Günümüz müslümanlarının sorunlarından biri, dinini titizlikle yaşamak isterken günlük hayatta karşılaştığı kimi problemlere, İslam’a uygun çözümler bulmada yaşadığı zorluktur. Ancak, kaynaklar yeterince incelendiğinde ya da ihtisas sahibi alimlere başvurulduğunda çözümsüz gibi görünen problemlerin kolayca aşılabileceği anlaşılmaktadır.
Sıkça sorulan ve çoğumuzun yeterince bilgi sahibi olmadığı için sıkıntıya girdiği konulardan biri, borç-alacak ilşkisidir. Borç olarak aldığımız ya da verdiğimiz paranın, geri ödenirken enflasyondan kaynaklanan değer kaybının telafi edilmesini istemek dinimizce sakıncalı mıdır? Değer kaybına karşılık alınan ya da verilen fazlalık faiz midir?
Borç kelimesi, halk arasında genellikle iki anlamda kullanılır: Birincisi; bir kişinin diğer bir kişiye para, döviz, altın gibi standart (mislî) bir malı1, daha sonra aynen almak üzere ve tamamen bir iyilik olarak vermesi ile meydana gelen borçtur. Buna karz-ı hasen denir. Böyle bir borcu alan kişi, aldığı parayı veya malı kullanır ve alacaklısı malını istediği zaman, ne eksik ne fazla onu geriye öder.
İkincisi ise alış-veriş veya tazminat gibi bir hukuki işlem sonucunda meydana gelen ve ödeme günü yani vadesi belli olan borçtur. Böyle bir borç, ödeme gününe kadar alacaklısı tarafından istenemez. Fakat borçlu erken ödeme yaparsa, alacaklısına iyilikte bulunmuş olur. Vadesi dolduğunda borcun ödenmemesi haksızlıktır. Buna rağmen herhangi bir sebeple borç ödenememişse, alacaklı kişinin zarara uğratılmaması gerekir.
Bütün İslam alimleri, hangi türden olursa olsun borç olarak verilen malın, kıymetini kaybetmeden geri ödenmesi gerektiğinde ittifak etmişlerdir. Bundan dolayıdır ki, borçlarda herhangi bir fazlalığın şart koşulması kesinlikle haram kılınmıştır.2 Aynı şekilde vadesi gelen borçların, gününde ödenmesinin farz olduğunda ve imkanı olan kimsenin borcunu geciktirmesinin zulüm olduğunda da görüş birliğine sahiptirler.
Hz. Peygamber (A.S.) zamanında ve onu takip eden ilk asırlarda sadece altın ve gümüş, para olarak kullanılırdı. Gerçekten altın ile gümüş; arpa, buğday, pamuk gibi bizzat kendileri kıymet ifade ederler. Bundan dolayı bir kimseye bir kilo altın veya bir kilo gümüş borç verdiğinizde, aynı kalitede ve aynı miktarda bir kilo altını veya gümüşü geri alırsınız. Aynen bir ton buğdayı borç olarak verdiğinizde, bir ton olarak geri aldığınız gibi. Bu tür mallarda fazlalık istemenin faiz olacağında şüphe yoktur.
Günümüzdeki paralara gelince -bu ister Türk Lirası olsun, ister döviz olsun- sürekli değişen değerleri vardır. Dünkü bir milyon, bugünkü bir milyona eşit değildir. Rakam aynı olmakla birlikte kıymet kesinlikle değişmektedir. Borcun alınan rakamla ödenmesi, borç veren kişiyi zarara uğratmaktadır. Bundan dolayı müslümanlar, birbirlerine Allah ve Rasulü’nün tavsiye ettiği karz-ı haseni yani borç verme amelini, yerine getirmekten çekinmektedirler. Ayrıca alacaklılar, gününde ödenmeyen borçları, enflasyonun vermiş olduğu zararı dikkate alarak tahsil ettikleri taktirde faiz almakla suçlanabilmektedirler.
Enflasyon, ilk dönemlerden beri vardır. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed bu konuda fetva vermişlerdir. O zamanda altın ve gümüşten başka diğer madenlerden, itibari kıymeti bulunan ve “fels” diye isimlendirilen paralar basılmıştı. Günün ekonomik yapısına göre bu paraların kıymetinde dalgalanmalar olmuş ve bu paralarla borç-alacak ilşkisine giren kimseler arasında anlaşmazlıklar çıkmıştı. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed, konuyu araştırmışlar ve itibari kıymeti olan paralarla borçlanmalarda, borcun verildiği günde paranın taşıdığı kıymete itibar edileceğine hükmetmişlerdir. İbn-i Abidin, bu görüşün daha sonraki dönemlerde yaşayan Hanefi alimlerinin birçoğu tarafından tercih edildiğini belirtmiştir.3 İbn-i Kudame de Ahmed b. Hanbel’in, kullanımdan kaldırılan veya kıymet kaybına uğrayan paraların, alındığı gündeki kıymetleri ile ödenmesi gerektiği görüşünde olduğunu ifade etmiştir.4 Maliki mezhebi alimlerinden İmam Karafi, miktarı veya özellikleri bakımından değişkenlik arzeden bir borcu, aynen geri ödemek mümkün olmadığında kıymetinin tazmin edilmesi gerektiğini belirtmiştir.5 Şafii alimleri de taraflardan herhangi biri için fazladan menfaat sağlayan borcun caiz olmadığını6 açıkça belirttikleri için, borcun kıymeti dışında ödenmesine cevaz vermeyeceklerini söyleyebiliriz.
Yukarıdaki açıklamaların ışığında şu sonuçları çıkartmamız mümkün:
* Borç-alacak ilişkisinde, ne alacaklı ve ne de borçlu zarara uğratılmalıdır. Bu konuda bütün İslam alimleri aynı görüşe sahiptir.
* Enflasyonun, paranın kıymetini eksilttiği şüphe götürmez bir gerçektir. O halde enflasyonun eksilttiği miktar, alacaklıya ödenmelidir; bu onun asıl parasıdır, kesinlikle fazlalık değildir. Bir malın borç olarak verilmesinde, malın borçluya teslim edildiği gün; hukuki işlemler sonucu meydana gelmiş olan ve vadesi belli olan borçlarda ise borcun ödenmesi gerektiği gün çok önemlidir. Çünkü borç, o günlerdeki kıymeti üzerinden geriye ödenmesi gerekir. Yani enflasyonun sebep olduğu zarar, paranın o günlerdeki kıymetine göre hesap edilmeli ve alacaklıya ödenmelidir. Bu kesinlikle faiz değildir; aksine alacaklının hakkını eksiltmeden yapılan bir ödemedir.
Enflasyonun eksilttiği miktar, doğru bir şekilde tespit edilmelidir. Toptan eşya endeksleri sıhhatli bir şekilde tutulursa doğru bir tespitin ortaya çıkacağına inanıyoruz. Eğer doğru bir şekilde tespit edilmesi mümkün değilse altın üzerinden borç tespiti yapılmalı veya taraflar aralarında anlaşmak suretiyle, borcu en iyi şekilde tespit edebilecekleri başka bir malı ölçü olarak kabul etmeleri gerekmektedir.7
* Borçlunun, önceden alacaklı ile aralarında bir anlaşma olmaksızın, borcunu öderken alacaklısına fazla bir miktar hediye etmesi veya alacaklının, alacağı olan miktarı kendi rızası ile eksik alması da yasak olmayan istisnai durumlardır.
1 Hanefi mezhebi dışındaki bazı müctehidlere göre mislî malların yanında kıyemi mallar da karza konu olabilir.
Mislî mal = Standart mal: Kendi cinsinden benzerleri arasında kıymet farklılığı olmayan mallara denir. Kalitesi ve özellikleri belirli olan buğday, pamuk, çimento, kumaş, yumurta, kullanılmamış aynı kalitede elbiseler vb. mislî mallardır.
Kıyemî mal = Standart olmayan mal: Kendi cinsinden benzerleri arasında kıymet farklılığı bulunan mallara yani standart olmayan mallara denir. Kullanılmış otomobiller, kullanılmış elbiseler, hayvanlar, gayri menkul mallar vb. kıyemî mallardandır.
Mislî ve kıyemî malların tanımı için ayrıca bkz: İbn-i Abidin, Reddu’l-Muhtâr, V/161; Hamdi Döndüren, Ticaret ve İktisat İlmihali, 43, Erkam Yay, İstanbul
2 Nevevî, Ravdatü’t-talibin, III/375, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Birinci b., Beyrut 1992; Karafî, ez-Zehîre, V/289, Dâru’l-Garbi’l-İslamî, Birinci b., Beyrut 1994; İbn-i Kudame, el-Muğnî, IV/390, el-Mektebetü’t-Ticariyye, Mekke; Kâsânî, Bedâi’, VII/395, Dâru’l-Kütübi’l-’İlmiyye, İkinci b., Beyrut 1986.
3 İbn-i Abidin, Reddu’l-Muhtâr, IV/533, 534, V/161, 162.
4 İbn-i Kudâme, el-Muğnî, IV/396.
5 Karafî, ez-Zehîre, V/289.
6 Nevevî, Ravdatü’t-Talibîn, III/375.
7 Fetavâ el-Hindiyye, III/304, Dâru’l-Ma’rife, İkinci b., Beyrut h. 1310.