Hindistan’a Uzanan Yol
Uzun yıllar Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhûnun dergâhında kalan ve halifelerinden ders alan İbrahim Fasih Haydârî, kaleme aldığı “Mecdü’t-Tâlîd” adlı eserde Hazret’in hayatı ve irşadı hakkında önemli bilgiler verir. Kitapta Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî kuddise sırruhûnun manevi bir işaretle Hindistan’a gidişini şöyle anlatır:
Mevlâna Hâlid kuddise sırruhû 1805 yılında Beytullah’ı ve mahlûkatın en hayırlısı, nebilerin sonuncusu Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellemin ravzasını ziyarete niyet etmişti. Musul’dan yola çıkıp Şam’a vardığında, hadis âlimi Muhammed Kuzberî kuddise sırruhû ile görüşmüştür. Muhammed Kuzberî ile Şam’ın diğer büyük âlimleri Mevlâna Hâlid’e hürmet göstermişler ve büyüklüğünü kabul etmişlerdir. Nefsini kırarak ve tevazu yaparak Muhammed Kuzberî’den icazet istemiş, o da kendisine hadis icazeti vermiştir. Yine Şam’da yaşayan, Şeyh Mustafa el-Kürdî el-Kadirî kuddise sırruhû ile bir araya gelmiş, kendisinden hadis ve Kadiriyye tarikatı icazeti almıştır.
Sonra Şam’dan ayrılarak Medine-i Münevvere’ye ulaşmış ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemi eşsiz derecede güzel Farsça kasidelerle methetmiştir. Hac müddetince teberrüken istifade edebileceği sâlih zâtlar aramıştır. Yemenli istikamet ve riyazet ehli sâlih bir zâtla karşılaşmış, cahil bir kimsenin âlimden nasihat istemesi gibi ondan nasihat istemiş, o da kendisine şöyle nasihat etmiştir:
“Allah’ın kıymet ve şerefini artırdığı Mekke’ye girdiğinde, şeriatın zâhirine muhalif bir şey görürsen hemen karşı çıkma.”
Mevlâna Hâlid kuddise sırruhû diyor ki:
“Mekke’ye girdiğimde, içimde o âlimin nasihatine uymak konusunda bir samimiyet vardı. Cuma günü erkenden kalkıp bir deve kurban etmiş gibi sevap alayım, diye Mescid-i Haram’a gittim, Kâbe-i Muazzama’ya dönerek Delâil-i Hayrât okumaya koyuldum. O esnada siyah sakallı, avam görünümlü birini gördüm. Yüzü bana dönük bir şekilde sırtını şadırvana yaslamıştı. İçimden,
- Şu adama bak, Kâbe’ye karşı edepsizlik yapıyor diye geçirdim, ona belli etmedim.
Bunun üzerine o kimse bana hitaben,
- Ey filan, bilmez misin ki Allah katında mümine edep göstermek, Kâbe’ye hürmetten daha üstündür. O halde neden benim arkamı Kâbe’ye, yüzümü sana dönmeme itiraz ediyorsun? Medine’de sana nasihat eden kişinin uyarısına kulak vermedin mi, dedi.
Bunun üzerine onun evliyanın büyüklerinden biri olduğunda şüphem kalmadı ve takındığı tavır ile kendisini halktan gizlediğini anladım. Hemen eline sarılıp af diledim ve beni irşad etmesini istedim. Bana,
- Senin manevi sırları elde edişin bu diyarda olmayacak, diyerek Hint diyarını işaret etti ve; sana oradan bir işaret gelecek, manevi sırlara orada erişeceksin, buyurdu.
Bunun üzerine, Haremeyn’de beni hedefe ulaştıracak birini bulmaktan ümidimi kestim ve hac vazifesini yerine getirdikten sonra Şam’a döndüm.”
Cömertlik Kapısı
el-Hac Hasan Şükrü Efendi, “Şemsü’ş-Şümûs: Güneşler Güneşi” adlı eserinde, Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûnun sahip olduğu üstün hasletlerden bahseder ve onun yardımseverliğine dair şöyle bir örneği anlatır:
Bağdat’ta bulunan Seyyid İbrahim el-Berzencî kuddise sırruhû vefat etmiş ve geride elli bin kuruş borç bırakmıştı. Alacaklıları bu borcu oğlu Mahmud Efendi’den istemişlerdi. Merhum İbrahim el-Berzencî hazretlerinin bir evinden ve kitaplarından başka bir şeyi olmadığından, borcuna karşılık kitaplarını almak istediler. Bunun üzerine Mahmud Efendi, Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûya gelip durumu arzetti.
Mevlâna Hâlid kuddise sırruhû alacaklıların huzuruna getirilmesini emretti. Alacaklılar geldiklerinde,
- Mahmud Efendi’den bir ay boyunca bir şey istemeyiniz. İnşallah sizin istediklerinizi ben vereceğim. Benim adıma bir senet yazın ve bir ay sonunda gelin, hakkınız olan elli bin kuruşu tamam olarak vereyim. Siz de elinizdeki borç senedini Mahmud Efendi’ye teslim edersiniz. Borç benimdir, buyurdu.
Vakti gelince alacaklılar gelerek bu miktarı Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûdan tam olarak aldılar ve sevinerek gittiler.
Bir Nazar ki...
Yine el-Hac Hasan Şükrü Efendi, Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûnun etkili nazarı ile ilgili şunları anlatır:
Süleymaniye’de iken Berzenciyye cemaatinden iki yüz kadar silahlı bir grup Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûyu öldürmeyi planlamıştı. Plana göre Cuma günü silahlı bir şekilde mescidin dış kapısında saf tutacaklar, Hazret çıkarken de öldüreceklerdi.
Cuma namazı bitince halk mescidden çıktı. Mevlâna Hâlid kuddise sırruhû âdeti üzere bütün insanlar çıkana kadar mescidden çıkmazdı. Nitekim sâlihlerin âdeti de böyledir.
Ubeydullah el-Haydarî kuddise sırruhû diyor ki:
O gün namaz kılındıktan sonra herkes, bütün halifeler ve ben mescidin dışına çıktık. Gördük ki silahlı düşman safları var; velîlerin sevgilisi, âriflerin maşuku Mevlâna Hâlid kuddise sırruhûyu öldürmek istiyorlar. Mevlâna Hâlid kuddise sırruhû mescidin kapısına çıkıp silahlı adamlara celâl nazarıyla, şiddetle baktı. O anda hepsi birden bağırıp çağırmaya başladı. Bazıları yüz üstü yere düştü. Böylece onun heybetli bakışlarından ve teveccühünden dolayı perişan oldular. Mevlâna Hâlid hazretleri halife ve müridleriyle beraber sağ salim zâviyeye geldiler.
Bu keramet insanların gözü önünde vuku bulduğundan, artık hiç kimsenin onun velâyet-i kübrâ sahibi olduğuna şüphesi kalmamıştı.