VERÂ
Sözlüklerde “sakınmak, kaçınmak, korkmak” gibi anlamlara gelen “verâ” İslâmî bir kavram olarak “harama düşme korkusuyla şüpheli şeylerden bile kaçınmak” demektir. Takvanın ileri bir merhalesi olan verânın özünde, Yüce Mevlâ’ya duyulan korku ve sevgi sebebiyle her türlü yanlış ve günahtan sakınmak yatar. Kısacası verâ, Allah Tealâ’nın emir ve yasaklarına karşı hassasiyet ve titizlik halidir.
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir hadis-i şerifinde, Hz. Ebu Hüreyre radıyallahu anhûya hitaben verâ hakkında şöyle buyurur:
“Ey Ebu Hüreyre! Verâ sahibi ol ki insanların en âbidi olasın. Kanaat sahibi ol ki insanların en çok şükredeni olasın. Kendin için istediğin bir şeyi insanlar için de iste ki (tam) mümin olasın. Sana komşu olanlara iyi komşuluk et ki (tam bir) müslüman olasın. Gülmeyi azalt. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür.” (İbn Mâce, Zühd)
Tasavvvuf ehli verâ konusuna ayrı bir önem vermiştir. Mesela İbrahim b. Edhem kuddise sırruhû, verânın mâlâyâni yani faydasız işleri terk etmek olduğunu söylerken, Abdullah Ensârî kuddise sırruhû ise ayıplanan huylardan, gereğinden fazlasını elde etmekten, dağınık fikirlerden kaçınmak olduğunu ifade eder. Yine Yahya b. Muaz kuddise sırruhû “Verâ, hiç yoruma sapmadan şer’î ilmin sınırında durmaktır” diyerek, verânın Kur’an-ı Kerim’e ve Sünnet-i Seniyye’ye tam bir şekilde uymak olduğunun altını çizer. Bütün bu tanımların arkasında ise Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin şu hadis-i şerifi bulunur: “Kişinin kendisini (doğrudan) ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi, dindarlığının güzelliğindendir.” (Tirmizî, Zühd)
İbn Fûrek rahmetullahi aleyh verânın kaynağı hakkında şunları söyler: “Verânın aslı, zerre miktarı da olsa zâhirî şeyleri iyice araştırmak, kalbî hastalıkları da terk etmektir. Verânın derecesini Cenab-ı Hakk’a karşı duyulan korku miktarı artırır. Bu da kalbin Allah Tealâ’nın tasarrufunu ve gazabını müşahede etmesiyle bilinir.”
Yani Kişi Cenab-ı Hakk’a yaklaştıkça bilgi ve sezgisi (marifeti) artar, marifeti artanın da verâsı yükselir.
Mümin verâ sayesinde haramlığı net olan hususların yanı sıra şüpheli şeylerden de uzaklaşır. Kalbini bulanıklıktan kurtarıp saflaştırır. Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk eden kişinin zihni dağınıklıktan kurtulur, Allah Tealâ’ya karşı sorumluluğunun gerçekten bilincinde olur.
Abdullah Ensârî kuddise sırruhû verânın üç halden kaçınmak olduğunu ifade eder ve bunları şöyle sıralar:
- Şikâyet ve serzenişten kendini alıkoymak,
- Dindarlığını noksanlıktan korumak,
- Gönlünü günah ve kusurdan uzak tutmak.
Verâ sadece şüpheli şeyleri yemekten veya şüpheli davranışlardan sakınmak değildir. Dili gereksiz ve şüpheli konulardan uzak tutmak da verânın önemli bir unsurudur. Sürekli konuşan, her gördüğünü ya da duyduğunu anlatan kişinin verâdan nasibi yok demektir. Halbuki Allah Tealâ’dan sakınan kişi, çok söze yalan veya yanlış bulaşacağını, bundan dolayı da hesaba çekileceğini bilir. Bu konuda ölçüyü belirleyen şu hadis-i şerif herkes tarafından bilinir: “Ya hayır söyle ya sus.”
Ebu Nasr Serrâc Tûsî kuddise sırruhû verâ ehlini üç tabakaya ayırır:
- Birinci tabaka: Helal ya da haramlığı açıkça belli olan şeyler arasında kalan ve kesin olarak helal veya haram denilemeyen şüpheli şeylerden sakınanların mertebesidir.
- İkinci tabaka: Daha bir şeye elini uzatırken duruma kalbiyle vâkıf olup, içi sıkılanların mertebesidir. Bunu ancak kalp erbabı ile muhakkikler bilebilir.
- Üçüncü tabaka: Âriflerin ve vecd ehlinin mertebesidir. Ki bu mertebe Ebu Süleyman Dârânî kuddise sırruhûnun şu sözüyle açıklanmıştır: ‘Seni Allah’tan alıkoyan her şey hayırsızdır.’”
Abdullah Ensârî kuddise sırruhû da bir başka açıdan verânın üç derecesi olduğunu söyler ve şöyle açıklar:
Birincisi nefsi korumak, iyilikleri çoğaltmak ve imanı muhafaza etmek için yanlış ve kötü şeylerden kaçınmaktır.
İkincisi yapılmasında sakınca olmayan konularda aşırıya gitmemektir. Bu da devamlı takva üzere olmayı, alt mertebeye düşürecek işlerden sakınmayı ve sınırı aşma gafletinden kurtulmayı sağlar.
Üçüncüsü kişinin Rabbi ile arasına giren ve vaktin zayi olmasına sebep olan perdelerden sakınmasıdır. Bu perdeler “tefrika”ya (sebeplere) bağlanmaya sebep olan ve “cem”e (bütün oluşların Allah Tealâ’nın kudretiyle var olduğunu idrak) haline engel olan şeylerdir.
İmam Muhâsibî kuddise sırruhû, verânın takvadan doğduğunu söyler. Çünkü kim Cenab-ı Hak’tan sakınırsa verâ sahibi olur. Yine İmam Muhâsibî hazretleri der ki:
“Taat kurtuluşun yolu, ilim ise bu yolun rehberidir. Taatın temeli verâ, verânın aslı takva, takvanın aslı nefs muhasebesi, nefs muhasebesinin temeli ise havf ve recâdır. Nefsi hesaba çekmenin rehberi de ilimdir.”
Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem buyurmuştur ki:
“Her hükümdarın bir korusu/ bahçesi vardır. Allah’ın korusu da yasakladığı, haram kıldığı şeylerdir. Koru etrafında dolaşanlar içine girme tehlikesiyle karşı karşıyadır.” (Buhârî, İman)
Bu hadis-i şerifdeki ikazı daima kalplerinde taşıyan sûfîlerin Cenab-ı Hakk’ın emir ve yasakları hususundaki hassasiyetlerini verânın vücut bulmuş halidir. Onlar sınırı aşma korkusuyla şüpheli işlere ve hallere son derece dikkat ederler. Bilirler ki şüpheli şeyleri yapanın bir sonraki adımı büyük ihtimalle harama düşmek olacaktır.