Aramak

"Büyüyünce Çocuk Olmak İstiyorum"

“Aaa, babaaa, seni sen sandım” dedi Emin. Sarsıldım, donakaldım... Çocuk, beni ben sanmış, ne tuhaf. Güldüm, gülmeyi uzattım ama, aslında zaman kazanmaya çalıştım. Ne demeli, nasıl karşılık vermeliyim? Küçük bir boşluktan sonra hemen kendimi toparlayıp;  “Aaa.. ne ilginç, ben de seni sen sandım” diyebildim ancak. “Ben benim baba, peki ya sen?” demez mi çocuk. şimdi ne cevap vermeliyim. Ben, ben miyim acaba?

???...

Salih, daha önce kaç kez sarsmış, kaç kez terletmişti sorularıyla. Ve hissettirmişti: Her çocuk Allah’ın mührüdür. Evet, her çocuk biriciktir ve her çocuk eşsiz bir dil kullanır. Yaratılışın dili, ya da “intak- bi’l-Hak” dili. Yani Hakk’ın konuşturması.

Biz büyükler, büyüklüğümüzden, her şeyi bildiğimizden ne kadar emin olabiliyoruz? Ve çocuklara ne kadar az yöneliyoruz. Ve onları ne kadar az dinliyoruz. Onlara vermediğimiz, onlardan esirgediğimiz can kulaklarmızı ne lüzumsuz seslere kabartıyoruz. Biz büyükler sahi, niye her şeyi biliyoruz, niye bildiklerimizden bu kadar emin oluyoruz?

...

“Havası güzel olduğu için ülkemizi elimizden almak istiyorlar” dedi bir çocuk, Afganistan’da, duydunuz mu? O amansız Amerikan-İngiliz saldırısından, bir bu kelebek hafifliğindeki söz kaldı insanlığın vicdanına çarpacak. Ancak özgür bir kuşun, mesela bir albatrosun, binlerce yıldır döne döne bir dağ burcunda açan hür bir nevruzun, ya da ömründe hiçbir engelle karşılaşmamış saf bir kelebeğin söyleyebileceği bir söz: “Havası güzel olduğu için ülkemizi elimizden almak istiyorlar”

Dünya ajansları, hasbelkader, milyonlarca söz arasından bu sözü de geçtiler kayıtlara. Bundan yirmi yıl önce Sovyet Rusya aynı Afganistan’ı işgal ettiğinde, yine Afganlı bir çocuk, buradan giden bir şair “siz dünyanın en iyi çocuklarısınız” dediğinde şöyle demişti: “Bizim iyilerimiz şehit oldular”. Ne kadar saf, ne yalın ve ne kadar berrak! Bir çocuk imbiğinden süzülebilir ancak bu sözler. Bir kuşun, bir nevruzun, bir kelebeğin. Ancak bir çocuğun dimağından dökülebilir damıtılmış bir söz. Ancak bir çocuk bu denli sarsabilir uyuyan vicdanı. Strateji uzmanlarının derin analizlerini nasıl da çürüğe çkarır bir çocuk. Ama, ne kadar az dinliyoruz onları. Ve ne çok kendi sesimizle dolu kulaklarımız.

Ayrıntılardan bakmayı unuttuk dünyaya ve gökyüzüne. Küçük sanarak; elbet aldanarak çocukları, kuşları, çiçekleri küçük görüyoruz. Küçük diye yıldızları, kelebekleri küçük görüyoruz. Küçük görmekle kalmıyor, her küçük gördüğümüzü küçümsüyoruz üstelik. Büyük hesaplar, büyük sözler, büyük adamlar büyülüyor bizi. Büyüyünce büyük adam olmaya yönlendiriyoruz küçük çocukların büyük dünyalarını. Onların dünyalarındaki arı, duru, berrak, billur suyu bir an önce boşaltıp, büyüklük aşısı yapmalarını istiyoruz. Aniden büyümelerinden, aniden aramıza girmelerinden hoşlanıyor, mutlu oluyoruz. Ne yaman yanılgılara düşüyoruz. Kocaman çocuk yüreğini edebiyatla açan bir dostun beni çarpan bir yazsının adıydı: “Büyüyünce çocuk olmak istiyorum”. Büyüdü ve sahiden arzuladığı gibi bir çocuk oldu. Şimdi ipek kozasında, biz “otuz-beş kırk yaşındaki çocuklar” için rengârenk kumaşlar dokuyor.

Milyonlarca ayrıntı, milyonlarca kelebek, milyonlarca kuş uçuyor da gözümüzün önünden, birinin peşine düşmek gelmiyor aklımıza. “Çocuksu” diyoruz, “nahif” diyoruz, “gerçek dışı” bulduğumuza. Gerçeküstüne gerçek dışı diyoruz yanlışlıkla. Gerçeğin, katı diline ne kadar teslim olursak, savunma mekanizmalarımız o kadar güçlenecek sanıyoruz. Diller öğreniyoruz, yaşadığımız müddetçe, yeni diller.  Ural-Altay, Hint -Avrupa dil gruplarna dahil dillerle kalmıyor, sektör dilleri, bilgisayar dilleri, program dilleri, medyatik diller, salon dilleri öğreniyoruz. Dil aracılığıyla kendi gerçeğimizi, yani kendi duvarımızı örüyoruz. Kendimizle kendimiz arasındaki mesafe açıldığından, yükselttiğimiz kendi duvarımızdan aramıyoruz sesimizi. Sesimiz bize yetmiyor. Ana dilimizden, yani yaradılışın dilinden uzaklaşıyoruz.

Çocuk diline dönsek/dönebilsek belki -yani belli ki- uzaklarda aradığımızı gözümüzün önünde bulacak, hayrete düşeceğiz. Hayret öncesi şaşkınlıkla belki “aaa” diyeceğiz: Aaaa... Mümkün olsa, kendi çölümüzde, kendi dağımızda, kendi halimizde, kendi başımıza giderken, birden kendimizle karşılaşıp şaşkınlıkla “afedersin seni sen sandım” diyeceğiz. Ah, bir dönebilsek.

Bir yönelsek içimize Bir yürüsek badi badi Bir büyüsek. İlgilisine sorular:

Aramızda büyüyünce çocuk olmak isteyen kaç kişi var? Mümin ve muvahhid şairler neden darası alınmış sözlerini giderek azaltyor ve çocuk safiyetinde şiir söylüyorlar? “Çıktım erik dalına anda yedim üzümü” ne anlama gelir? Çocuklara selam olsun...

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy