İsrail, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) de yapılan son başkanlık seçimleriyle birlikte iktidara gelen Trump yönetimiyle birlikte bölgede iyiden iyiye saldırganlaşmaya başladı. Neo-Con yönetimin gayriresmî ideolojisi Evanjelizm, bugünkü İsrail yönetiminin “gönül rahatlığıyla” söylemekte bir beis görmediği Siyonist ideolojiye hizmet ediyor. Dolayısıyla Netanyahu, Ortadoğu’da bir adım atmada problem yaşayacağını hissettiği anda Washington’a başvurarak istediği kararı aldırıp, istediği açıklamayı yaptırıyor. Yine bu satırlarda paylaşmıştık; ABD’nin Tel Aviv Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararı, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olduğunun Amerikalılar tarafından deklare edilmesi anlamına geliyordu ve bu açıklama İsrail yönetiminin talebinden bağımsız bir şekilde yapılmamıştı. Keza, İsrail’in Gazze saldırılarına Amerikan yönetimi sessiz kalıyor, savunması gerektiğinde de bir kılıf uyduruyor.
Suriye iç savaşı, ülkenin komşularıyla tesis ettiği sınır güvenliğine de zarar vermiş durumda. Golan Tepeleri, Suriye yönetiminin uzun yıllardır İsrail’e karşı özenle koruduğu bölgelerin başında geliyor. Umman, Ürdün, Suriye ve İsrail’in ortak sınır noktası olan Golan Tepeleri’nin önemi yalnızca jeostratejik özelliğinden kaynaklanmıyor. İsrail su ihtiyacının yüzde otuzunu buradaki kaynaklardan karşılıyor. Ayrıca, bölgenin petrol bakımından zengin olması İsrail’in iştahını daha da kabartıyor.
Golan Tepeleri, 2011’e kadar Suriye silahlı kuvvetlerinin en güçlü unsuru I. Ordu tarafından korunuyordu. Tepeye I. Ordu’ya bağlı 14. Özel Kuvvetler Tümeni konuşlanmıştı. İsrail, Suriye rejimi tarafından özenle korunan Golan Tepeleri’ne açıktan saldırmaya çekiniyordu. İç savaş başladığında I. Ordu bölgeden çekilerek DAEŞ’le mücadele için ülkenin kuzey bölgesine intikal etti. Böylece söz konusu kritik bölge savunmasız kaldı. Birleşmiş Milletler’in (BM) “işgal altındaki Suriye toprakları” olarak kabul ettiği bu bölge için mevcut durum, ABD Başkanı “İsrail’in Golan Tepeleri’ndeki hâkimiyetini tanıdım” şeklinde açıklama yapsa da değişmiş değil.
Mevzunun bizimle ilgili bir tarafı da var elbette. Büyük İsrail Projesi, içerisinde Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin bulunduğu, İran’ın bir kısmıyla Irak ve Suriye topraklarının da dâhil edildiği geniş bir coğrafyada kurulacak “Büyük İsrail Devleti”ni öngörüyor. 2003’te Irak’ta Saddam Hüseyin’in iktidarı ABD’nin müdahalesiyle devrilmişti. Ülke büyük bir istikrarsızlığın ve parçalanmışlığın kucağına itilmişti. Ardından Arap Baharı dalgasının devamı niteliğinde olan Suriye iç savaşı başladı. Bugün Suriye için de benzer bir durum söz konusu. Golan Tepeleri İsrail’in egemenliğine geçerse, sınır ülkeler Ürdün, Lübnan ve Suriye, İsrail için açık hedef haline gelecek. Bu ülkeler kuşatıldığı ve ele geçirildiği zaman sıra Türkiye’ye gelmiş olacak.
Türkiye, kıskacı kırarak olası tehditleri bertaraf etmek için Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışıyor. Sudan’la yapılan anlaşmalar ve Arap Yarımadası’nı cepheden gören Savakin Adası’nın tahsisi için yapılan mutabakattan rahatsız olan ABD ve İsrail, ülkede darbe yaparak yönetimi alaşağı etti. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn gibi ülkeleri de safına çeken şer ittifakı, yavaş yavaş Büyük İsrail Projesi’nin köşe taşlarını dikmeye çalışıyor.
Yapılması gereken, özellikle Ortadoğu’da ikili ilişkilerin güçlendirilmeye çalışılması. Böyle bir dönemde kurulacak iyi ilişkiler, ihtimal dahilinde bulunan tehditleri ortadan kaldırmak için olmazsa olmaz şart gibi görünüyor. Ortadoğu halklarıyla pek çok ortak paydamız var. Çoğu yüz yıl önce kurulan bu devletlerin yönetimleriyle ortak paydaları güçlendirip, bölgede bir Türkiye merkezli bir birliği tesis etmemiz gerekiyor. İşte o zaman planlar yeniden gözden geçirilmeye, ütopyaların peşinde koşmanın boşa çaba olduğu anlaşılmaya başlanır.