Aramak

Cam Fanus Siteler

İnsanoğlunun rahata çabuk alışmak gibi bir hüneri var. Geçmişi unutup kolayca adapte olabiliyor. Geldiği yeri unuttuğu bir tarafa, kendi köklerini bile kılıfa sokabiliyor. Site öncesi (S.Ö.) ve site sonrası (S.S.) farklı bir hayat yaşanıyor.
Siteler, 21. yüzyıl şehirlerinin gösterişli yapıları. Yüzme havuzları, tenis kortları, basketbol ve futbol sahaları, alışveriş merkezleri ve kafeleriyle gelir düzeyi yüsek kesimlerin yeni yerleşim merkezleri. Şehir içinde bambaşka şehirler... Sitelerin tercih edilme sebepleri masumane gözükse de altında yatan başka nedenler var. Kenar mahalle kültüründen bıkanların, çocuklarını düşük tabaka ailelerin çocuklarından uzak tutmak isteyenlerin, evlerinin “yol geçen hanı” olmasını istemeyenlerin ilk hedefi siteler artık. Çünkü siteler, gerçekten de herkesin giremediği yerler. Girmek için nufüs kağıdının bırakıldığı, ev sahibinin geleni kabul edip etmediğinin sorulduğu mekânlar. Çat kapı gidemediğin ve dışarıdan geçenlerin gıptayla baktığı evler. Parmaklıkların ardında Amacımız siteleri kötülemek asla değil. Sadece küçük bir bakış sunabilmek. Dışı seni yakarken asıl içerideki yangını gösterebilmek. Yani bir nevi “dışarıdakiler ve içeridekiler.” Çiçek ve yapraklarla bezenmiş site duvarlarının altındaki o görünmeyen sivri demir parmaklıklara dokunabilmek... Anne ve babalarımızın yaşadığı mahallelerden geldik hepimiz. Kendimizin büyüyüp yetiştiği o sokaklardan ve okullardan... Hatta durumu düzeltmeden hemen önce bizim de yaşadığımız yerlerdi oraları, o kenar mahalleler! Geldiğimiz yerleri araba camından seyrediyoruz artık, hızla geçerek hem de... Aslında çocuklarımızı iyi yetiştirmek gibi masumane bir amaçla taşındı sitelere bir çoğumuz. Hırsızların uğursuzların gazabına uğramamak için taşınanlarımız da oldu. Ne çabalarla alındı o evler... Paralar biriktirildi, krediler çekilip faizleri bile ödendi. Taşındık mutluluk ve heyecanla. Eski evin komşularına da bir iki kez gidip geldik “unuttu” demesinler diye. Ve birkaç formaliteden sonra ferah evlerimize yerleştik. Okşayıp ninnilerle büyüttüğümüz nefslerimize hakim olmanın, kibire kapılmamanın zor olduğu mekânlar siteler. Lüksün ve zenginliğin hazımsızlığını yaşayıp mütevaziliğin kaybolmaya yüz tuttuğu yerler. İstemeden de olsa değiştik biz de. Yüzme havuzları gözümüzü harama alışkın hale getirdi. Acaba kaçımız farkında? İhtiyacı olanlardan habersiz Dış dünyaya yavaş yavaş kapatıyoruz kapıları. Eskiden Ramazanlarda iftara 5-10 dakika kala birkaç yoksul gelirdi, o bizim kenar mahalledeki evimize. Hemen sofra kurar, yedirir içirir, sevap kazanma derdine bakardık. Ayşe Teyzenin evde odunu bitse, 2-3 kucak odun alıp götürürdük ona. Çocuklar kavga etse çağırır, ekmek arası bir şeyler verip aralarını düzeltirdik. Şimdiki gibi “Oynama yavrum o çocukla!” deyip fitne sokmazdık. Ne acıdır ki bunları birer maziymiş gibi anlatıyoruz. Üç dört sene önce oralarda oturan bizler değil miydik? İnsanoğlunun rahata çabuk alışmak gibi bir hüneri var. Geçmişi unutup kolayca adapte olabiliyor. Geldiği yeri unuttuğu bir tarafa, kendi köklerini bile kılıfa sokabiliyor. Site öncesi (S.Ö.) ve site sonrası (S.S.) farklı bir hayat yaşanıyor. Bu lüks ve muazzam yapılara taşınmadan önce ana-babasıyla övünenlerin siteye geçince utandıklarını gördük. Basma etekli, tülbentli anneler gece getirildi eve ve sabaha kılık-kıyafet değiştirilip, modern anne görünümüne sokuldu. Mümkün mertebe az konuşturuldular. Malum, şiveler giysiler gibi kolay değişmiyor çünkü.Köydeki evler ise villaya, çapa yapmaktan su toplayan eller de alerjik mayasıla döndü. Erkeklerden ziyade kadınlar kapılıyor bu site furyasına. Kıyafetler markalı olmadıktan sonra her hangi bir yer edinemiyorsun. İşin en acı yanı ise Allah yolunda dosdoğru yürürken, taşındıktan sonra rotayı değiştirenler oluyor. Her ne kadar yazmak istemesek de değinmeden geçilecek bir konu değil bu. Hep birden Muhammed s.a.v.’in ümmetiyiz ama bir kesim lüks denizinde kardeşlerini unutuyor, hatta tepeden bakıyor. Nihayet kimliğini kaybediyor ve yaratılış gayesini unutuyor. Modernlik adı altındaki çöküşü yaşıyor. Erkek-kadın karma havuzlara giriliyor. Haşemayla!.. İçki içmeyenler yine içmiyor ama sitenin düzenlediği danslı müzikli ortamda yeni arkadaşlarını yalnız bırakmıyor. Kadınlı erkekli ev oturmaları ve site eğlenceleri birbirleriyle kaynaştırıyor. Ne sakınmak kalıyor ne de hayâ... Mal sahibi Kiracı olarak taşınanlar, siteden ev alabilmek için adeta yarışıyor. Bankadan faizle paralar çekiliyor, elde avuçta ne varsa ortaya dökülüyor. Çünkü sitelerde kiracı ve mal sahibi diye bir kavram var. Eğer kiracı olarak taşınıldıysa gidici gözüyle bakıldığından münasebetler ona göre şekilleniyor. Zaten yeni taşınan birine sorulan ilk soru “Kendi evin mi?” oluyor. Kiracıysa samimi olmaya gerek görülmüyor. Evin varsa -hele de 2-3 tane olursa- sevilmesen bile itibar görüyorsun. Bu yüzden eğer kendini saygı ve itibar görmeye adamışsan ne pahasına olursa olsun ev almaya çalışıyorsun. Ve sonunda sen de siteli oluyorsun. Sitelerdeki ortam yaşam şeklini de belirliyor. Topluma uyma psikolojisi ile verilen tavizler birbirini izliyor. Giyimler modernleşiyor, konuşmalar tamamen dünya odaklı olmaya başlıyor ve ortaya büyük bir savrulma çıkıyor. Nimeti verenin değil de nimetin görüldüğü yerler siteler. Siteler deyip duruyoruz. Taşlardan ve tuğlalardan ibaretler esasen. Ama oturanların halleri ve tavırları birçok insanın içinde yaralar açıyor. Ahir zaman ümmeti olmak zor. Dengeyi koruyabilmekse herkesin harcı değil. Neyi temsil ediyoruz? Zenginken mütevazi olmayı ve israftan kaçınmayı emreden bir dinin temsilcisiyiz. İnsan ayırmanın, kibrin ve hırsın, mal yığıp biriktirmenin, cimriliğin ve hasedin haram olduğu bir dinin mensuplarıyız. Zararımız kendimize ve yetiştirdiğimiz çocuklara olur ancak. Hakiki iman sahibini altından saraylar bile bozamaz. Bizi değiştiren bir şeyler varsa, nefsi hesaba çekmek, sonra da Yüce Rabbimiz’in emir ve yasaklarıyla kontrol etmek zorundayız. Ne uyuyor ne uymuyor, rotadan ne kadar çıktık, bakmak zorundayız. Yoksa dünya kuyusundan çıkmanın imkanı yok. Cam fanus misali gördüğümüz sitelerin kurallarını kendimiz koyuyor, kırmızı çizgiyi de biz çekiyoruz. Kendimizden mi yoksa insanlardan mı kaçıyoruz, kimi kimden koruyoruz bilmiyorum. Oysa hepimizin gideceği yer iki metrelik bir mezar. İşin en garip yanı ise dünyadayken aramıza duvar ördüğümüz insanların mezardayken gelmesini beklediğimiz insanlara dönüşecek olması. Gerçi çektiğimiz kırmızı çizgileri mezarlıklara kadar uzattık. Oraları siteler gibi artık. Sessiz ve tenha... Yattığı hasırın izi yüzünde çıkan Peygamber’in ipek yatakta gözünü açamayan ümmetiyiz. Üç elbisesi olmayan Peygamber’in ne giyeceğini şaşıran ümmetiyiz. Ve bizler acınacak haline gülebilen ümmetiz. Kimsenin kimseye faydasının olmayacağı o günde, kaybeden ümmetlerden olmamak dileğiyle... [box type="shadow"]MAHALLEMİ ÖZLEDİM Bağırılmıyor 11. kattan yoldan geçen simitçiye. Sesimizi duyurana kadar rüzgâr alıp götürüyor zaten. Aşağı inene kadar da adam çoktan gitmiş oluyor. Bu  sabah da yiyemedik sıcak simitten. Aslında güvenliği arayıp “durdur şu simitçiyi!” diyeceğim ama olmaz ki! Ne düşünür adam, karşıda lüks ve markalı pastahane varken... Hay Allah! Dün overlokçu geçti bağıra bağıra. Utanmasam evdeki kenarı atmış halıyı götürecektim ama “ya gören olursa” diye düşünmeden edemedim. Nerden taşındık buraya? Annemi özledim. Mahalleden geçen patatesçi bile burnumda tütüyor. Günlerdir bekliyorum bir fakir gelse de çay-şeker versek diye. Gelmek de ne demek, güvenliğin önünde bile duramıyolar ki. Zavallılar, baksalar şöyle bir yukarıdan aşağıya, “Hop kardeşim! İşin mi yok git şurdan!” diye güvenlik başlarında. Şaşkın, üzgün, küçülmüş ve incinmiş gidiyorlar. Onların o eski elbiselerini ve kokularını özledim. Söz, eğer burdan kurtulursak, “Amca, arada bir de olsa yıkansan...” asla demeyeceğim onlara. Alt kattaki Afet Hanım hastaneden çıktı. Oğlu bırakıp çoktan gitmiştir bile. Gerçi evde kadını var ama yazık karşılayanı olmamıştır. Sıcacık çorba yaptım, götüreceğim az sonra. Acaba dahilisi kaçtı? Güvenlikten alıp aramalı, sonra gitmeli. Malum çat kapı gidemiyorsun. Allah korusun yüzsüz filan derler. Bizim oğlanlar arkadaşlarını çağırdılar. Sitenin halı sahası var. Maç yapacaklardı. Çocuklar mahalle çocukları yazık, gariban işte. Halı saha kirayalacak paraları yok. Bizim oğlanlar da çağırmış siteye. Ama güvenlik izin vermedi. Yönetimce alınan karara göre, dışarıdan kimse gelip oynayamaz. Kös kös eve geldi bizim oğlanlar. Ömer, yavrum! Hani geçen sene bizim camı kırdıydın ya şut çekip, para versem de yine kırsan olmaz mı? Söz, kızmayacağım bu sefer. Geçen gün asansör bakımı yapıldı. On bir katı yürüyerek çıktık. Sürekli bakımda zaten burda her şey. Asansör, havuz, saha, çim alan, her yer... Toza alerjisi olanlar iki ayda şifa buluyor burda. Kilolu gelen alttaki spor merkezinde selviye dönüyor. Hep bitkisel yeniyor, et eve nadir sokuluyor. Tatlı mı? “Aman Allahım asla!” Halbuki geçen ay baklava açıp çağıran da oydu. Tabi ya, o zaman taşınalı bir iki gün olmuştu. O şimdi siteli! Karar verdik bizimkiyle. Çocukları büyütüp evlendirelim, o zaman taşınacağız. Malum, çocukların emniyeti ve titiz yetiştirilmesi için duruyoruz. Öyle ya![/box]
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy