilir? Yani hal ve hareketimizde, söz ve davranışımızda Rasul-i Ekrem’i örnek almak ve sırat-ı müstakim üzere yürümeyi hayat gayesi yapmak... Biraz düşünürsek, her alanda bunalım ve huzursuzluğun pençesinde kıvranan, insanı insan yapan her türlü değeri eskiten insanlığın da bizden bunu beklediğini anlayabiliriz.Karamsarlığa Gerek Var mı?
Huzura ve barışa götüren hayat modelini bizlere tanıtan Rasulullah Efendimiz, dünyadaki ömürlerini tamamlayıp Yüce Dost’a ulaşmış olsa da, Allah’ın ayetleri ve Rasulünün Sünneti kıyamete kadar bakidir. Üstelik o yaşantıyı hayatlarıyla örnekleyip bugüne taşıyan peygamber vârisi rabbani alimler her devirde aramızda olacaklar. Artık müslümanlardan beklenen, kendi kıymetlerini, varoluş hakikatlerini anlamaları, bunun idrakinde olmaları. Başkaları tarafından yönlendirilen değil, yönlendiren olmaları... Yükselmek için seçildiklerini, ümmetlerin en hayırlısı olduklarını bilmeleri... Allah Tealâ, yeryüzünde kuvveti şerre değil, hayra vermek ister. Öyleyse, hayırlı ümmetin, cahiliyye anlayışına sahip milletlerden bir takım değerler almaması; aksine, kendisini hayırlı kılan değerleri diğer toplumlara vermesi gerekir. Bugün yine bu ümmetin, Allah’ın kendisine sunduğu bu müstesna mevkiye kavuşmaması için hiçbir engel yoktur. Fakat müslümanlar, Allah’ın kendisi için seçtiği hayat tarzından uzaklaşmış, başka değerler edinmiş, Allah’ın boyasından iz bulunmayan çeşitli boyalara boyanmış bulunuyor. Oysa bu millet, ilahi sorumluluğu yüklenmek ve fedakarlıklara katlanmak için yaratılmıştır. Kim bilir, belki de Rasulullah ve şerefli ashabı gibi, bu ilahi göreve hazırlanması için fitne ve belalara maruz kalması tabiidir.