Aramak

Çağdaş Hülyamız: Temiz Toplum Temiz Çevre

“Bütün bulanıkları durultmak istersen ey ulu kişi, ruhunu temizle, sonra halk kendiliğinden durulur.” KUTADGU BİLİG’den
  Çağdaş insanın bugün yüz yüze gelmiş olduğu en nihai ve en ürkütücü tehlike, çevresel kirlenme ve ruhsal bulanma tehlikesidir. Bu bulanma ve kirlenme, ademoğlunun ilk günahıyla insanlığın ruh ikliminde kendisini gösterdi. İnsanoğlunun ilk günahı, ilk kan. Kur’an-ı Kerim’de geçen kadim kavimlerin işlediği cürümler, şirk, inkar, fesat ve tuğyan, tarih boyunca insanlığın iç alemini hep bulandırıp durdu. Kalbini kin, haset ve kibir gibi günahlara bir melce yapan insanlık, dünyasını kan gölü ve kin diyarına çevirdi. Tarihi boyunca ilahi yasalara mütemadiyen başkaldırı içinde yaşayarak hep kendi egemenliğini ilan etmiş olan beşeriyet, en büyük zulmü işlemiş ve tevhid inancını şirkle, salih amellerin özündeki ihlası ise riya ile bulandırdı. Bu ruhsal ve amelî bulanma, fertten cemiyete, cemiyetten kavimlere yayıldı. Nihayet bu tuğyancı beşeriyetin kalbi, böyle uzun bir süreçten sonra, bu çok kutsanan yüzyılda, dış aleme taştı. Kısaca insanlık, kalbinden sonra dönüp, çevresini kirletti. Koyun koyuna yaşadığı, rızkını devşirdiği tabiata da ihanet etti. Bugün artık çevrebilimciler çok tuhaf kirlenme çeşitlerinden bahseder oldular. Işık kirlenmesi, ses kirlenmesi, toprak ve gürültü kirlenmesi, vesaire vesaire... İç alemi böylece tabiata akseden insanın cemiyet örgüsü de çevresinden pek farklı olamadı. Kirli ve kirleten bir cemiyet oluşturdu. Geçmişte Allah’a isyan edip, ilahi nizama baş kaldıran eski kavimler gibi, günümüz insanı da her mukaddesi çürüten ve öldüren bir cemiyet nizamı kurdu. Ve onun cemiyeti, birbirini sömüren; yok edilen ruhuyla ferdi, aileyi ve dolayısıyla da kendi varlığını yok eden, kemiren bir güruha dönüştü... Kısaca insanlığa hayat vaad eden ve hayatı sevimli ve manalı kılan bütün unsurlar, iç alemi bulanık bir insanlık tarafından kirletildi. Kendimizi takiyyeci, riyakar bir toplum içerisinde bulduk. Böyle bir toplumda ahlaki değerlerimizi yaşamak işkence haline geldi.  Artık kimin neyi istismar ettiğini, kimin nede samimi olduğunu anlamakta fevkalade zorluk çekmekteyiz. Cemiyet içerisinde birlikte yaşamamızı mümkün kılan biricik unsur olan birbirimize itimat duygularımız sarsıldı... Şimdi ise çevrebilimcilerimizden “temiz bir çevre” feryatları yükselirken, toplumbilimcilerimiz de “temiz bir toplum” gibi söylemler gündeme getirmekteler. Demek ki insanın en tabii iki dünyasına birden kasdedilmiş. Tabii ve sosyal çevresine... Öyle ki, su balıklar alemi ve hayat için ne kadar elzemse, bu iki muhit de insanlık için o kadar elzemdir. İşte çağımızın böyle çok boyutlu problemler altında hafakanlar yaşayan insanı, derdinin çaresini halâ kabukta aramakta... Zihniyet tutsaklığından kendisini bir türlü kurtaramamakta, maddeyi aşıp, ruh alemine yönelememektedir. Fiziksel kirlenmenin sebeplerini beşeriyetin işlediği günahlara bağlamak, varlığı madde ve mana boyutlarında bir bütün olarak göremeyenlere pek mantıklı gelmeyebilir. Ama Yüce Rabbimizin “İnsanların ellerinin kazandıkları yüzünden karada ve denizde fesat, bozgunculuk zuhur etmiştir. Neticede Allah onlara, belki vaz geçerler diye yaptıklarının bir kısmını tattırır.” (Rum/41) meal-i kerimesi, inanan insana bu çağda yaşadığımız bu çok yönlü afetlerin menşeinde yatan gerçek sebebi göstermeye yeter. Evet... İşlediklerimiz yüzünden karada ve denizde fesat zuhur etti ve modern çağın insanı şimdi bu bozgunun acı meyvelerini tatmakta. Artık temiz bir medeniyetin yollarını arayıp bulmak ve bu çağdaş kirlilikten kurtulmak, temiz bir çevre kurup, temiz bir toplum kumaşını dokumak isteyen herkese, toplumların ve insanlığın önderlerine, 1067 yılından, Kutadgu Bilig’den Türk İslam İrfanından bir hikmet pırıltısı sunuyorum. Yusuf Has Hacip: “Cümle bulanıklıkları durultmak istersen ey ulu kişi, özünü süz, sonra memleketin kendiliğinden durulur” diyor. İnsanlığın gerçek kurtarıcıları peygamberler, onların izinden yürüyen ve Rabbimizin, “uyanık olun! Allah’ın veli kullarına korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar... Onlara dünya hayatında müjdeler vardır.” (Yunus/64) Fermanındaki övgüye mazhar olan veli kullar, yaşadıkları her devir ve mekanda hep özlerini süzmekle meşgul olmuşlar. Arı duru pınar suları gibi hayat ve temizlik veren ilahi feyizlerle hem temizlenmiş ve hem de gönülleri temizlemişler. Ve bütün zamanlarda onların ocakları, durulmak isteyen herkes için bir mektep ve hatta bir melce olagelmiştir. İşte bu yüzdendir ki, Kur’an ve Sünnetin feyzi ile beşeriyetin ruh iklimlerinde dirilten bahar rüzgarlarını estiren, bir yandan gecelerin koynunda ağlayıp, inci gibi berrak ve temiz göz yaşlarıyla kendi iç alemlerini yıkarlaren, öte taraftan da varlığın mana boyutunda, alemin kirlerini yıkayan; mübarek yüzlerine bakanlara Allah’ı hatırlatan, gül yüzleri peygamberî tebessümle süslü, “ulvi olan sükuttur, maadası zaaftır” der gibi derin ve manalı bakan gözleriyle, sözü asla israf etmeyen sohbetleriyle, insanlığın Allah’a giden yollarında irşad meş’alelerini yakan tasavvuf erenlerinin davası, bütün zamanlarda ve mekanlarda insanlığın ufkundan inmeyen bir bayrak olmuştur. Artık bütün insanlık için durulmanın biricik yolu, bu evrensel bayrak altında toplanmak ve Kur’an ahlakıyla süslenmiş Hak erlerinin ocağında önce özümüzü süzmek, gönül kandillerimizi yakmak, karanlık yollara ve toplumlara öylece çıkmaktır Yeter ki bizler ışık isanlar olalım. Bizler ışıdıktan sonra, karanlığın ışığa karşı mukavemeti ne olabilir ki...
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy