Çekingenliği genellikle sosyal şartlar doğurur. Aile ve okul ortamlarında alınan eğitimin şekli de önemli. Çocukluktaki ortam kimi zaman çekingenliğe sebep olurken, kimi zaman da çekingenliğin aşılmasını sağlar. Bu nedenle aileler yanlış tutumlardan özellikle kaçınmalı.
Her insan için okula başladığı ilk gün özel bir anlam taşır. Her başlangıcın ayrı bir heyecanı var zaten. Ama uzun yıllar sürecek okul hayatının başlangıcı apayrı bir heyecan taşır. Pek çok kişinin hatıralarında farklı bir yere sahiptir o gün. Oysa benim için çekingenlikten kaynaklanan tatsız, buruk bir anı olarak kalmıştır okula başladığım ilk gün.
“O gün, ben de tüm yaşıtlarım gibi heyecanla okul yoluna koyuldum. Üçüncü sınıftaki ablam bana rehberlik ediyordu. Ailemden başka bir yetişkin benimle okula gelememişti. İlk ders zili çaldığında ablam beni okula yeni başlayanların bulunduğu grubun yanına bırakıp kendi sırasına gitti. Öğretmenimiz olduğunu söyleyen tombulca bir adamın peşi sıra sınıfa girdik
Neredeyse öğrenci sayısı kadar anne veya baba da sınıftaydı. En arka sıralarda bir boşluk bulup oturdum. Öğretmen masasının üzeri ve pencere içleri o güne dek görmediğim çok güzel oyuncaklarla donatılmıştı. Gördüklerime bir anlam veremedim.
Öğretmenimiz yoklamayı yaptıktan sonra, bizleri okula ısındırmak için olsa gerek, şiir, şarkı veya tekerleme söylemeye teşvik ediyordu. Söyleyenleri de alkışlattırarak bir oyuncak armağan ediyordu. Yanındaki velisinden destek alıp, yarım-yamalak bir-iki mısra söyleyenlere bile oyuncak armağan ediyordu. Ben de o kadar çok şiir-şarkı biliyordum. Ablamdan neler neler öğrenmiştim! Ama bir türlü parmağımı kaldırarak söz isteme cesaretini kendimde bulamıyordum. Oyuncaklar bir bir diğer çocuklara verildikçe benim içim gidiyordu. Yüreğimden tel tel birşeyler kopuyordu. O gün diğer çocuklar ellerinde oyuncaklarla, sevinçle evlerine döndüler. Ben ise elim ve gönlüm boş dönmüştüm.
Aradan 2-3 ay geçmişti. O günkü öğretim metoduna göre tek tek harfleri öğrenmiştik. Sıra fiş ve hece yazmaya gelmişti. Öğretmenimiz 4-5 kelimeden oluşan zorca bir cümle söyleyerek, ‘bunu kim yazabilir?’ diye sordu. Doğal olarak henüz kimse yazamazdı. Ama ben yazabilirdim. Nasıl yaptım bilmiyorum ama parmağımı kaldırıverdim. Öğretmenim biraz şaşkın, biraz da küçümseyerek sırf bana söz hakkı tanımış olmak için ‘gel bakalım’ dedi. Tahtaya çağırdı. Belli ki yazabileceğime ihtimal vermiyordu. Bir çırpıda cümleyi hatasız olarak yazıverdim. Öğretmenim hayretler içinde kaldı. En arkalarda oturan, üstü-başı bakımsız, kendi halindeki bu suskun çocuğun gösterdiği başarı onu çok şaşırtmıştı. Beni sınıfa tekrar tekrar alkışlattı. Kara tahtanın önünde çekingenliğimi yenmenin zaferini yaşarken, öğretmenimin dolaptan çıkartıp bana armağan ettiği hikaye kitabı beni mutluluk gözyaşlarına boğmuştu.”
Çekingenlik Bir Hastalık Olabilir mi?Çekingenlik, başarıyı, kişinin istek ve ihtiyaçlarını söylemesini ve kendini ifade etmesini engelleyen olumsuz bir duygu, istenmeyen bir kişilik özelliğidir. Ancak çekingenlik kavramı haddini bilmek, edep-erkân ve haya sahibi olmak, mütevazilik, mahcubiyet veya akıllı-uslu olmakla karıştırılmamalıdır. Çekingenlik, ağır içe kapanıklık, dış dünyadan kopma ve kendi iç dünyasına yönelme ile kendini belli eden ağır kişilik bozukluğu da değildir. Çekingenliği, yetenek eksikliği veya zekâ seviyesinin düşüklüğüne bağlı bir pasiflik sorunu olarak görmek de yanlıştır. Sadece bir sosyal beceri eksikliğidir ve davranış tedavisi ile düzeltilebilir.
Çekingenliğin farklı yoğunluk düzeyleri olabilir. Bazı kişiler çekingenliğin verdiği sıkıntıyla bile normal yaşamlarını sürdürebilirler. Çekingenliğin yoğun olduğu bireyler ise hiç bir dış sebep yokken başarısız, verimsiz, tatminsiz ve mutsuz olabilirler.
Özellikle çocukluk yıllarında çekingenlik, eğitim ile atılganlık ve girişimcilik becerisine dönüştürülemezse birey ile birlikte büyür. Kişisel gelişimi engeller. Kişi bu huyundan dolayı kendi kendine ayak bağı olur.
Çekingenliğin karşıtı, olur olmaz her yerde ‘ben yaparım’, ‘ben bilirim’ iddiasıyla başkalarına söz hakkı tanımamak, açık gözlülük ya da halk tabiriyle uyanıklık demek değildir. Çekingenliğin giderilmesi, bireyi şov yapmaya alıştırmakla olmaz. Çünkü gösteri yapma meraklısı bir mizaç da sağlıklı bir kişilik belirtisi değildir.
Bilindiği gibi, kişilik görüntüsünün oluşumunda hayatın ilk yılları ve kişinin yetiştiği ortam büyük önem taşır. Çekingenliğin nedenleri ve kökenleri araştırıldığında, kalıtsal yapıdan ziyade aile yapısı ve sosyal çevreye ait faktörler dikkat çeker.
Kendine Güven Eksikliği
Çekingenliğin temel nedeni kendine güven eksikliğidir. Bireyler özgüvenini ilk çocukluk yıllarından itibaren kazanmaya başlar. Özgüven, güçlüklerle mücadele edebilme, sorunlara çözüm üretebilme, çevresi üzerinde etkili olabilme, kendine değer verildiğini hissedebilme, kendinden hoşnut olarak hayatı sürdürebilme demektir.
Özgüvenin kazanılması için bireyin süper yeteneklere sahip olması gerekmez. Sürekli başarılı ve abartılı bir biçimde ilgi odağı olmak da gerekmez. Özgüven, duygusal ve zihinsel yetenekleri kullanıp geliştirebilme, kendini olduğu gibi kabul edebilme ve çevrenin de kişiyi doğal haliyle kabullendiğinin hissedilebilmesiyle gelişir.
Çocuğun kendi iradesi dışında sahip olduğu bazı bedensel yapı farklılıkları, kusurlar veya özürler (mesela topal ayak, şaşı göz, tip çarpıklığı gibi) çocukta çekingenliğin yanısıra daha ağır duygusal rahatsızlıklara, hırçınlığa da neden olabilir. Kekeme bir çocuk, tabiatıyla bildiğini söylemekten ve konuşmaktan çekinir. Böyle durumlarda, çocuğun özrünü ön planda tutmayan birkaç yakın arkadaş çok olumlu etki yapar. Alay edilmek çocukları çok yıpratır. Böylesi durumlarda çocuğun diğer yönlerini ön plana çıkarmaya çalışarak telafi mekanizması işletilebilir.
Şu da bir gerçek ki, bazı ailelerde çocuklar doğum sırasına veya cinsiyetine göre adeta paylaşılıp özel muameleye tabi tutulurlar. Bu tutuma, büyükanne ve büyükbabalar, kimi zaman dayılar, halalar gibi ailenin diğer fertleri de katılabilir. Sonuçta, ilgi odağı çocuk şımarırken, diğeri kadar ilgilenilmeyen çocukta özgüven eksikliği oluşur.
Geleneksel kültürümüzde çocuklara isim verme de özgüven ve kişilik sürecini etkileyen öneme sahiptir. Dedesinin ismi verilen bir çocuğun dedesi gibi olacağı umulur. Bazı babalar çocuklarına kendi babalarının ismini vermekle kalmaz, çocuklarından kendi babalarından belki görmemiş oldukları kadar sevgi ve ilgi umabilirler. Bu durum, psikolojik anlamda çocuğun "kendi olabilmesine" bir engel teşkil eder. Ebeveynler büyüklerin ismini yaşatmaya gösterdikleri özen kadar, küçüklerin de kişilik gelişimleri konusunda hassas davranmalıdırlar.
İlk Çocuk Ne Kadar Şanslı?
İlk çocuk ailenin ilgisine mazhar olmak bakımından oldukça şanslıdır. Şanssızlığı ise anne-babanın tecrübesiz oluşudur. Tüm bilgiler ve kurallar iyi bir çocuk yetiştirebilme hevesiyle ilk çocukta denenir. Bu uygulama çocukları bunaltır. İkinci ve sonraki çocuklar daha özgür büyürler. Hatta son çocukların "hiç büyümeme" hakkı dahi vardır. İlk çocuğa kardeşleriyle ilgilenme sorumluluğu yüklenir. Ama bir o kadar da onlara hükmetme hakkına sahiptir.
İlk çocuk pek çok şeyi anne ve babasından öğrenir. Sonraki çocuklar ise pek çok şeyi bir çocuktan yani ağabey veya abladan öğrenirler. Anne-baba ile paylaşım açısından ise ilk çocuk kadar avantajlı değildir.
Çocuk tek ve diğer çocuklarla iletişim kurma imkanı az ise, okul çağına geldiğinde yetişkinlerden bağımsızlaşması zor olabilir. Ayrıca yaşıtlarına uyum sağlaması, onlarla baş edebilmesi de güç olabilir. Nasıl davranacağını bilememek de bir çekingenlik nedeni sayılır. Çocuğu ilkokuldan önce hazırlık sınıfına göndermek bu durumda uygun olur.
Özgüven kazandırma ve çocuğa kendisinin değerli olduğunu hissettirebilmede anne-çocuk iletişimi temeldir. İletişimin süresinden ziyade yoğunluğu yani doyurucu olması önemlidir. Öyle aileler var ki, anne ve çocuk yirmidört saat boyunca aynı mekânı paylaştıkları halde, bu paylaşım duygusal alanda gerçekleşmez. Çocuk kendi haline bırakılmış, anne kendi alemindedir.
Abartılan Başarılar ve Hayal Kırıklığı
Geleneksel aile yapımıza tepki göstererek daha iyisini yapma iddiasında olanlar da bir şekilde dengeye dikkat etmelidir. Bu yeni tutumlarda ölçülü olunmadığında ciddi problemler doğar. Çocuğa sınırsız özgürlük tanınabilmekte, tüm kararlar kendi iradesine bırakılmakta. Her yaptığı iş ve küçük başarıları abartılmakta. Sonuçta çocuk “şişirilmiş bir benlik” sahibi olmaktadır. Bu durum çocuğun ömür boyu hayal kırıklığı yaşamasına sebep olur. Çocuk bol aferinle yetiştiğinde, çaba sarf etmeden başarıya sahip olabileceğini zanneder.
İlerleyen yaşla birlikte gerçek yaşamda durumun böyle olmadığını sezer çocuk. Benliğinin zedelenmemesi, kırılmamak ve incinmemek için etkinliklere katılmamayı tercih edebilir, içine kapanabilir.
Cinsiyet ayrımı da özgüven gelişimi ve çekingenlik oluşumunda etkendir. İkinci veya sonraki çocukta ısrarla farklı cinsten bir bebek beklemek ve sonunda hayal kırıklığına uğramak, doğan çocuk için iki farklı durum oluşturabilir: Ya açıkça reddedilmek ya da örtülmüş bir benimsenmeme hali.
Açıkça reddetmek, çocuğa her yönüyle önem vermemek ve ilgi göstermemek şeklindedir. Bazı ebeveynler cinsiyetinin istenmediğini çocuğa açıkça da söylerler. Kız çocuğunu erkek gibi yetiştiren, erkek çocuğuna hevesini almak için kız elbiseleri giydirene rastlamışsınızdır. Yedi kız çocuktan sonra gelen bir erkek evlat, kendinden öncekilere farkında olmadan ne büyük bir darbe indirmiştir! Sanki ne kadar şımartılsa hakkıdır!
Gizli benimsememe halinde ise ebeveynler aşırı sevecen ve ilgili davranırlar. “Diğerlerinin bize bakmaması durumunda bu bize bakabilir." gibi beklenti ve tesellilerle geleceğe yatırım yaparlar.
Açıkça reddedilen çocuklar, hayata küskün ve daha pasif olma eğilimindedirler.
Kendi Olabilmek
Beş parmağın beşinin bir olmadığı gibi, kardeşler de birbirinden farklıdır. Bazı çocuklar çok başarılı bir kardeşin gölgesinde kalmaya mahkum olabilirler. Bu durumdaki çocuklar kendilerini başarısız ve değersiz zannederler. Dolayısıyla çekingenleşirler.
Çocukların sık sık eleştirilmesi, aşağılanması ve alay edilmesi de aşağılık kompleksinin gelişimine neden olur. Büluğ çağına geçiş döneminde de pek çok normal çocukta çekingenlik görülebilir. Bu, o döneme özgü bir olgudur. Ergenin yeni beden imajını kabullenip, ses tonunu kazanıp, gelişim sürecini büyük ölçüde tamamlamasıyla bu sorun da biter. Yetişkin kimliği benimsenir. Yeni beceriler sınanır, sosyal ilişkiler tekrar şekillendirilerek özgüven tazelenir.
Çekingenliğin tamamen sosyal çevrenin bir ürünü olduğunu söylemek doğru değildir. Doğuştan, yapısal bir kişilik temayülü de söz konusu olabilir. Eğitimle tam olarak giderilebileceğini söylemek de çok iddialı bir ifade olur. Çocuğu "atak" yapmaktan ziyade, sosyal yaşamını zorlanmadan sürdürebilecek ve yetenek potansiyelini faaliyete geçirebilecek bir düzeye getirebilmek önemlidir.
Çekingenliğin giderilmesi için verilen eğitime "atılganlık" eğitimi adı verilir. Okul ortamında, sınıf öğretmenlerinin özel gayretleriyle çekingen çocuklar normal seviyeye çekilebilirler. Tabii ki öğretmenin nitelikleri ve çocuk ruh sağlığı bilgileri çok önemlidir. Çekingenliği teşhis etmek basittir. Ancak, aile ile işbirliği yaparak çocuğu istenen yönde eğitmek kolay değildir. Bazen çekingen çocuklar, ailevi sorunları var zannedilerek rehber öğretmenlere de sevk edilir.
Okullarda şımarık çocuklarla çok daha fazla uğraşılır. Çünkü onlar çevreye de zarar verirler. Oysa çekingen çocukların zararı ancak kendilerinedir. Küçük alıştırmalardan başlayarak, adım adım davranış tedavisiyle bu sorunu çocuğun dünyasından çıkarmak hiç te zor değildir. Yeter ki nedeni anlaşılabilsin ve uygun eğitim yöntemi uygulanabilsin.