İslam'da nasıl din dünyaya hükmediyorsa, ilim de hayattan ayrı değildir. İnsan, bu sebeple alim olmakla belli bir karakter ve saygınlığa da erişir. Batılı bilim adamlarının çoğunluğunda görülen fikir-iş tezadı burada görülmez. Hürriyetten bahsedip, zenci köle alıp-satan liberal düşünürler bu coğrafyada barınamaz.
İslam medeniyetinin en köklü iki kurumu olarak vakıf ve medreseyi saymak herhalde doğru olur. Çoğu kez bu iki kurum birbiriyle içiçe gelişmiş. Medreseler çoklukla vakıfların bünyesinde asırlarca hizmet vermişler. Medrese alim yetiştiren bir okuldu, ancak bugünkü anlamda bir okul değildi. Zaten alimler de bugün anlaşılan manada hoca veya öğretmen değildiler. Farkı, her şeyde olduğu gibi onların asıllarında aramak gerek.
Bugün modern okullardan, üniversitelerden mezun olan herkes diploma alır. Diploma, Yunanca’dan gelen bir kelime. Katlanmış kağıt, pasaport manasında. Neye pasaport alıp-almadığımız ayrı bir mevzu halbuki. “Diplomalı adam” tabiri boşuna uydurulmamış. Okuduğumuz üniversiteyi dört yılda bitirdiğimizde diplomaya hak kazanıyoruz. Diplomanın üzerinde anonim bir isim var: Falanca Üniversitesi, Filanca Fakültesi. Diplomada bizim karakterimizden, öğretmenlerin kabiliyetlerinden ve bizim hakkımızdaki görüşlerinden bahsedilmez. Bu yönüyle diploma, modern bilim anlayışının nasıl hayattan kopuk olduğunu da gösteriyor bize. Yani bilginin dünya görüşü ve kültür ile ölçülmediği, şahsiyeti etkilemediği modern anlayışı sergiliyor. Belli bir süre okumuş olmak, belli imtihanları -hatta okula devam etmeden, hocaları tanımadan- geçmiş olmak, diplomayı almak için yeterli.
Öte yandan, icazet isme verilen bir berat. İcazetnamede, diplomanın aksine, kimin hangi silsileye dayanarak sizi ehil gördüğü belirtilir. Bu silsile hocanızla başlar, geriye doğru taa “ilim şehrinin kapısı” Hazreti Ali’ye, Peygamber Efendimiz’e, O’na vahyi getiren Hazreti Cebrail’e ve Hazreti Allah’a kadar gider. Bu silsileye dayanmadan ilim olmaz. Çünkü her ilmin kaynağı el-Alim olan Allah’tır. Bu ister dini, isterse dini olmayan konular olsun. İcazet alınmasıyla, o silsileye bir zincir daha eklenmiº demektir.
Talebesini icazete ehil gören alim, belli bir eğitim süresini doldurduğu için ona icazet vermez. Ehil olmadığı halde alınan icazette, o icazet silsilesine bir ihanet vardır. Buna bir talebeyi layık gören alim ise, sadece bilgisine ve imtihan sonuçlarına değil, ahlakına ve şahsiyet olgunluğuna da kefil olmaktadır. Bu yüzden hakiki bir alim, farklı konuşup, farklı iş eyleyemez. Eğitim de bu nedenle sadece bilgi değil, iman, ihlas ve hikmet aktarımı demektir. Diplomalı bir adam değil, alim ve muhterem bir şahsiyet yetiştirmek demektir. Hem ilmin, hem de ilim ahlakının kefalet senedidir icazet.
İslam’da nasıl din dünyaya hükmediyorsa, ilim de hayattan ayrı değildir. İnsan, bu sebeple alim olmakla belli bir karakter ve saygınlığa da erişir. Batılı bilim adamlarının çoğunluğunda görülen fikir-iş tezadı burada görülmez. Hürriyetten bahsedip, zenci köle alıp-satan liberal düşünürler bu coğrafyada barınamaz. Fakirlere yapılan zulümden bahsedip onlara yardım etmeyen varlıklı sosyalistler de. Hele modern ikiyüzlülüğün temeli “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Tanrı’nın hakkı Tanrı’ya” anlayışı asla hoş karşılanmaz. Alim hem ilminde, hem de hareketlerinde Allah rasulünün temsilcisi gibidir. Bu yüzden alimin uykusu, cahilin ibadetinden daha evladır. Bu yüzden alimin kalemi, mücahidin kılıcından daha üstündür. Bu yüzden, İslam alimleri sadece fikir hayatında değil, hayatın her alanında, hatta gerekirse savaşta bile kendilerini gösterirler. Şeyh Şamil gibi, İmam Rabbani gibi, Bediüzzaman gibi.
İcazet bilginin hayata hükmetmesi demektir. Diploma ise sadece bir klişedir. Arkasında neyi sakladığı bilinmez. Mesnedi bir kurum olduğu için, kimse diplomalının aslını-astarını, karakterini, neyi bilip neyi bilmediğini soramaz. Bir bakıma, cahil diplomalılar cehaletlerini gizleme imkanı bulurlar. İcazet ise, temiz bir cam gibidir. Ardındaki bütün ilim geleneğini size yansıtır. Bu icazetliye bir güven verir. Ama aynı zamanda da ona bir sorumluluk yükler. Aslı Peygambere ve Allah’a dayanan bir ilim zincirinin ucu olmak, kolay bir bağlılık değildir çünkü. Oysa diplomalı olanlar için, böyle bir sorumluluk yoktur. Kimsenin kaliteyi araştırmadığı bir zamanın eseridir diploma. İcazet ise kalitenin her şey olduğu sahici bir geleneğin temel taşı.
Medreselerin artık faaliyet yapamadıkları bir ortamda, geriye kalan sadece alimler. İcazet geleneği de bu yıkım içinde eski önemini ve ağırlığını kaybetti. Gerçek alime değil, iyi konuşan cahile rağbet edilen bir çağda, icazetin de diplomaya yenik düşmesi şaşırtıcı değil. Ancak, sayıları azalsa ve insanlar onlardan haberdar olmasalar da, alimler yaşamaya ve Allah’ın ilmini yaymaya devam ediyorlar. Etrafımızda, televizyonda, gazetede göremiyoruz diye onları yok saymanın alemi yok. Talep edildikten sonra, talebe de olunabilir. Bugün İslam tefekkür dünyasının en müstesna isimleri bu eksikliği, bizzat alimlerin dizinin dibine oturup ilimleri öğrenmekle giderdiler. Aldıkları modern eğitimin ahlakı ve şahsiyeti geri planda bırakan anlayışını, bu alimlerin talebeleri olarak yendiler. Bir manada diploma geleneğini icazet geleneğiyle terbiye ettiler.
Her alim canlı bir vakıftır. İlmini vakfeder. Bu bakımdan da cehaleti değil ilmi, almayı değil vermeyi öne çıkaran İslam medeniyetinin canlı bir resmidir. Diplomalı bilgin ise, ne kadar bilirse bilsin, kendini boşlukta bulan, kesinliği olmayan bir bilgiye bütün hayatını adayan bir maceraperesttir. Üstelik, bildiğini hayatı haline getiremeyen tutarsız bir kişiliktir çoğu kere. Batı’da bu yüzden ütopyalar doğar, bu yüzden bilginler, filozoflar halktan kopuktur ve bu yüzden çoğu psikolojik uçurumlara yuvarlanarak hayata veda ederler.
İcazetteki sükunet huzurun, diplomadaki kuraklık ise gafletin bir eseri. Modern eğitim kurumlarında elbette okuyacağız. Ama diplomalı olsak veya diploma almaya gayret etsek bile, en azından manevi bir icazet elde etmek için çaba sarfedeceğiz. Bir yandan bilmeyen değil, bilen bir talebe olarak diplomalı olacağız. Öte yandan icazet almayı hak edecek kadar, kendi ilimlerimize hakim olmaya çalışacağız. Hayatımızı diplomamızla kazanacağız, ama hem dünya, hem de ahiretimizi icazet ile. Çünkü diplomanın bu dünyası var ama, icazetin hem bu dünyası, hem de ukbası var. İslam medeniyetini böylece dirilteceğiz, böylece el-Alim olan Allah’ın yardım ve rahmetini celbedeceğiz.