Aramak

Dile Gelseydi Yollar

İnsan tefekkür nazarıyla neye baksa, onda ruha akan gizli bir lisan buluyor. Onu dinliyor, zihni onunla megul oluyor bir zaman. Onun sessiz hitabını dinliyor, harfsiz ve yazısız mesajlarını okuyor. Sükutun lisanıyla muhatap oluyor adeta.

Gizli bir lisan ile konuşan o kadar çok şey var ki evrende, hangisine teveccüh edeceğinizi, hangisine kulak vereceğinizi şaşırıyorsunuz.

Her günkü tesbihini söyleyen kuşlar, canını bir deryaya katmak için kâh başını taştan taşa vurup, delirerek çağlayan, kâh ovalarda sakince süzülerek akıp giden ırmaklar, derinlikleri hatırlatan mavi gök, mavi deniz, omuzlarında şafakların büyüdüğü görkemli dağlar ve onların bellerine sarılmış, ufka tırmanan bir yılan gibi yollar... Şu alemde her şey, bir şey söyler insana. Her şeyin derininde konuşan bir lisan var sanki.

Ve hayalim, bu muhit içinde gezinirken, zihnim yollara takıldı, yolları düşündüm durdum.

Uçsuz bucaksız ovalarda sessizce uzayan, uzadıkça da insana ürperti veren, bir ejderha gibi başını kaldrımış, boşluğu, dağların zirvesinde esen deli rüzgarların uğultusunu dinleyen yolları düşündüm. Ovaları ufka bağlayan yolları... Kimini gurbetin çıkmazlarına götürüp kaybederken, kimini sılaya getiren yolları... Ovalarda bitmez tükenmez gibi gözüken, uzadıkça uzayan, insan ruhuna usanç veren yolları... İnsana yaşamanın da bir yolculuk olduğunu fısıldayan yolları dinledim. Duyan ve anlayan kulaklara, dünyadan ötelere, Allah’a giden yoların da var olduğunu anlatan yolları hatırladım.

Eski Anadolu yollarını düşündüm. Motor sesleriyle uyanmamış, kimi zaman atlıların, çıngırak sesleriyle ağır ağır ilerleyen deve kervanlarının, kimi zaman bir-iki garip, yorgun ve biçare yayanın bir dervi sabrıyla tüketmeye çalıştığı yolları hayal ettim. Yıllar gibi uzun, bitmez tükenmez yollar... Ömrü bitiren, ama bir türlü bitmek bilmeyen yollar... Bir tarif edilmez sancı gibi içimizde kıvrılıp bükülen yolları düşündüm.

Kiminin sevgilisini alıp götürmüş bir daha getirmemiş yollar... “Ano yemendir, gülü çemendir, giden gelmiyor, acep nedendir” diye sinemizi yakan, yanık Yemen türkülerini hatırlatan, gideni getirmeyen yolları hatırladım. Çok az kavuşturan, daha çok ayıran, gönüllerde hasret yarası yolları... Sevgililerini beklerken, Anadolu insanına, “gözlerim yollarda kaldı” deyimini söyleten yolları andım.

Köyleri hudutlara bağlayan yaslı yolları hayal ettim. Sanki Anadolu insanının hicranını, hasretini duya duya incelmiş, o acıyla kıvrılmış, bükülmüş, hudutlardan, gurbetten dönmeyen gariplere ağlıyorlardı. Yolların iniltisini duyar gibi oldum. Onlarla dert ortağı, sırdaş olan yolları andım, Omuz omuza yaslanan, Yunus’un ifadesiyle “taş bağırlı” dağlarca kesilen yolları... Kenarlarında haramilerin, haydutların pusu kurduğu yolları... Irmaklarla arkadaş, dağlarla sarmaş dolaş, zirvelere aşık yolları...

Akşamın alaca karanlığıyla sükûta bürünen, artık ne in, ne de cinin çıkmaya cesaret edebildiği, bir hayal alemine akıp giden, kimsesiz, tenha yolları düşündüm. Kara kışın uğultuları içinde, karanlık gecelerde içinde korkunun büyüdüğü yolları...

Hey yollar gurbetle sıla arası Bir iplik olur da uzanırsınız. Kiminin kalbinde hasret yarası Olur da kıvrılır bükülürsünüz.

 Gökte yıldızlar ve ay çerağınız Gariplere tuzak gurbet ağınız Hey yollar neresi son durağınız Ne kadar başıboş ve özgürsünüz.

 Hicranların esen yeli  olup da Yakan bir kemanın teli olup da Ateşten bir hasret seli olup da Sanırım içime dökülürsünüz.

diye şiirler yazılan, uzayıp gittikçe, gönle akan, gönle aktıkça da gönül yakan yolları andım. En sonunda arzularımızın, hayallerimizin, sılamızın saklı olduğu yolları düşündüm.

Nihayet kuş uçmaz kervan geçmez diye vasıflandırdığımız yollar geldi aklıma.

Uyandım ve şimdiki zamanda buldum kendimi.

O yollar şimdi yok. O garip yolcular da yok şimdi dağlarda. Otomobillerimizin tekerleri altında asfalt yollar var. O eski gecelerin yollara bir kasvet gibi çöken karanlığı yok artık. Yollarda geceleri akan yalnızca ışık selleridir...

Gurbet, sıla ve hasret kavramları nostalji oldu. En uzun yolları birkaç saatte yutan vasıtalarımız var altımızda. Zamane insanı bu kavramları anlamakta zorluk çekecek artık. Gurbetteki sevgilimiz, sıladaki yavuklumuz bir telefon kadar artık yakın bize. Yollar ürküntü vermiyor yüreklere. Yol ve yol düşünceleri değişti.

Ama heyhat! Zamane insanı bu yolları böyle mamur  yaparken, dev metropoller, megapoller hatta kıtalar arasında bir ağ gibi örülmüş yolları şenlendirirken, gönüller arasındaki yollar viran oldu. Kalpten kalbe giden yollarda sevgiler akmıyor. Kin ve nefret gidip gelmede. Bu yollarda sahtekâr dostluklar sefer ediyor.

Ya aslî vatana, asıl sılaya giden yollar?.. Allah’a giden yollar?.. Bunlar hâlâ virane. Kuş uçmaz, kervan geçmez yollar işte artk bu yollar. Bir avuç garip, divane aşık yolcusundan baka kimi var bu yolların? Her asırda bir kafile gelir geçer... Sonsuzluk kervanı...

Bu kervanın ardından gitmeye kim gelir? Dünyadan göçmeye, bu yoldan geçmeye kim gelir? Bu yol hep cefalıdır. Sonunda ab-ı hayat... İçmeye kim gelir?..

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy