Aramak

Dostun Gülü

Kalp sırça bir kayık gibi, suhulet denizinden kıyısı çakıl taşlarıyla dolu olan bir sahile sürüklenince parça parça olur. Çünkü gönül narin, gönül saf, gönül insanın en temiz yanıdır. Gönülde hiçbir kötülüğe, insafsızlığa, haksızlığa yer yoktur.
İnsanoğlu kendine özgü düşünce, duygu, algı ve yorumlarıyla birey olduğu gibi, mensubu olduğu topluluğun değer yargılarına, adet ve geleneklerine de bağlı kalarak içinde yaşadığı toplumun da bir parçasıdır. İnsanın hem birey olma hem de topluma dahil olma ihtiyacı insan olmanın getirmiş olduğu bir sonuçtur. Birey olma duygusu kişiyi toplumdan soyutlamadığı gibi, topluma ait olma bilinci de birey olmaktan kişiyi uzaklaştıramaz. Her ne kadar her insan kendine has özellikleriyle farklı bir alem olsa da hayatını yalnız başına devam ettirmesi mümkün değildir. İnsanın dahil olduğu en küçük topluluk ailedir. Sonra mahallesi, şehri, ülkesi ve içinde yaşadığı dünya… İnsanın hayata tutunması, ömrünü daha mutlu ve anlamlı yaşayabilmesi için dostlara, sevenlere ve sevilenlere ihtiyacı vardır. İnsanoğlu sevinçlerini en yakınında olanlarla paylaşarak çoğaltırken, acılarına ve dertlerine de yine onları ortak ederek azaltır. Paylaşmak ve dahil olma ihtiyacı merkezden muhite doğru yayılan halkalar gibidir. En yakınındakinden en uzağındakine kadar insanın fikrî veya duygu bağlarının olduğu insanlar az değildir. Nihayetinde yeryüzünde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğunun olumsuz olan davranış ve düşünceleri onaylamadığı bilinmektedir. İnsanoğluna acı veren ya da mutluluk veren olaylar dünyanın her yerindeki insanlar tarafından genellikle aynı tepkiyle karşılanır. Yani insanoğlu üzerinde yaşadığı topraklarla sınırlı olmayan duygu ve düşünce yapısıyla dünya üzerinde olanlardan etkilenen bir yapıya sahiptir. Sitem hep aşinalardan gelir İnsanın ufku bütün dünyayı kaplasa da, iletişim kurduğu, görüştüğü, konuştuğu, her an yüz yüze baktığı insanlar en yakınındakilerdir. Yakınında olanlara bağlanmaktan, güvenmekten ve onları daha çok sevmekten daha tabii bir şey olamaz. Bu güven ve sevgi sebebiyledir ki, sevilen tarafından sevene karşı takınılan olumsuz tavır, davranış veya söylenen sözler, başkalarınınkine nazaran daha incitici, yaralayıcı olur. Kimi zaman “Dost acı söyler” makamında söylenenler bile kırıcı olabilir. İnsan, tanımadığı kimselerden bir kötülük, bir haksızlık gördüğünde çok incinmez, en azından hayal kırıklığına uğramaz ama dostundan, sevdiği birinden gördüğü küçük bir incitici davranışa katlanmakta zorluk çeker. Çünkü o kişi herhangi biri değildir; iyi ve kötü gününde hep yanında olmasını beklediği kimsedir. Bunun içindir ve de gariptir ki en çok incittiğimiz-incindiğimiz kişiler en çok sevdiklerimiz olmuştur. Gönül Çalab’ın tahtı Bir kasanın tek başına bir değeri, anlamı yoktur. İçi mücevher ve benzeri değerli eşyalarla dolu ise o zaman kasa da değerlenmiş olur. İnsan gönlü de öyledir. Gönül, o gönlü var edenin sevgisi ile donanmış, bütün varlığı ile her hücresinde o Yüce Yaratıcı’yı hissediyor, varlığı O’nunla anlam buluyorsa gerçek değerini bulmuş, aksi takdirde bir et parçasından farksız demektir. Çünkü yerlere ve göklere sığmayan Allah mümin kulunun kalbine sığmıştır. Bu anlamda da gönlün bir sınırı ve hududu da yoktur. Gönül, sonsuz sevgiyi ancak o sınırsız ikliminde barındırabilmektedir. Gönlün bu özelliğini bilerek insana bakanlar, Yunus Emre gibi insanı incitmekten, kırmaktan korkar ve insana karşı daha hassas olma gayreti içinde olurlar. Dolayısıyla yüzeysel anlamda incinen insanoğlu olsa da, içte, özde o gönlü var edenin varlığı söz konusudur. Çünkü, gönül Allah’ın nazargâhı, tahtıdır. O tahtı yıkan da “iki cihan bedbahtı” olmak gibi gayet dehşet verici bir durumla karşı karşıyadır. Yine Yunus Emre hazretleri aynı makamdan daha gür ve uyarıcı bir nida ile seslenir: “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil.” Nasıl da ürpertiyor insan ruhunu… Namazı bile değersizleştirecek bir gönül kimindir ve o gönülde kim vardır diye düşünmek gerekmez mi? Namazını kim için kıldığının idrakinde olan, elbette gönlün de anlamını bilmek durumundadır. Bu inceliğin farkında olmayanlar ise gönül yapmak gibi bir endişe taşımayacakları gibi, menfaatleri ve kendi doğrularının inadı içinde gönül kırmaktan da çekinmeyeceklerdir. İnsan her iki özelliği de kendinde bulundurmaktadır. Hangisine meyleder, hangisini geliştirirse o yönüyle tanınır. Demek ki insan kalbi ve kişiliği ile taştan daha katı, gülden daha narin olabilme istidadı içindedir. Yani o kırmaya ve kırılmaya müsait bir yapıya sahiptir. Özellikle kırıcı, incitici, hatır gönül bilmeyenler için “taş kalpli” deyimi kullanılır. Bağlandığı sevginin etkisiyle gönlünde gül yumuşaklığını taşıyanlar ise değil insanları, yeryüzündeki karıncayı dahi gözetmekten geri durmaz, dalından koparacağı bir meyvenin dalını bile incitmekten çekinirler. Ve onların kalbi de “altın” gibi değerlidir. Öyle ya, hiç taş ile altın aynı kıymette olur mu? Gönül mü yeğ, Kâbe mi yeğ Gönül Hak; Kâbe kul yapısıdır. Kâbe’yi Hz. İbrahim, gönlü Allah Tealâ inşa etmiştir. Allah’a olan zahirî yönelişlerin merkezi Kâbe, bâtınî yönelişlerin merkezi ise kalp; yani gönüldür. Gönül Hakk’ın tecelligâhı, Dost’un durağıdır. Bu sebeple Yunus’un gözünde gönül Kâbe’den yeğdir. Yalan ve talanın, cinayetlerin, vurgunların, aklın anlamakta zorlandığı, bir anlam veremediği bütün olumsuzlukların yaşandığı dünyamızda, bunca kötülüğün sebebi insanların henüz kendilerindeki bu “gönül”ün farkına varamamış olmaları, “gönül”ün anlamını idrak edememiş olmalarıdır. Zira insan kendisindeki bu gönlü keşfedemediği için gönül sahiplerinin gönlüne de girememektedir. Ehli dil olmayanlar, etrafındaki insanları en küçük menfaatleri için kolayca kırabilmekte, gönülleri tuzla buz edebilmektedir. Kalp sırça bir kayık gibi suhulet denizinden kıyısı çakıl taşlarıyla dolu olan bir sahile sürüklenince parça parça olur. Çünkü gönül narin, gönül saf, gönül insanın en temiz yanıdır. Gönülde hiçbir kötülüğe, insafsızlığa, haksızlığa yer yoktur. Eğer öyle olmasaydı Yüce Allah’ın insandaki Kâbesi olarak gönül gösterilebilir miydi? İncinme incitenden Gönül, iman nuruyla aydınlanan kalptir. Kalp ancak iman ile, Allah’ı tanımakla gönül olma özelliğini kazanır. Dilimizde “gönül insanı” diye tanımlananlar, aydınlanmış gönülleriyle aydınlatan bir kalbe sahip; davranışlarını gönül yörüngesine göre şekillendirmiş şahsiyetler olarak bilinmektedirler. O yüce gönüllülerde hiçbir olumsuz davranış gözlenmez, onlar ancak hakiki iman, merhamet, sevgi ve müsamaha sahibi kimselerdir. O gönül sahiplerinin merhameti, “Her kim bize taş atarsa, güller nisar olsun ona” diyecek kadar engin ve derindir. Gönül ehli incitenden incinmez. Onu hüzünlendiren, inciten için bir üzüntüdür belki. Çünkü inciten kimse neyi incittiğinden habersizdir. Aslında gönlün asıl sahibini incittiği için inciten acınacak, merhamet edilecek bir duruma düşmüştür. Gönül sahibi böyle bir durum karşısında kırılmaz. Mevlâna Hazretleri bu makamda: “İnsan odur ki, başkasının incitişiyle incinmesin. Ve insan odur ki, incitilmeye müstahak olanı incitmesin.” diyerek ne güzel bir ders vermiştir. Ağyardan değil de “Hakiki Dost”tan şefkat makamında, uyarı niteliğinde bir gül dokunuyorsa gönle, o zaman şöyle bir silkinmeli ve ben ne yaptım diye düşünmeli. O dokunuş, o gül atış da ancak gönül sahiplerine olur ki, gönüllerinin nuru, gönüllerimizin aydınlığı olsun inşallah...
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy