Aramak

Geleneksel Evlerimiz

Toplumların mimari tarzı, kültürlerine bağlı olarak farklılıklar gösterir. Türk kültürünün de, artık geçmişte kalmış olsa da kendine has bir mimari anlayışı var. İnsanımızın hayat tarzını, inançlarını, sosyal hayata bakışlarını yansıtan bir mimari anlayış bu. Bu anlayışın kaybolması, şartların değişmesiyle açıklanmaya çalışılsa da, aslında kültürümüzün başka kültürlerin etkisiyle yozlaşmasının bir sonucu.
Artık hayatımızın mahremiyetini muhafaza edebileceğimiz evlerimiz, diğer insanlarla samimi ilişkilere girebileceğimiz sıcak sokaklarımız yok. Ancak eski evlerimizi, artık yaşamayan mahallelerimizi yad ederek geçmiş günlerin o huzur dolu atmosferini yaşamaya çalışıyoruz. Karakteristik Türk evinin şekillenmesi ve tarih içindeki gelişiminde çadır yaşamının etkilerini bulmak mümkün. Çok önceleri temel geçim kaynaklarının hayvancılık olması, atalarımızın sık sık yer değiştirmesine, göçebe ya da yarı göçebe bir hayat sürmesine sebep oldu. Yerleşik düzene geçilmesine rağmen,  bugün hâlâ güçlü geleneklerin etkisinde yarı göçebe hayat süren yörelerimiz var (Korkuteli Söbüce yaylası gibi). Göçebeler için en ideal ev, bütün ihtiyaç malzemelerinin birarada bulunduğu çadırlardı. Yerleşik düzene geçildikten sonra, 20. yy. ortalarına kadar Türk evleri de odalarında tıpkı çadır gibi tüm gereksinmelere cevap verecek şekilde düzenleniyordu. Oda sayısı aile büyüklüğüne göre değişiyor, haremlik, selamlık, yaz ya da kış odası gibi, sosyal yapının ve kültürün gerektirdiği bölümler yer alıyordu. Bu odaların en büyük özelliği çok işlevli ve devamlı kullanıma uygun olmasıydı. Odalar, sedir, dolap gibi çok amaçlı kullanıma imkan veren sabit mobilyalarla düzenleniyordu. Yatak, yorgan, giysi gibi günlük kullanılan eşyalar kullanıldıktan sonra dolaplara konuluyordu. Bu dolaplardan birinde yıkanma ihtiyacı karşılayan bölüm de bulunmaktaydı. Odanın içinde ayrıca ocak da bulunuyor, hem yemek pişirmek, hem de ısınmak için kullanılıyordu. Sadece tuvalet dış mekanda yer alıyordu. Odalar, sofadaki yer alışlarına göre isimlendiriliyor, büyük olan ve köşeye gelen manzaraya sahip odaya baş oda; konukların ağırlandığı odaya selamlık, sofanın bir ucunda döşemeden biraz daha yüksek seviyedeki odaya köşk, ortaya gelen odaya da ara oda deniliyordu. Odadan dış ortamı görmek için pencerelerin yanısıra, sokağa taşan çıkmalarla daha geniş görüntü alanı elde ediliyordu. Bu çıkmalardaki yan pencereler, sokağın daha rahat görülebilmesini de sağlıyordu. Pencerelerdeki ahşap kafesler, dışarının rahatça görülmesini sağladığı gibi, evlere de ayrı bir estetik kazandırıyordu. Eski Türk evleri genellikle tek katlıdır. Ancak zamanla ikiye veya üçe çıkmıştır. Evler de odalar gibi, sofaya bağlı olarak isimlendiriliyordu. Sofasız evler, dış sofalı evler, iç sofalı evler ve orta sofalı evler gibi çeşitli gruplandırmalar yapılıyordu. Sıcak komşuluk ilişkilerine göre, yanyana bitişik ya da aralıklı sıralanmış evlerle oluşturulan dar sokaklar, güney bölgelerimizde serin rüzgarları almaya yönlendirilmişken, kuzeydeki yerleşimlerde ise güneşe açık, ama rüzgarı perdeleyecek biçimde şekilleniyordu. Evlerin camilerin etrafında toplanarak oluşturduğu mahallelerden, yükselen minarelerin silueti görülüyordu. Yerleşimin düzenlenişinde insana saygı ilkesine, sıcak, samimi ortamların oluşmasına uygun planlar yapılıyordu. Dar sokaklar, insanları yakınlaşmaya, selamlaşmaya yönlendirirken, insanlar, evlerin çıkmalarıyla zenginleşen sokaklarda tanıdık bir simayla karşılaşabilmenin zevkiyle yürüyorlardı. Diğer yandan komşu yapının perdelenmemesine özen gösterilmiş, bir bahçeden bakıldığında komşunun bahçesinin görülemeyeceği planlama yapılmıştı. Yapının inşasında komşu istekleri de dikkate alınıyordu. Doğal yapıya her zaman saygı duyulmuş, bulunulan yörenin doğal görünümünün bozulmamasına dikkat edildiği gibi, aksine güçlenmesine çalışılmıştır. Şimdilerde batı kültürüne ait plan tiplerinin olduğu gibi alınıp uygulanmasıyla, alışık olmadığımız çok katlı binalarda yaşamak zorunda kalmış bulunuyoruz. Dış kaynaklı çözümlerin, kendimize özgü yaşam biçimimizin ihtiyaçlarına cevap vermediği ortada. Yurdumuzun her yanında aynı iklim-doğa koşulları varmışcasına yapılan binalar, bulundukları yörelere ait hiçbir özelliği içermiyor. Çağımız teknolojisini kullanarak inançlarımız, örf ve adetlerimizden kaynaklanan ihtiyaçlarımıza uygun konutlar üretilmesini temenni ediyoruz. Kültürümüzü, geçmişteki konutlarımızı koruyarak, inceleyerek bugüne taşımalıyız. İnsanların mutlu olmadığı, birbirinden uzaklaştığı, bir kapıdan onlarca ailenin girdiği soğuk binalar, yaşadığımız mahallede bulmak istediğimiz huzuru ne kadar verebilir?
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy