Aramak

Dünden Bugüne Krizler

Muhteris insanlar tarihin her devrinde oldu. En çok da dirayetsiz devlet adamları döneminde milletin bana musallat olup, devlet ve millet malını yağmaladılar. Muhterislerin ahlâkı olan adam kayırma, rüşvet, zimmet, irtikap, iltimas, şahsi menfaat sağlama, çıkar ilişkileri, devlet ve millet menfaatinin önüne geçtiği müddetçe, çöküşün ve yıkılışın sebebi olmuşlardır.

Sultan III. Mustafa, Osmanoğulları’nın şanssız padişahlarından biridir. Onun zamanında, 1766’da meydana gelen depremde, İstanbul’da büyük tahribatlar olmuş, Fatih ve Eyüb Sultan camileri, Kapalıçarşı ve Tophane yeni baştan inşa edilecek derecede hasar görmüş, binlerce bina yıkılmıştı. Bu arada Rusya ve Avusturya’nın baskıları artmış ve büyük bir savaş kapıya gelip dayanmıştı.

Kafes arkasında ve gerçek alemden uzak olarak yetişmiş olmasına rağmen, devletin içine düştüğü ekonomik ve siyasi sıkıntılar için gecesini gündüzüne katarak gayret gösteren padişah, ekonomik krizi çözmek için, çok zengin beylerden ve paşalardan hazineye “imdadiye” adı altında para toplayarak hazineyi zenginleştirmiş, paranın ayarını yükseltmiş, devlet hazinesi azına kadar altınla dolmuştu.

 Çaresizlik ve Garip Bir Borçlanma

Bu arada tarihte ender görülen bir uygulama ile, padişah, hanımından sonra ödenmek üzere borç para bile almıştı. Ancak, işler III. Mustafa’nın düşündüğü gibi gelimemişti. Olağanüstü derecede zenginlemiş devlet hazinesi, Osmanlı ordusunun üzerine bir kâbus gibi çöken Küçük Kaynarca yenilgisine engel olamamıştı.

III. Mustafa’nın, zevcesi Mihriah Sultan’dan aldığı borç para için yazdığı vasiyet tarihimizin ilginç belgelerindendir. Şöyle diyordu padişah:

“Yüce devletimizi korumak ve Osmanlı saltanatı ile Din-i İslâm uğruna yaptığımız savaşın zaferle sonuçlanması için, gerek şahsıma ait olan, gerek devletin hazinesindeki bütün paraları harcadım. Elde hiç akçe kalmadı. Harbin devamı için şart olan parayı oğlumun ve kızlarımın annelerinden borç olarak almak zorunda kaldım. Bu arada, oğlum Şehzade Selim’in doğumunda annesine armağan edilen parayı da aldım. 237 kese ve 55 kuruş küsuru da bulunan bu borcum, savaş sonunda, devlete bağladığım vakıflarımın gelirler fazlasından ödensin ve bu senedim o zaman yırtılsın. Böyle vasiyet ederim.”

Bu paranın ödendiğine dair kayıt yok. Çünkü oğul III. Selim de babasnın izinden yürüyecek, devleti içine düştüğü krizden çıkarmak için saraydaki ziynet eşyalarını darphaneye göndermek zorunda bile kalacaktı.

Karşılaştığı hayal kırıklığı III. Mustafa’ya şu meşhur beyitleri söyletmişti:

Yıkılubdur bu cihan, sanma ki bizde düzele

Devleti çarh-ı deni virdi kamu mübtezele

Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hezele

İşimiz kaldı heman merhamet-i Lem Yezel’e.

Padişahın bu sözleri, bugünün de portresini çizer gibidir. O, içinde bulunduğu krizi yukarıdaki ifadelerle dile getirirken, bugünkü söyleyişle şöyle diyordu:

“Dünya yıkılıyor. Onun bizim elimizde düzelebileceğini sanıyorsan aldanıyorsun. Ne yazık ki, talihsizlikler devleti haysiyetsizlerin ellerine düşürdü. Baksana, saadet ve kurtuluş kapılarında şaklabanlar gezmekte. Gerçek böyle olunca, kurtuluş ümidimiz sadece Allah’ın merhametine kaldı.”

III. Mustafa devletin üzerine çöreklenmiş menfaat gurupları ve müptezel takımıyla baş edememiş, içine düşürüldüğü acziyetin ızdırabı içinde 1774’te hayata gözlerini kapamıştı. Feryatlarının üzerinden 227 yl geçti. Ama bu feryadın altına bugün imza koymayacak kaç insan var?

 Paramızın Pula Dönüşme Macerası

1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’na girerken, yani o günün dünya devleri İngiltere, Fransa, İtalya dört bir cephede Osmanlı’ya savaş ilan ederken  1 lira kaç dolardı dersiniz?

1 lira 3.70 dolar ve 18.45 mark idi. 1917 yıllarında borsada 1 lira alabilmek için yaklaşık 4 Amerikan dolarına yakın ödeme yapmak icap ediyordu. Ve bu durum, 1908 öncesi değerlere göre Türk Lirası aleyhine adeta bir yıkım demekti.

Emperyalistlerin zaferi ile neticelenen Birinci Dünya Savaşı, Türk Lirası’nın da büyük sarsıntılar geçirmesine sebep oldu. Bu savaşta kimlerle savaştık, yeni kuşaklara hatırlatmakta fayda var: İngiltere, Fransa, İtalya, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Rusya, Ermenistan, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Güney Afrika ve daha birçokları.

Bu savaştan maddi ve manevi büyük kayıplarla çıktık. Okumuş insanlarımız, köylülerimiz, zenaatkârlarımız, bilgi ve becerisi olan binlerce insanımız şehid oldu veya savaş yılgını olarak geri döndü. Köyler, kasabalar, şehirler yakıldı, yıkıldı, tahrip edildi. Avrupa’ya göre zaten geri olan sanayimiz çöktü, ekonomi iflas etti.

Bu yıllarda, yani 1914’te dahi tedavüldeki  altın miktarı 40.000.000 sikke idi. Yabancı altın miktarı bunun dışında idi.  Savaş tehlikesi ve tehdidi yavaş yavaş altın paranın halk tarafından yastık altına aktarılmasına ve hükümet tarafından toplanmasına sebep oldu.

3 yıl içinde 40.000.000 altın piyasadan çekilince ikinci büyük darbeyi yemiş olduk. Kıtlık ve açlık dönemi başladı. Büyük şehirlerde sokaklarda açlıktan düşüp ölen insanlar görülmeye başlandı. Yolsuzluk, rüşvet, fuhuş ve gayrimeşru hayat tarzı yaygınlaştı. Fakat toplumumuz, bu büyük sosyal çalkantı ve ekonomik krizi İslâm’ın kendisine kazandırdığı manevi dirençle, büyük bir fedakârlık ve azimle atlattı.

Savaş bittikten sonra bile 1923’te Cumhuriyet ilan edilirken 1 Türk Lirası  O.8O dolar, 1 altın 7 lira değerinde idi. 1940’ta 3 kuruş olan altının gramı, 1960’ta 17 kuruş olmuştu. Bu değer 1971’de 22 kuruşa fırladığında, dolar 1.8O, daha sonra 2.80, sonra 13 liraya yükselmişti. Peki ne oluyordu, savaş mı devam ediyordu da Türk parası devamlı olarak yabancı paralar karşısında eriyordu? Böyle bir soruyu yanlış bulmayın, çünkü artık 1 dolar 1.500.000 TL civarında.

 Bir Devlet Adamı Arayışı

Birinci Dünya Savaşı yıllarından daha mı kötü durumdayız? III. Mustafa’yı haksız çıkaracak devlet adamları nerede? Türkiye kaht-ı ricâl dönemi mi yaşıyor?

Kaht-ı ricâl dönemi ne mi? 1621’de yazılan Kitâb-ı Müsteâb’da rastlanıyor bu kavrama. Devlet adamı eksikliği ve kıtlığı demek.

Osmanlı’nın duraklaması ve gerilemesinden çıkaracamz pek çok ders mevcut. Şu hale bir bakar mısınız: 1648’de askerlerin vezir-i azamla yani başbakanlığa getirilmesini istedikleri kişi, 80 yaşındaki  Sofu Mehmed Paşa, askerlerle işbirliği yapıp, Sultan İbrahim’i tahttan indirtmişti.

Dönemin yüz ağartan devlet adamlarından biri Tarhuncu Ahmed Paşa idi. Şartlı olarak başbakanlık görevine gelmiş, devletin gelir ve giderlerinin dökümünü yapmıştı. Bu dökümde gelirin yirmidörtbin akça, masrafların ise yirmibeşbinikiyüz akça olduğu görülmüştü. Bu hesaba göre bütçe açığı, binikiyüz akça idi. Bu rakamlar sadece merkezin rakamları idi, eyaletlerin bütçeleri buna dahil değildi.

Tarhuncu Ahmed Paşa derhal icraata girişerek, bir dizi reformlar gerçekleştirmek istedi. Önce saraydaki israfı kıstı. Zenginlerin vergi vermesini sağladı. Her haneye yeni vergiler koydu. Rüşvetin önüne geçmeye çalıştı. Bu faaliyetlerden rahatsız olan ve çıkarları zedelenen gruplar aleyhte propagandalara girişerek onun görevden uzaklaştırılmasına ve idamına sebep oldular. Yerine, saray çevresinde çıkar gruplarının isteklerini yerine getirecek silik şahsiyetler getirilerek devlet hazinesi soyulmaya devam etti.

1691’de İkinci Ahmed’e vezir-i azam olan Arabacı Kadı Ali Paşa, yaptığı sürgünler ve devlet hazinesini zimmetine geçirmekle meşhurdu ve yaşı seksenin üzerindeydi. 1789’da III.Mustafa’nın oğlu III.Selim’e başbakanlık yapan kişi de yetmiş yaşının üzerinde bir verem hastasıydı. İsmi Meyyit Hasan Paşa. Altı ay boyunca hasta yatağından kalkıp işinin başına geçememiş, devlet işlerini vekiller yürütmüştü.

 ‘Daha Tuğ Zamanı Değildir’

Sultanzade Gazi Balı Paşa’yı bilir misiniz? Kim mi? Kanunî’nin halasnın oğlu. Yavuz Sultan Selim’in yeğeni, II.Bayezid’in torunu. Evet, görünüşe göre bu kişi, Osmanlı devletinin en üst makamlarına getirilecek kadar torpil sahibi.

Gazi Balı Paşa 18 kale fethetmiştir. Almanlar’la girdiği bütün muharebeleri kazanmıştır. Kanunî’nin kazandığı Mohaç Meydan Muharebesi’nde padişahtan sonra en mühim rolü oynamıştır. 60.000’e yakın düşman askerini telef etmiş, 30.000 esir almış, bunları devletin hizmetinde çalışmak üzere başkente sevk etmiştir. Yaptıkları sadece askerî başarılarla sınırlı kalmamış, “fisebilillah” yaptığı pek çok hayır eseriyle halkın sevgi ve duasını kazanmıştır.

Simdi bu zattan niçin söz ettiğimizin asıl sebebine gelelim:

Kanunî’ye yazdığı bir mektupla “eğer bana vezirlik rütbesi verilirse, sınırdaş olduğum yabancı hükümdarlara karşı devletimi daha bir güçle temsil eder, onlara karşı elim daha güçlü olur” diyordu.

Kanunî Sultan Süleyman, genç kuzenine bir hatt-ı hümayun gönderdi. Şöyle diyordu:

“Berhudar olasın. İki cihanda yüzün ak, ekmeğim sana helal olsun. Sen bize bunca hizmet ve iyilik ettin. Ama daha bir tuğ (üçüncü vezirlik tuğu) zamanı değildir. Askere riayet eyleyesin. İhtiyarları baba bilesin. Daha aşağılarını oğul bilesin. Oğullarına merhamet ve şefkat edesin. Kardaşlarına ikram eyleyesin. Babalarına tazim ve tekrim eyleyesin. Asker-i İslâm’a bir vech ile müzayaka (sıkıntı) çektirmeyesin. Ve ol diyarlarda mütemekkin olan (ikamet eden) ibadullahın (halkın) fukarasını gözleyesin. Fukara, Hak Tealâ’nın kuludur. Benim hayır duam ile, Hak uğurun hayr eyleye ve kılıcın keskin eyleye ve düşmanlarına karşı seni mansur u muzaffer eyleye...”

İşte duraklama döneminin bunamış devlet adamları, işte yükseliş döneminin devlet adamlarının seçilişi...

Maziye sırtımızı dönmemizin, gerçekleri görmezden gelmemizin kimseye bir faydası yok. Biz, acısıyla tatlısıyla, iyisiyle kötüsüyle, ihtişamıyla sefaletiyle her yönden ibret alacağımız bir geçmişin vârisleriyiz. Üzülmeye de gerek yok, tarihin hep güler yüzünü seyrederek avunmaya vaktimiz ve lüksümüz de.

Çocuklarımıza miras bırakacak bir şeylerimiz olmalı. O miras, acı, hüzün ve mutsuzluk olmamalı. Geçmiş hatalardan ders alarak, güvenilir bir yarın, yaşanır bir ülke bırakmayı becerebilmemiz lazım. Çocuklarımız bizi hep III. Mustafa dönemiyle kıyas etmesinler. Onlara Fatihler, Yavuzlar, Kanunîler de lazım. Çünkü, ancak atalarının manevi miras ve kültürü ile bağlarını koparmamış milletler varlıklarını devam ettirme gücüne sahipler.

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy