Aramak

Çocukların Yaşı Tutmaz Ölmeye

Göğsünde bir karanfil gibi kanayan kurşun yarasıyla, dudaklarında donakalmış uçuk bir tebessümle hayata veda eden çocuk fotoğrafları karşısında parçalanan yüreklerin, kanlı yaş döken gözlerin ve çaresiz ellerin semaya çevrilmesinden başka yapacağı ne olabilir ki?
Çocuklarımız... Yarınımız, ümidimiz, sevincimiz. Ömür ağacının en tatlı meyveleri. Gözyaşımız, gülüşümüz çocuklar. Hangi ülkeden, hangi ırktan olursa olsun masumiyetin, duruluğun, güzelliğin sembolü çocuklar. Günahın kiri bulaşmamış yürektir onlar. Kini, nefreti, kötülüğü bilmeyen gülüştür. Büyüklerin anlamsız kavgalarından, kaygılarından, ihtiraslarından sıçrayan kirler üzerilerine sinmeyinceye kadar zirvelerdeki pınarlar, has bahçedeki çiçekler gibi tertemizdir çocuklar. Bir çocuğun bakışında yıkadığımız gözlerimize konar en ışıltılı yıldızlar. Bir huzur kelebeğinin gelip yüreğimize konduğunu onların bin renkli tebessümünde hissederiz. Sevincin bir buluttan sayısız damlalar gibi üzerimize yağdığını, onların yanında, onlarla birlikte el ele yürüdüğümüzde arınmışlığımızı hisseder, onlar gibi hafifler, onlar gibi koşmak isteriz; hayata ve huzura. Bir adım önde çocuklar Sokağa çıktığında, bir yola girdiğinde çeker elini elimizden. Hep bir adım önde yürümek ister. Onu önümüze katar gideriz. Önümüzde yürüyüşü çok şeyler söyler bize: Mutlu ol benim gibi, yüreğini rüzgâra ver, göklere ser gözlerini, kucakla bütün evreni! Dudağında çiçek açmış tebessümün kokusunu dağıtıver dört bir yana! Çocuksuluğun bakışını gözlerinden, güzellik duygusunu yüreğinden eksik etme ki sen de benliğini kaybetmeyesin! Hayatımıza dahil olan olumlu ve olumsuz her şeyden ilk etkilenen de çocuklar olur. Bayram sabahlarına bizi uyandıran onlardır, gece boyunca onları uyutmayan sevinçleriyle. Yine onların boyun büküşlerinden ve gözlerine inen nemden hissederiz bir hasretin ne denli yakıcı olduğunu. Yokluğu, varlığı, hüznü sevinci önce onların duruşundan, bakışından, tavırlarından taşırız yetişkin saydığımız ömrümüze. En çok çocukların acısı kanatır yüreğimizi, en çok gülüşleri bahara çevirdiği gibi dünyamızı. Nerede olursa olsun, onları hep mutlu görmek isteriz. Hiçbir şekilde çocukların acı çekmesine razı olmaz gönlümüz. Çünkü onlar olumsuz olan hiçbir şeyi hak etmeyen; kin, nefret, kötülük bilmeyen, çocukça bir kavganın birkaç saat sonrasında bile aynı bahçede el ele tutuşup arkadaşıyla oynamaya koyulan, her daim güzellik denizine akan duru ırmaklar gibidirler. Ülkelerinin bir sınırı yoktur yüreklerinde. Dünyadaki bütün insanlar aynıdır onların gözünde. Her şeyin ötesinde düşmanlığı bilmez o saf yürekler. Bunun içindir ki gökten bombalar yağarken, namlular kan kusarken köşe başlarından, yine ilk vurulan onlar olurlar, annelerinin bile öpmeye kıyamadığı yerlerinden. Çünkü onların dünyasında savaşın ve öldürmenin bir karşılığı yoktur. Daha oyun oynamaya doymadan, her halükârda oynamak için evinden çıkan çocukların tebessümlerini bir anda dudaklarında dondurur vahşetin soğuk eli. Karanfil rengidir son tebessümler Zulüm payidar olmaz. Zalimlerin de hesaba çekileceği gün gelir elbet. Bu inanç, bu ümit olmasaydı eğer, yangın yerine dönmüş yürekleri başka hangi muştu serinletebilirdi ki? Cenneti de cehennemi de var eden Rabb’e şükürler olsun! Her şeyi en güzel şekilde bilen ve gören O’dur ki, O’na ilticadan ve duadan gayrı bir şey gelmez elimizden. Göğsünde bir karanfil gibi kanayan kurşun yarasıyla, dudaklarında donakalmış uçuk bir tebessümle hayata veda eden çocuk fotoğrafları karşısında parçalanan yüreklerin, kanlı yaş döken gözlerin ve çaresiz ellerin semaya çevrilmesinden başka yapacağı ne olabilir ki? Zalimin zulmüne karşılık manevi silahından başka bir dayanağı olmayanların çaresizce inleyişleri, maddi silahlardan daha etkili bir gücü olacaktır inşallah. Mazlumun gözyaşı, günahsız masumların âhı bir tufana dönüşüp Kahhâr isminin tecellisi yakındır ümidi, yüreklerin sızlayan yaralarına merhemdir. Dünya kör, dünya sağır Dünyanın birçok yerinde insanî duygularından soyunmuş, sadece iktidar hırsları uğruna acımasızca günahsız çocukların kanını akıtmaktan çekinmeyen caniler karşısında susan, olup bitenlere gözlerini, çığlıklara karşı kulaklarını kapatan güç ve söz sahipleri de en az o zulmü işleyenler kadar sorumlu olmazlar mı? Bir film seyreder gibi televizyonlarda hiçbir suçu, günahı olmayanların üzerine yağan ateşleri görüp de yüreğinde ve vicdanında bir merhamet kanaması hissetmeyen; zalimler için de en azından elimden bu geliyor diyerek buğz etmeyenlerin insanlığı sorgulanmaz mı? Çocuklar, anneler, babalar ağlıyor nice kirli savaşlar sebebiyle. O bir ağlayış değil, bir feryattır, çığlıktır. Duymak, sadece kulaklara dolan bir ses olarak kalmadan, elini alnına koyarak o sesi yüreğe taşımaktır. Bu ses zulüm altında inleyenlerin sesidir, çığlığıdır. Duymamak kaçıp gitmektir yaşanılan alemden ve bunun imkanı yoktur. Arşa yükselen çığlıklar duyulmuyorsa, duyamayanlardadır eksiklik. Bir masum bakışın yürekler dağlayan saflığında, duruluğundadır o çığlık. Nerede olursa olsun hep aynıdır fotoğraf. Sonsuza gülümseyen dudaklarda bir kurşuna verilmiş umutlar değildir görünen. Aslında sıcak evlerinde buz dağlarının üstüne devrildiğini, fark etmeden yaşıyormuş gibi yaşayanlardır gerçekte ölen. Ne söyler bir çocuğun donuk gülüşü Çağ, bir gün simsiyah bir sayfada gördüğünde yaşadıklarını ve yaşattıklarını, boynuna demirden dağlar bağlanacaktır mutlaka. Geceler güne devrolunduğunda baykuşların da kaçacağı ormanları çoktan yangınlar sarmış olacak. Hangi umut tohumu kayboldu yürek toprağında ki? Bir de güneşin ve yağmurların kucağında büyüyen fidanlar ne zaman kucaklamadı gökyüzünü? Yüreğinde yangınları, gözlerinde umudu, avuçlarında ebabilleri taşıyanlar gün gelecek yerlere serecektir Ebrehe’nin fillerini. Bir duvar dibinde şefkatin ve yürek acısının kanatları kanarken ve küçücük bir yürek, ışığı sönmüş gözleriyle son defa bin bir sitemle insanlığın yüzüne bakarken, insanlık hâlâ gözlerini ve yüreğini üzerinde taşıyabiliyorsa kaybedilecek hiçbir şey kalmamış demektir. Her şeyini yitirmiş canların, hayatın üzerinde bir kamburdan bir yükten başka özelliği nedir ki? Kollarının arasında hangi can cananını, hangi yürek sızısıyla verdi kurşun yağmuruna? Bu fotoğrafı gökyüzü sayfasından indirdiğini sanmasın dünya. Ve unutmasın ki; nefesi ateş, bakışı ateş, yüreği ateş olanların bıraktığı her külden doğacak kaknüslerin sesiyle dolacak olan gökkubbeden, bir gün bu ateşi duymayanların üstüne şimşeklerle yağacaktır. Nice tebessümler toprağa düştü, kanayan bir gül gibi. Onlar son nefeslerinde gülümsediler hayata ve insanlara. Sanki, “Neyin kavgasını yapıyorsunuz?” diye sorar gibi. Aslında ölenlerin kendileri değil, onlara namlular çeviren ellerin asıl ölen olduğunu haykırır gibi. Ve o mütebessim yüzlerde dirilerden daha sıcak, daha canlı bir güzellik vardı. Onlarınki bütün dünyaya alaycı bir gülüştü aslında. Kaybeden değil, kazananların kendisi olduğunu bilerek, zavallı dünyaya acıyan bir bakıştı gözlerinde donup kalan. Çocuklara kıymayın! Her ne şekilde olursa olsun, çocukların hayata henüz merhaba derken, bu acuze dünyaya veda edişleri hazan bırakıyor gönül bağına. Ve duyguların acı bir tebessüm gibi kanayan yerinde çocukların sıcak yüreğinin yüreklere dokunuşu duyuluyor. Acının resminin çizildiği gökyüzünde ve bir çocuğun sıcak gülüşünün donakaldığı bir mermi üşütmesinde söylenecek söz kalmıyor, kelimeler uçup gidiyor. Kuruyan göz pınarlarımızdan bir damla olsun yangınlara düşmüyorsa, geriye kalan bir acı hüzün oluyor. Yaşlılar, kadınlar, çocuklar… Haklı savaşlarda bile onlara dokunulmaz. Ey kirlenmiş dünyanın kendi ateşine odun taşıyıcıları! Birçok yerde küçüktür, yaşı tutmuyor diye dışarıda bıraktığınız çocukları koymayın artık hedefinize! Çocuklar yakışmıyor, onların yaşı tutmuyor ölümlere!
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy