Aramak

Çeşmeler

“Su gib aziz ol” sözünü duymayanımız var mı? Susuzluğunu gideren insanın minnet duygusunu ifade eden dilimize yerleşmiş sözlerden sadece biridir bu söz. Bir yudumu için böylesine güzel dualarla teşekkür edilen su, tarih boyunca en belirleyici unsurlardan biri olagelmiştir. Su için savaşılmış, kuraklıktan dolayı büyük göçler yaşanmıştır. Ve su deyince hemen çeşmeler gelir akla. Özellikle de bizim çeşmelerimiz. Eşsiz zerafette bir “su kültürü”nü nakış nakış yansıtan, su gibi güzel bir nimeti daha da güzelleştiren çeşmelerimiz.
Tarihin her döneminde suyun hayat için vazgeçilmez bir ihtiyaç olması, insanoğlunu suyu kendi bulunduğu yere getirmeye zorlamıştır. Bu da kaçınılmaz olarak “su mimarisi”ni doğurmuştur. Su mimarisi deyince akla neler gelmiyor ki! Bentler, su kemerleri, sarnıçlar, çeşmeler, sebiller, şadırvan ve havuzlar... Geçmiş dönemlerde bütün yerleşim birimlerinde mümkün olan her yere çeşmeler yapılmıştır. Özellikle Osmanlı’nın gözde şehri İstanbul’da su mimarimizin birbirinden güzel örnekleri bulunur. Bu eserlerin bir bölümü, islâmî hayat tarzıyla suyun nasıl içiçe olduğunu kanıtlarcasına halâ ayaktadır. İstanbul’un fethinden sonra şehrin nüfusunun hızla artmasına paralel olarak şehrin su ihtiyacı da artmıştı. Bu sebeple devrin mimarî teknik ve anlayışının çok üzerinde projeler geliştirilmiş, özellikle Kanunî  devrinde şaşırtıcı mükemmellikte su tesisleri yapılmıştır. Suyu kaynağından şehre nakletmek üzere su kemerleri inşa edilmiş, şehre getirilen su, hemen hemen her köşebaşına yapılan zarif çeşmelerle halkın istifadesine sunulmuştu. Bu su kemerleri arasında Mimar Sinan’ın yaptığı Uzun Kemer, Güzelce Kemer, Müderris Kemeri ve Moğlova Kemeri, hem teknik ve mimarî özellikleri bakımından, hem de sanat açısından birer şaheserdir. Osmanlı’da vakıf anlayışı, çeşmeleri hayır hizmetlerinin önde gelenlerinden biri saymıştır. Bu anlayış, Osmanlı şehirlerini ve özellikle de İstanbul’u bir çeşmeler şehri haline gerirmişti. Başta hükümdar olmak üzere sadrazamdan bostancıbaşıya kadar yöneticiler ve halktan hali vakti yerinde olanlar sayısız çeşme yaptırmıştır. Bu çeşmeler, anıtsal çeşmeler, meydan çeşmeleri, köşebaşı çeşmeleri, sokak çeşmeleri ve duvar çeşmeleri gibi çeşitli biçimlerde yapılmıştır. Bu çeşmelerin en sadeleri kesme taştan, sivri kemerli duvar nişleri şeklindedir. Bunların su toplamak için bir haznesi, ön yüzünde de kabartmalarla işlenmiş bazen kitabeli bir ayna taşı bulunur. Su, ayna taşının ortasındaki musluktan önündeki yalağa akar. Musluğun her iki yanında zincirle bağlanmış kalaylı bakır tasın konacağı küçük hücreler yer alır. Çeşmenin önündeki yalağın iki yanında hem oturmaya hem de kovaları, testileri koymaya yarayan yatay iki taş bulunur. Bazı çeşmelerin, gelenleri güneşten ve yağmurdan korumaya yarayan sundurmaları da vardır. Çeşmelerin kitabelerinde ise içlerinde sultanların da bulunduğu devrin ünlü şair ve hattatlarının ustalıklarını görebiliriz. Bu tarihi kitabelerin her birinde  insanı tefekküre yönelten derin anlamların dile getirildiği, insana hizmetin yüceltildiği ve teşvik edildiği  beyitler bulunur. Tarihî çeşmelerimizden söz ederken, Sultan Üçüncü Ahmet’in Topkapı Sarayı önüne 1728 yılında yaptırdığı çeşmeye ayrı bir yer ayırmak gerekir. Biz, tek kelimeyle bir sanat şaheseri olan bu çeşmeyi anlatmak yerine, medeniyetimizdeki ruh inceliğini ve zerafeti görerek, dokunarak hissetmenizi; İstanbul’a yolu düşenlerin bu şaheseri ziyaret etmesini öneriyoruz. Bu çeşmedeki altın yaldızlı kalem işleri, renkli taş süslemeler, çiniler, kitabesindeki yazılar ve saçak süslemeleri, birçok klasik sanatımızı size bir arada sunacak. Su kültürümüzde çeşmeler kadar olmasa da zengin süslemeleri ile selsebiller de önemli yer tutar. Ustaca düzenlenmiş akustiklerle suyun sesinden de yararlanma amcıyla yapılan selsebiller,   bahçeleri, parkları canlandırmak için kullanılırdı. Ardarda küçük yalaklardan akan su, minik çağlayanlar şeklinde önlerindeki havuza dökülürdü. Boğaziçindeki yalı ve köşklerin bahçelerinde ağaçlar ve çiçekler arasından çok cazip şekillerde yapılan selsebiller, bilhassa 18. asırda yaygınlaşmıştır. Selsebillerin görüntüsü kadar, suyun çıkardığı ses insanı etkiler. Su mimarimizi oluşturan bu eserler, işlevlerinin ötesinde yüksek değeriyle de yerli-yabancı çok sayıda araştırmanın konusu olmuştur. Geçmişte, akla gelebilecek her alanda hizmet sunmak üzere kurulan vakıflar sayesinde kamu hizmeti gören diğer yapılar gibi çeşmeler de korunabiliyor, böylece yapılan hayırlar  uzun ömürlü oluyordu. “Sadaka-i câriye” düşüncesinin bir ürünü olan çeşmeler, hayatımızda eskisi gibi yer almıyor artık. Susadıysanız köşebaşındaki çeşmeye değil, markete gitmek zorundasınız. Ağzınızdan önce  gönlünüzü ferahlatan güzelim bir çeşmeden değil, suyu tutsak eden bir pet şişeden içeceksiniz. Oysa çeşme kültürümüzü koruyabilmemiz, yenilerini ekleyebilmemiz gerekirdi. Bir köşede yıkılmaya terk edilmiş mahzun çeşmeleri gördükçe, “biz yaşadığımız zamana ve mekâna kültürümüzün, imanımızın hangi mührünü vurabildik acaba?” diye sormadan edemiyor insan. Tarihî bir çeşme görürseniz, durun ve dinleyin. Artık suskun olsa da size anlatacak çok şeyi var.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy