Eyüp Sultan ve civarı, İstanbul'un diğer semtleri içinde gerçekten farklı bir atmosfer teneffüs ettirir insana. Hele seher vakitlerinde buram buram rahmet kokar. Bir defa tadını alan artık müdavimi olur. Başkalarını bilmiyorum ama her gidişimde farklı heyecanlar yaşıyorum Eyüp Sultan'da. Herhalde başkaları da bu heyecana ortak olmalı ki, bu kadar insan sıcak yatağını terkedip oraya koşmuş.
Her gün bir farklılık ve yeniliğe gözlerimizi açıyoruz. Her sabah yeniden doğup, yeni bir hayata başlıyoruz adeta. Aynı gün içindeki farklı saatlerde dahi, yepyeni hallerle yüz yüzeyiz.
Bu sürekli akış ve değişme, sadece olaylarla ve derunî hallerimizle sınırlı değil. Cenab-ı Hakk’ın biz kullarına yönelik rahmeti ve mağfireti de bizim halimize, O’nunla olan kalbî irtibatımıza göre değişmekte.
Diğer taraftan bazı özel vakitler var ki, adeta birer rahmet limanıdır. Mesela aylar içinde Ramazan, geceler içinde Kadir Gecesi ve diğer mübarek geceler, günler içinde Cuma günü, bu ayrıcalıklı vakitlerin hemen akla gelenleri. Cenab-ı Mevlâ her zaman merhamet ve mağfiret sahibidir, ama bu zamanlarda rahmet oluk oluk akar, adeta bütün kainatı kuşatır.
Günün her anı aynı değildir demiştik. Günün farklı devreleri içinde rahmet kapıları, seher vaktinde her zamankinden fazla açıktır. Bu sebeple başta iki cihan serveri Peygamber Efendimiz A.S. olmak üzere bütün arifler, seher vakitlerinde gözleri ve kalpleri uyanık tutmayı tavsiye ederler. Gözler ve kalpler uyanık olunca, günün ilk ışıklarıyla birlikte kainatta esen rahmet melteminin tatlı ılıklığını hissetmemek mümkün değil.
Bazen, dostlarla Eyüp Sultan Camii'ne gideriz sabah namazına. Çünkü Eyüp Sultan ve civarı, İstanbul'un diğer semtleri içinde gerçekten farklı bir atmosfer teneffüs ettirir insana. Hele seher vakitlerinde buram buram rahmet kokar. Bir defa tadını alan artık müdavimi olur.
Başkalarını bilmiyorum ama her gidişimde farklı heyecanlar yaşıyorum Eyüp Sultan'da. Herhalde başkaları da bu heyecana ortak olmalı ki, bu kadar insan sıcak yatağını terkedip oraya koşmuş.
İnsanları bir mıknatıs gibi oraya çeken şey ne olabilir? Hiç şüphesiz orada medfun mübarek zatın, Ebu Eyyûb el-Ensarî R.A. Hazretleri’nin ilâhi rahmeti celbeden ve gelenlerin gönüllerine yansıtan bir merkez olmasıdır.
Hz. Ebu Eyyûb el-Ensarî R.A.’ı biliyorsunuz. Hani Efendimiz A.S. Medine'ye hicret ettiklerinde onu evinde misafir eden ve "mihmandar-ı nebî" diye anılan sahabi. Efendimizin bazı savaşlarda sancağı kendisine teslim ettiği, "alemdâr-ı rasûl" olan mübarek zat. İşte o sancağı Bizans surlarına dikmek, "orayı fetheden asker ne güzel askerdir" müjdesine erişmek için yanıp tutuşan gönül. Kutlu emeli için ta Hicaz'dan kalkıp, binlerce kilometre yol katettikten sonra şehit olan kahraman.
Onun varlığını, asırlar öncesinden bugüne uzatılan bir el, bir çağrı gibidir adeta. O ele el vermek ve o çağrının yankılarını duymak nasıl da heyecan vericidir! Müslüman olduktan sonra hayatı hep cihatla, Allah’ın dinine hizmetle geçmiş, Hicret’ten sonraki bütün savaşlarda bulunmuş ve şehit oluncaya dek cepheden cepheye koşmuş bir abide şahsiyetin yanı başında olmak nasıl etkilemez insanı?
Aslında bu şans sadece bize ait değil; dünya coğrafyasının birçok yerinde böyle nice sahabi, nice kutlu şahsiyetler ötelerden birer fısıltı gibi kulak veren gönüllere sesleniyor. Buhara, Hindistan, Yemen, Kuzey Afrika, Kıbrıs ve daha nice yerler hep o kutlu neslin hatıralarını taşıyan şehitlerle doludur.
O neslin taşıdığı iman ruhuyla bugün bizlerin hali ve anlayışı arasındaki farkı da düşünüyor insan böyle mekânlarda. Akla neler gelmiyor ki? Mesela Hz. Ebu Eyyûb R.A., “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (Bakara/195) ayetini “gücü yettiği halde cihada, Allah yolunda hizmete gitmeyip işiyle meşgul olmaktır" diye tefsir ederdi. Onlar Allah’ın rızasını elde etmek için en ufak fırsatları kaçırmazken, biz müstehaplarla amel ederek, ruhsatların peşinde koşuyoruz. Onlar, çoluk-çocuk, bağ-bahçe, dükkan-ticaret demeden ilerlemiş yaşlarına rağmen İslâm'a hizmet için yollarda ömür tüketmişler. Bizler ise eften-püften bahanelerle ya da yaşım geçti diyerek köşeye çekiliriz. Onlar topyekûn hareket halindeyken bizler topyekûn gaflete dalmışız.
Ashab-ı Kiram’ın hayatına baktığımızda, Mekke ve Medine'de vefat edenlerin sayısının birkaç bini geçmediğini görürüz. Binlercesi son nefesini memleketlerinden hayli uzak diyarlarda vermişler. Yine çoğu ruhunu yatağında değil, İslâm için oradan oraya koştururken teslim etmiş. "Allah'ın Kılıcı" ünvanına sahip Halid b. Velid R.A., katıldığı onca savaşa rağmen çok istediği şehadet nasip olmamıştı. Yatağında son demlerini yaşarken kılıcının getirilmesini istemiş, yatağından kalkmış ve kılıcına yaslanarak ruhunu teslim etmişti. Çünkü yatakta ruhunu teslim etmeyi kendine yakıştıramamıştı.
Hayatını hizmete adamış ve bu uğurda canını vermiş kimseler için bir deyim vardır: Ağaç gibi ayakta ölmek. Ebu Eyyûb el-Ensarî R.A. Hazretleri de bunlardan biri. Türbesinin avlusundaki yüzyıllık çınarla ne kadar da benzeşiyorlar! Heybetli ve vakur. Kuruyana kadar dimdik ayakta kalmış. Gölgesindeki mübarek zata kol-kanat germiş olmanın asaletini taşımakta. O ağaca baktığınızda sıradan bir ağaç görmezsiniz. Size, altında medfun sahabiyi ve onun sancağını nesilden nesile taşıyan Sadat-ı Kiram’ı hatırlarsınız.
Kıymetini bilemesek de onları tanıyor olmak, gölgesinde bulunmak, yanı başlarında Saadet Asrı’nı hissetmek ne büyük şeref, değil mi?
Evet; seher vaktinde Eyüp Sultan bambaşka bir iklim. Aradığımız huzur, bizi adeta nefessiz bırakan günlük hayatımızın çemberinden bir an için de olsa kurtaracak, birkaç derin nefes aldıracak böyle iklimlerde değil mi?
Eyüp Sultan'da Seher Vakti
Mehmet Gayretli
Eyüp Sultan ve civarı, İstanbul'un diğer semtleri içinde gerçekten farklı bir atmosfer teneffüs ettirir insana. Hele seher vakitlerinde buram buram rahmet kokar. Bir defa tadını alan artık müdavimi olur.
Başkalarını bilmiyorum ama her gidişimde farklı heyecanlar yaşıyorum Eyüp Sultan'da. Herhalde başkaları da bu heyecana ortak olmalı ki, bu kadar insan sıcak yatağını terkedip oraya koşmuş.
Her gün bir farklılık ve yeniliğe gözlerimizi açıyoruz. Her sabah yeniden doğup, yeni bir hayata başlıyoruz adeta. Aynı gün içindeki farklı saatlerde dahi, yepyeni hallerle yüz yüzeyiz.
Bu sürekli akış ve değişme, sadece olaylarla ve derunî hallerimizle sınırlı değil. Cenab-ı Hakk’ın biz kullarına yönelik rahmeti ve mağfireti de bizim halimize, O’nunla olan kalbî irtibatımıza göre değişmekte.
Diğer taraftan bazı özel vakitler var ki, adeta birer rahmet limanıdır. Mesela aylar içinde Ramazan, geceler içinde Kadir Gecesi ve diğer mübarek geceler, günler içinde Cuma günü, bu ayrıcalıklı vakitlerin hemen akla gelenleri. Cenab-ı Mevlâ her zaman merhamet ve mağfiret sahibidir, ama bu zamanlarda rahmet oluk oluk akar, adeta bütün kainatı kuşatır.
Günün her anı aynı değildir demiştik. Günün farklı devreleri içinde rahmet kapıları, seher vaktinde her zamankinden fazla açıktır. Bu sebeple başta iki cihan serveri Peygamber Efendimiz A.S. olmak üzere bütün arifler, seher vakitlerinde gözleri ve kalpleri uyanık tutmayı tavsiye ederler. Gözler ve kalpler uyanık olunca, günün ilk ışıklarıyla birlikte kainatta esen rahmet melteminin tatlı ılıklığını hissetmemek mümkün değil.
Bazen, dostlarla Eyüp Sultan Camii'ne gideriz sabah namazına. Çünkü Eyüp Sultan ve civarı, İstanbul'un diğer semtleri içinde gerçekten farklı bir atmosfer teneffüs ettirir insana. Hele seher vakitlerinde buram buram rahmet kokar. Bir defa tadını alan artık müdavimi olur.
Başkalarını bilmiyorum ama her gidişimde farklı heyecanlar yaşıyorum Eyüp Sultan'da. Herhalde başkaları da bu heyecana ortak olmalı ki, bu kadar insan sıcak yatağını terkedip oraya koşmuş.
İnsanları bir mıknatıs gibi oraya çeken şey ne olabilir? Hiç şüphesiz orada medfun mübarek zatın, Ebu Eyyûb el-Ensarî R.A. Hazretleri’nin ilâhi rahmeti celbeden ve gelenlerin gönüllerine yansıtan bir merkez olmasıdır.
Hz. Ebu Eyyûb el-Ensarî R.A.’ı biliyorsunuz. Hani Efendimiz A.S. Medine'ye hicret ettiklerinde onu evinde misafir eden ve "mihmandar-ı nebî" diye anılan sahabi. Efendimizin bazı savaşlarda sancağı kendisine teslim ettiği, "alemdâr-ı rasûl" olan mübarek zat. İşte o sancağı Bizans surlarına dikmek, "orayı fetheden asker ne güzel askerdir" müjdesine erişmek için yanıp tutuşan gönül. Kutlu emeli için ta Hicaz'dan kalkıp, binlerce kilometre yol katettikten sonra şehit olan kahraman.
Onun varlığını, asırlar öncesinden bugüne uzatılan bir el, bir çağrı gibidir adeta. O ele el vermek ve o çağrının yankılarını duymak nasıl da heyecan vericidir! Müslüman olduktan sonra hayatı hep cihatla, Allah’ın dinine hizmetle geçmiş, Hicret’ten sonraki bütün savaşlarda bulunmuş ve şehit oluncaya dek cepheden cepheye koşmuş bir abide şahsiyetin yanı başında olmak nasıl etkilemez insanı?
Aslında bu şans sadece bize ait değil; dünya coğrafyasının birçok yerinde böyle nice sahabi, nice kutlu şahsiyetler ötelerden birer fısıltı gibi kulak veren gönüllere sesleniyor. Buhara, Hindistan, Yemen, Kuzey Afrika, Kıbrıs ve daha nice yerler hep o kutlu neslin hatıralarını taşıyan şehitlerle doludur.
O neslin taşıdığı iman ruhuyla bugün bizlerin hali ve anlayışı arasındaki farkı da düşünüyor insan böyle mekânlarda. Akla neler gelmiyor ki? Mesela Hz. Ebu Eyyûb R.A., “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (Bakara/195) ayetini “gücü yettiği halde cihada, Allah yolunda hizmete gitmeyip işiyle meşgul olmaktır" diye tefsir ederdi. Onlar Allah’ın rızasını elde etmek için en ufak fırsatları kaçırmazken, biz müstehaplarla amel ederek, ruhsatların peşinde koşuyoruz. Onlar, çoluk-çocuk, bağ-bahçe, dükkan-ticaret demeden ilerlemiş yaşlarına rağmen İslâm'a hizmet için yollarda ömür tüketmişler. Bizler ise eften-püften bahanelerle ya da yaşım geçti diyerek köşeye çekiliriz. Onlar topyekûn hareket halindeyken bizler topyekûn gaflete dalmışız.
Ashab-ı Kiram’ın hayatına baktığımızda, Mekke ve Medine'de vefat edenlerin sayısının birkaç bini geçmediğini görürüz. Binlercesi son nefesini memleketlerinden hayli uzak diyarlarda vermişler. Yine çoğu ruhunu yatağında değil, İslâm için oradan oraya koştururken teslim etmiş. "Allah'ın Kılıcı" ünvanına sahip Halid b. Velid R.A., katıldığı onca savaşa rağmen çok istediği şehadet nasip olmamıştı. Yatağında son demlerini yaşarken kılıcının getirilmesini istemiş, yatağından kalkmış ve kılıcına yaslanarak ruhunu teslim etmişti. Çünkü yatakta ruhunu teslim etmeyi kendine yakıştıramamıştı.
Hayatını hizmete adamış ve bu uğurda canını vermiş kimseler için bir deyim vardır: Ağaç gibi ayakta ölmek. Ebu Eyyûb el-Ensarî R.A. Hazretleri de bunlardan biri. Türbesinin avlusundaki yüzyıllık çınarla ne kadar da benzeşiyorlar! Heybetli ve vakur. Kuruyana kadar dimdik ayakta kalmış. Gölgesindeki mübarek zata kol-kanat germiş olmanın asaletini taşımakta. O ağaca baktığınızda sıradan bir ağaç görmezsiniz. Size, altında medfun sahabiyi ve onun sancağını nesilden nesile taşıyan Sadat-ı Kiram’ı hatırlarsınız.
Kıymetini bilemesek de onları tanıyor olmak, gölgesinde bulunmak, yanı başlarında Saadet Asrı’nı hissetmek ne büyük şeref, değil mi?
Evet; seher vaktinde Eyüp Sultan bambaşka bir iklim. Aradığımız huzur, bizi adeta nefessiz bırakan günlük hayatımızın çemberinden bir an için de olsa kurtaracak, birkaç derin nefes aldıracak böyle iklimlerde değil mi?