Aramak

Büyük Çağrı, Büyük Buluşma

“Emret Allahım; başım, gözüm üstüne! Hiçbir ortağı olmayan Allahım. Emir senindir! Şükür, nimet ve hakimiyetin hepsi senin; sadece senin! Senin hiçbir ortağın yok...”
Her şeyin sahibi ve yaratıcısı Yüce Mevlâ, binbir hikmetle, nice sırlarla yeryüzünde bir yapının adını “Beytullah” koyuyor. Beytullah , yani Allah'ın Evi. O mübarek evinin hemen yanı başında, dostu (halili) İbrahim a.s.'a bir makam ayırıyor .

İlâhi Davet

Sonra ona emrediyor: - Ey Halilim! Bütün insanları hacca çağır, beytimi tavaf etsinler. Halil İbrahim a.s. bir insan. Peygamber de olsa, Allah'ın halili de olsa bir insan. Diyor ki: - Ya Rab. Ben insanlara sesimi nasıl duyurayım? Her şeye kadir olan Cenab-ı Allah buyuruyor: - Ey Halilim! Çağırması senden, duyurması benden. Sen seslen, insanlara duyuracak olan benim. (İbn Ebi Şeybe, Musannef, c:11, s:518) Bu ilâhi teminatı alan İbrahim a.s. hiç tereddüt etmeden hemen oracıktaki Ebu Kubeys Dağı'na çıkıyor. Dört bir tarafa bütün gücüyle sesleniyor: - Ey insanlar! Rabbiniz bir ev edindi. Size, onu ziyaret etmenizi emrediyor! Ey insanlar! Kâbeyi tavaf etmeniz farz kılındı! Ey insanlar! Allah'a itaat edin! Ey Allah'ın Kulları! Rabbiniz'in davetine icabet edin!.. (Abdurrezzak, Musannef, c:5, s:97) “Hani bir zamanlar İbrahim için Beyt-i Şerif'in yanında bir makam hazırlamış ona şöyle demiştik: Bana hiçbir şeyi ortak koşma. Tavaf, kıyam, rükû ve secde edenler için de evimi temiz tut. İnsanlar arasında haccı ilan et. Yaya olarak veya binitlerle nice uzak yollardan Kâbe'ye gelsinler. Kendilerine ait bir takım yararları yakînen görsünler. Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanları belirli günlerde Allah'ın ismini anarak kurban etsinler. Onlardan hem kendileri yesinler, hem de fakirlere yedirsinler. Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Kâbe'yi tavaf etsinler. İşte bu şekilde, her kim Allah'ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse, bu Rabbi'nin katında kendisi için daha hayırlıdır.” (Hac, 26-30)

Akın Akın Geldiler

Yüce Rab'lerinin bu kudsi emrini duyan ve gücü yeten herkes; dağlardan taşlardan, vadilerden yollardan, uzaklardan, yakınlardan... her bir taraftan ziyarete geliyorlar. Rab'lerinin emrine icabet ediyorlar. Akın akın, dalga dalga. Kimi binekli kimi yaya. Hepsi aynı hedefe kilitlenmiş bir halde. Hep bir ağızdan şöyle haykırıyorlar: “Emret Allahım; başım, gözüm üstüne! Hiçbir ortağı olmayan Allahım; emir senindir! Şükür, nimet ve hakimiyetin hepsi senin; sadece senin! Senin hiçbir ortağın yok.” (Lebbeyk, Allahümme lebbeyk. Lâ şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni'mete leke vel-mülk. Lâ şerike lek.) Bunu sürekli haykırıyorlar. Binerken ve inerken. Yokuşlarda ve inişlerde. Gidişlerde ve dönemeçlerde. Her bir yeni harekette. Her bir yeni manzarada. Tam bir teslimiyet haliyle... “ Lebbeyk Allahümme lebbeyk ...”

Arafat Meydanı; Kıyamet Meydanı

“Hac Arafat'tan ibarettir” sözleriyle Peygamber s.a.v. Efendimiz'in vurguladığı gibi, haccın hikmetlerinin büyük kısmı Arafat'ta teceli eder. Tıpkı ikinci Sûr'a üfürüldükten sonra, bütün insanların toprağa bulanmış bir vaziyette mahşere koşuşması gibi, bütün hacılar bitkin bir vaziyette Arafat meydanına doluşurlar. Erkek ve kadın, yaşlı ve genç, hepsi. Kimi yaya, kimi binekle. Hepsi yorgun, ama son derece heyecanlı. Orada hiçbir ayrım göremezsiniz. Zengin fakir ayrımı yok. Siyah beyaz ayrımı yok. Köle efendi ayrımı yok. Hepsi aynı kıyafette, bembeyaz ihramlar içinde. İlâhi emre icabet ederler. Hep birlikte vakfeye dururlar. Bütün kalpleriyle, bütün ruhlarıyla sahiplerine, Allah'a yönelirler. Hep beraber ellerini kaldırırlar ve dualar ederler. Kendileri için, müminler için, bütün ümmet için. Onların bu kıyamına bütün melekler şahitlik eder. Dualarına amin derler. Ardından o yüce Rabb'in vaadi tecelli eder: “Kullarım sana beni sorarlarsa onlara de ki: Ben çok yakınım. Bana dua edenlerin duasını işitir ve kabul ederim.” (Bakara,186) Arafat'taki bu kıyam, sanki kıyamet meydanındaki o büyük kıyama hazırlık provası. Bütün ruhlar yeniden diriliyor. O büyük diriliş gibi. Merhum Necip Fazıl'ın ifadesiyle: “Arafat meydanı, kıyametin dünyadaki izdüşümü.”

Yorgunluk, Huzur, Heyecan

Arefe günü, öğle ve ikindi namazlarını Arafat'ta birleştirerek eda eden ve kıyama duran hacılar, akşam vaktinin girmesiyle Meş'ari'l-Haram'a yani Müzdelife'ye inerler. Akşam namazını kılmadan. Acele ile koşarak. Seller gibi. Telbiyeler getire getire... Oraya vardıklarında, akşam ve yatsı namazlarını yine birleştirerek eda ederler. Ardından Rab'lerini zikrederler. O'nun emrettiği şekilde. Ertesi sabah, namazın kılınması ve duanın yapılması ile Mina'ya doğru yola koyulurlar. Akın akın akarlar. Seller gibi çağlarlar. Hep birlikte şeytanı taşlarlar. Büyüğünü ve küçüğünü. Bütün şeytanları... Ayrıca nefislerini. İçlerindeki bütün putları, bütün masivayı. Taşlarlar da taşlarlar... Ardından kurbanlarını keserler. Onun kanının akmasıyla, kendi nefislerini de kurban ederler adeta. Onu muhasebeye çekerler. Bütün günahlarından tevbe ederler. Bir daha işlememeye azmederler. Tamamiyle temizlenmişlerdir artık. Ruhen ve bedenen. Şimdi o büyük randevuya hazır haldedirler.

Kalpler Pervane O Gün

Vakfelerini yapan, şeytanı taşlayan ve kurbanlarını kesen hacılar, bu kutlu yolculuklarının nihai zirvesine doğru giderler. Kâbe'ye doğru yola koyulurlar. Aşk ile coşku ile... Nihayet oraya varırlar. Hasret ile sevgi ile... İfada tavafını yerine getirirler. Gözyaşları ile... Kâbe'nin etrafında dönerler. Hamd ile şükür ile... Tıpkı pervane gibi, dönerler de dönerler... Adeta bir aşk okyanusunda yüzerler de yüzerler... Mültezem'e asılırlar. En derin dualarını ederler. Hacer-i Esved'i öperler doya doya. Zemzem içerler kana kana. Haccın bütün vazifelerini yerine getirirler ve o nebevî müjdeye erişirler. “Makbul bir haccın karşılığı, cennetten başka birşey değildir.” (Müslim, Nesaî, İbn Mace ) Cenab-ı Mevlâmız hacılarımızdan ibadetlerini kabul buyursun. Gitmemiş olanlarımıza da nasip ve müyesser eylesin -Amin. [box type="shadow"]

Sır Nasıl Tutulur?

Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanlı padişahı gibi sefere çıkacağı yerleri gizli tutarmış. Bir sefer hazırlığında, vezirlerinden biri ısrarla seferin yapılacağı ülkeyi sorunca, Yavuz ona der ki: - Sen sır saklamayı bilir misin? Vezirin “Evet hünkârım, bilirim” demesi üzerine, Yavuz şu cevabı yapıştırır: - İyi, ben de bilirim.[/box]
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy