Bir sonbahar... Bir hüzünlü son daha yaklaşıyor. Ağaçlar, çiçekler, bütün bitkiler, teşrinlerin soğuk ve öldüren rüzgarlarının dokunuşlarıyla ölümü tadacaklar yine.
Göklere doğru, adeta kemale uzanan, Allah’a niyaz eden eller gibi yükselen dalların yapraklarını, ölüm kokan hazan rüzgarları okşayacak. Dirilten bahar rüzgarları değil. Yapraklar, artık benzi sararmış, ömrü daha kısa, ziyası kıt bir güneş bulacaklar tepelerinde. Gün sarardıkça, onlar da sararıp solacaklar. Rüzgarların önüne katılıp, bir yerde çürüyüp çer-çöp olacaklar. Toprak, artık teşrinlerin can değil, ölüm getiren yağmurlarını yudumlayacak. Bütün tabiat ölecek.
İnsan, bir kere daha bir ölüm sahnesinin içinde bulacak kendisini. Bu hüzünlü zaman dilimi, bize ölümü tefekkür etme fırsatını verecek yeniden. Daha geçen mevsimde yemişlerini tattığımız o yemyeşil, o canlı dallar, şimdi sararmış yapraklarıyla ruhumuza ölüm duygusunu fısıldayacak. Kimi insan ölümü, yokluğu hatırlayacak; kimi de bir başka baharda tekrar dirilmeyi. İnkârcı insan belki başka varlıklarda can bulma safsatasıyla kendini aldatırken, mümin “ba’su ba’del mevt” hakikatıyla teselli olacak.
“Her nefis ölümü tadacaktır” fermanı, ağaçlarda, çiçeklerde ve güllerde tecelli edecek. Bağlar, bostanlar bozulacak. Bulutlardaki keder toprakta saadet olmuştu ya hani; geçen ilk baharlarda... Şimdi bağların-bostanların bozulması bostancıda saadet olacak. İlkbaharın ve yazın verdiklerini bu mevsimde devşireceğiz. Tarumar olmuş bir bahar, evlerde dirlik, düzen ve rızık olacak. Bir alem ölürken, bir alem yaşayacak...
Böyle bir mevsimde, sararmış yapraklarla çıplak dallar arasında, Seyyid Abdül Hakim Hüseynî K.S. Hazretleri’nin, “Dünya Rabbül Alemin’in bostanıdır. Bostan artık mahsul vermeyince, Allah bostanını bozar.” sözü gelir aklıma. Ve “Dualarınız, yakarışlarınız olmasa Allah sizi neylesin?” mealindeki ayeti hatırlarım. İşte eylül bana hep bu çağrışımlarla gelir.
Evet... İnsanın da, insanlık aleminin de ömürlerinde mutlaka bir eylül vardır. Dünya hayatının da nihayet bir eylülü olacak. Allah’a kulluk eden kalmayacak. Dualar yükselmeyecek o yüce dergâha, insanın Rabbi’ni tanımak için yaratılmış sinesinde gaflet büyüyecek. Mamur caddelerde, umran beldelerde, mutantan şehirlerde, gönülleri harap insanlar dolaşacak. Zikirsiz, tefekkürsüz bir ömrün hazin sonuna gelecek dünya... Gönül tarlalarında artık takva tohumları ve en temiz kelime olan tevhid yeşermeyecek. Hikmet tohumları beşeriyetin kalbinde çürümeye yüz tutacak. Habis bir kelime olan şirk, inkârcı insanın kalbinde topraktan kopmuş, kökü dışarıda bir ağaç gibi çürüyüp gidecek... Çürüdükçe de çürütecek tabi...
Nihayet Allah’ın da hasat mevsimi gelip çatacak ve dünya bostanını bozacak. İnsanoğlu mahsulünü devşirdikten sonra nasıl çer-çöpten vazgeçiyorsa, Allah da “yevmu’l fasl” dediği hak ile batılın, iyi ile kötünün ayrıldığı günde, o ceza gününde, sevgili kullarını rahmetine alıp, inkârcılardan vazgeçecek. Yasin Suresi’ndeki “ve ey mücrimler, bugün artık siz ayrılın!” ve “Allah onlarla konuşmaz” ayetlerinin gerçekleşme zamanı gelecek.
Bu eylül yaklaşırken, işte böyle düşüceler doğdu içime.
Ne var ki, eylül inanan için bir son değil. O, derununda kısacık bir kıştan sonra gelecek baharın müjdesini saklar. Ebedi hayata dirilişin müjdesini. Bir “ba’su ba’de’l mevt”, öldükten sonra dirilme müjdesini...
İnsan ömrünün teşrinleri sayılan ihtiyarlık, hüzünle karışık bir sevinçtir inanan insan için. Dünyaya bir veda mevsimidir; bu yüzden hüzünlüdür. Öte yandan Allah’ın gel çağrısına can kuşunun uçma zamanıdır. Bu yönüyle de heyecan ve ümit mevsimidir...
Her eylül, hayata bir ölüm sarılığı serper ama müminin gönlündeki ağaç için sonbahar yoktur. Çünkü onun kalbindeki ağaç, “kelime-i tayyibe”dir. Temiz, şirkten arınmış bir kelime; kelime-i tevhid ağacıdır. Her mevsim meyve verir. Sonbaharın öldüren rüzgarları, çürüten yağmurları ona zarar vermez. Bir ağaç ki köklerinde Allah’ın veli kulları var. Allah’a bağlı ve sabit kademler. O’nun feyzini, O’ndan gelen hayat ve nimeti gövdeye, dallara, yapraklara gönderirler. Gün yüzüne çıkmazlar. Hep gözlerden uzak, riyasız, gösterişsiz, çalışıp dururlar. Onların Allah’tan taşıdığı feyizle, dallar güzel ahlâkın meyveleriyle dolar. Her ağaç göğe ağar, sonsuzluklara özenir, kemale uzatır dallarını. Yapraklar ışık emer, ışıkla beslenirler. Kökler dallara hizmetçi, dallar köklere minnettar. Gövdede fesat yok, kurt yok, çürük yok...
Böyle kudsî bir ağaca sonbahar ve ölüm neylesin? O, zaman ve mekân ötesinde, müminin gönül dünyasındar aslı sabit, dalları uhrevî semalarda, yemişlerini her an salih ameller olarak veren, alemlerde emsali bulunmayan bir ağaç...
Bu iman ağacını gönlünde büyütenler ne mesut insanlar!..
Ne olaydı, kırların yeşilini, göğün mavisini, her bir rengi solduran eylüller karşısında Yunusça bir sevişimiz olsaydı! Allah’ın boyasına Yunusça bir boyanışımız olsaydı! Ve şu iki mısrayı biz de Yunus kadar samimiyetle söyleyebilseydik:
Boyandım rengine solmazam ayruk.
Aşıkım, aşıkım, ölmezem ayruk.