[box type="shadow"]
Enformatik Cehalet ve İslâm Dünyası...
Büyük bir enformatik cehalet içinde yaşıyoruz. Kitle iletişim ve hızlı ulaşımla dünyanın küçük bir köy haline gelmiş olması, sanılanın ya da iddia edilenin aksine her şeyden haberli olmak anlamına gelmiyor. Tam tersine gerçeklerin çarpıtılma ihtimalinin yükselmesi, göz önünde olanların gizlenmesinin artması anlamına geliyor. Genelde itiş-tıkış eşya doldurulmuş karmakarışık bir odada, en orta yerde duran bir şeyi arayıp da bulamamak gibi bir hal yaşıyoruz. İşte tam o anda hataları ayıklama şansı elimizden uçup gidiyor ve gerçeği bir türlü ayırt edemiyor, çaresiz kendimizi enformasyon ağını eline geçirmiş şebekenin yönlendirmesine bırakıyoruz. Ama farkına varmadan. Yönlendirme tıpkı harami gibi usulca, alabildiğine sessiz geliyor. Mesela Filipinler desek, ne gelir aklınıza? Uzakdoğu Asya'da bir ülke olduğunu belki bilirsiniz. Yine belki Marcos'u da hatırlayabilirsiniz. Ya da magazinciler (yoksa çoğunlukla kendileri de birer kurban olan “haberciler” mi demeli?) tarafından yönlendirilmişsek, Marcos'un karısı hakkındaki gereksiz bilgilerle donatılmış da olabiliriz: Kadının eski bir güzellik kraliçesi olması, bir zaman fotomodellik ve mankenlik yapması, Marcos'un aklını başından alması, diktatörle yaptığı evlilik ve gardrobunu devlet parasıyla temin edilmiş yüzlerce çift ayakkabı ile doldurması... gibi. Halbuki Filipinler geniş anlamda müslümanlaşmış , özellikle iki adası (Sulu ve Mindanao) İslâm'ın hakimiyetini ve devletleşmesini son dönemlere kadar getirebilmiş sancılı bir ülkedir. İslâm dini mensuplarınca 1450'de (İstanbul'un fethinden 3 yıl önce) kurulan Sulu Devleti, 20. yüzyıla dek ayakta kalma başarısını göstermiştir. Günümüzde müslüman nüfus hâlâ bu iki adada yoğundur. Müslümanlardan çok sonra buralara gelen Portekizliler, İspanyollar, İngilizler, Ruslar ve nihayet Amerikalılar... hıristiyanlığı getirmiş ve hakim kılmıştır. İslâm ve müslümanlar niye gerilemiş, bunlar neden ilerlemiş?.. Gerçek nerede, dünya nerede? Ya biz neredeyiz?[/box]Bir Ülke, İki Mevsim
Resmi adı Filipinler Cumhuriyeti. Pilipino dilinde “Republika Ng Pilipinas”. Büyük Okyanus'ta 7100 dolayında ada ve adacık üzerine kurulu ülke. Adaları Luzon, Visaya grubu ve Mindanao adası olarak üç gruba ayırmak mümkündür. Adaların en büyükleri kuzeyde Luzon ve güneyde Mindanao'dur. Bu takımadalar ülkesine tropik iklim hakimdir. Güney Çin Denizi'ne bakan batı kıyılarında her yıl bir kuru, bir de yağmurlu iki (dört değil) mevsim yaşanır. Kuru mevsim, Aralık-Mayıs arası dönemi, yağmurlu mevsim de yılın geri kalan bölümünü kapsar. Havanın en iyi olduğu dönem Aralık-Şubat arasıdır. Ülkenin toplam kara alanının yaklaşık yarısı ormanlarla kaplıdır ve bunun büyük bölümünü de ticari değer taşıyan ağaçlar oluşturur. Filipinlerde 220 hayvan, 500 kuş türü tespit edilmiştir. Denizleriyle iç sularındaki balık çeşitlerinin sayısı da en az ikibindir . Verimli topraklarıyla Filipinler temelde bir tarım ülkesidir. Ekim alanlarının büyük kısmı pirinç üretimine ayrılmıştır. İkinci ürün büyük oranda ABD'ye ihraç edilen şekerdir. Filipinler metalik ve metal dışı mineral kaynaklar açısından zengindir. Filipinlerin Malay ırkından olan ataları, takımadaya kara Asya'sının güneydoğusundan ve bugün Endonezya'nın bulunduğu bölgeden gelmişlerdir. Ülkede ayrıca küçük bir azınlık durumundaki Çinliler, İspanyollar ve Hint kökenliler yaşar. Yerli halk ise Aytalar ya da Balugalar adıyla da bilinen Negritolar idi. Filipinlerde 70-75 dolayında dil ve lehçe konuşulmaktadır. Bu diller geleneksel olarak 8 grupta toplanmıştır. Filipinlerdeki en geniş dinî grup olan Katolikler (yüzde 85-90), Filipin Bağımsız Kilisesi'ni oluşturan Aglipayanları da kapsar. En büyük dinî azınlıklar müslümanlar (% 4-15) ve Iglesia ni Kristo (İsa Kilisesi) adlı mezhebin de içinde bulunduğu protestanlardır. Budistler ve animistler küçük topluluklar oluşturur.Adalar Üzerinde Rahmet Esintisi
Filipinlerin İslâmiyet'le ilk teması 9. ve 10. yüzyıllarda Kızıldeniz'den Çin Denizi'ne kadar uzanan ve esas itibarıyla müslümanların denetiminde bulunan milletlerarası deniz ticaretine katılmasıyla başlar. Bu dönemde müslüman Arap tacirler inci, baharat, bağa gibi malları almak ve Borneo'dan Çin'e yaptıkları yolculuk sırasında konaklamak için bazı Filipin adalarına uğruyorlardı. Tersila veya Silsila adı verilen Sulu şecere kaynakları, Tuan (Malayca “hoca efendi”) Meşaika adında bir Arap tüccarının Jolo (Colo) adasına geldiğini ve burada idareci sınıfa mensup bir ailenin kızıyla evlenerek putlara tapan yerli halkın İslâmiyet'i kabul etmelerini sağladığını belirtmekte, ancak bu konuda herhangi bir tarih vermemektedir. İslâmiyet'in Sulu'ya girişiyle ilgili ilk belge, Jolo (Buansa) adasındaki Jolo şehrinin birkaç mil uzağında, eskiden Sulu sultanlarının taç giydikleri Bud Dato'da bulunan ve Tuan (hoca) Makbalu adında yabancı bir müslümana ait olduğu sanılan 710/1310-1311 tarihli bir mezar taşıdır. Yine Tersilalar, Tuan Şerif Evliya da denilen Kerim el-Mahdum adında sufi bir Arap davetçisinin 1380 yılında Jolo'ya gelerek mahalli idarecilerin izniyle diğer Sulu adalarını gezip İslâm'ı yaydığını ve Simunal adasındaki Tubig-Indangan şehrinde bir cami yaptırdığını belirtir. 15. yüzyıl başlarında Raca Baguinda Ali adında Sumatralı müslüman bir prens küçük donanmasıyla Jolo'ya gelmiş ve yerli bir prensesle evlenerek burayı ve çevresindeki diğer adaları idare etmeye başlamıştır. Onun ölümünden sonra damadı Şerif Ebu Bekir el-Haşim yönetimi üstlenmiş ve başşehri Jolo olan Sulu Sultanlığını kurmuştur (1450). Böylece siyasi güç kazanan İslâmiyet, kısa sürede Sulu takımadalarının diğer adalarına da yayılmıştır. Tersilalar, Mindanao adasının islâmlaşmasını da bir Arap baba ile Johorlu bir Malay prensesinin oğlu olan Şerif Muhammed Kabungsuvan adındaki bir davetçiye bağlarlar. 16. yüzyılın başlarında Malay yarımadasından Pulangi'ye (Cotabbato) gelen bu zat, bölgeye daha önce ulaşmış olan başka davetçilerle birlikte datularla (yerli yöneticiler) işbirliği yaparak fetihler, diplomasi ve evlilikler yoluyla bölgedeki halkı müslümanlaştırmış, arkasından da Mindanao adasında Maguindanao Sultanlığı'nı kurmuştur (1515). Aynı yüzyılın son çeyreğinde Sulu Sultanlığı ve Filipinler'in güneyindeki Ternate sultanlığı gibi devletlerle ilişkilerin artması, hanedanlar arasında evlilik bağlarının kurulması ve Arap, Borneolu , Ternateli davetçilerin bölgeye gelmeleriyle İslâmiyet güçlendi ve 18. yüzyıl başlarında, İspanyolların giderek artan sömürgeleştirme ve hıristiyanlaştırma faaliyetlerine karşılık özellikle Maranao bölgesinde yayıldı. İslâm, Filipin adalarının güneyinde genelde barışçı yolla yayılmıştır. Adalarda yayılmaya başlayan İslâm dini, yeni siyasal ve toplumsal örgütlenmeleri de beraberinde getirmiş, hatta ülkenin tamamı islâmlaşma süreci içine girmişti. Ama İspanyolların gelişi İslâm'ın güçlü biçimde kurumsallaşmasını, yayılmasını ve iyice yerleşmesini önledi.İslâm'ı Engelleme Çabaları
İspanyollar takımadaya ilk kez Portekizli denizci Fernao de Magalhaes (Macellan) önderliğinde bir keşif heyeti vasıtasıyla geldiler (1521). Birkaç başarısız seferin ardından 1542'de buraya ulaşan denizci Ruy Lopez de Villalobos, adalara dönemin veliaht prensi ve geleceğin İspanya kralı ‘Kralların en Katoliği' II. Felipe'nin onuruna Filipinler adını verdi. Ondan sonra acımasız bir katolikleştirme politikası uygulandı. Hıristiyanlaştırma işlemi Agustinien, Dominiken, Fransisken ve Cizvit misyonerleri tarafından yürütüldü. Ama Mindanao ve Sulu'daki müslümanlar hiçbir zaman tam olarak İspanyol denetimine girmediler. İspanyolların önceleri yalnız Faslılar ve Endülüs müslümanları , sonra da bütün müslümanlar için kullandığı “Moro” adıyla tanınan müslümanlar, ülkenin güneyindeki Mindanao, Sulu ve Palavan gibi adalarda yaşamakta ve bölgedeki beş vilayette (Tavi-Tavi, Sulu, Basilan, Maguindanao ve Lanao del Sur) halkın çoğunluğunu oluşturmaktadır. Sayıları hakkında maalesef kesin bilgi bulunmamaktadır. Sosyal, dinî ve kültürel bakımdan farklı bir kimliğe ve hıristiyanlardan çok daha eski bir tarihe sahip olan müslümanlar, dil ve etnik yapı bakımından 12 gruba ayrılır.Moro Demek, Müslüman Demek
İspanyolların kültürel hedefi adaları tümüyle hıristiyanlaştırmak ve İspanyollaştırmaktı. Hıristiyanlaştırma çabaları, müslümanların İslâm'a ve kendi kültürlerine sarılıp sürekli mukavemet göstermeleri karşısında sonuçsuz kaldı. Müslüman davetçilerin belli bölgelere girmesi, faaliyette bulunması yasaklandığı gibi, yakalananların cezalandırılması, hatta camilerin yıkılması gibi zecri tedbirler alındı. Bunun üzerine “ Moro (Müslüman) Savaşları” adıyla geçen 3 asırlık savaşlar başladı. Söz konusu düşmanlık hâlâ sürmektedir. Müslümanlar, değişik dönemlerde Filipinler Cumhuriyeti hariç, tarihin Filipinliler tarafından kurulan en geniş devletlerine sahip oldular. Hanedan mücadeleleri sırasında ihanetler yaşadılar. Hıristiyanlarca vaftiz edilen devrik sultanlar bile oldu. İngilizlerin güçlenmesi, İspanyolların zayıflaması sonucunu doğurdu. Müslümanlar İspanyollarca Juramentado (Juramentado enemigo “ölünceye kadar savaşacağına and içmiş ezeli düşman”) olarak adlandırılmışlardı. 1898'de İspanyol-Amerikan savaşı sonucu, bütün Filipinler ABD'ye devredildi. Amerikan ordusu barışı ve huzuru sağlamak, kaçakçılık, korsanlık ve köle ticaretini önlemek adı altında müslüman bölgelerde seri askeri operasyonlar düzenledi. En şiddetlisi, binlerce müslümanın katliamıyla sonuçlanan “bud dajo” harekâtıdır (1906). 1915'te Sulu Sultanı II. Cemal el-Kiram, idaresi altında bulunan bölgelerin hakimiyet hakkını resmen ABD'ye devretti. Ancak kendilerini hıristiyan Filipin halkından ayrı gören müslümanlar, Bangsa Moro (Müslüman Cemaat, Morolar) adını siyasi anlamda kullanmaya başladılar. Filipin bağımsızlık mücadelesi boyunca islâmî kimliğe sahip ayrı bir bağımsız devlet olma yolunda çabalarını sürdürdüler. 4 Temmuz 1946'da bağımsızlığın ilan edilmesiyle, müslümanlar kendilerini bir oldu-bitti karşısında buldular. Müslüman bölgelere yapılan bilinçli hıristiyan iskânı, zamanla müslümanları azınlık durumuna düşürdü. Eğitimsiz, yardımsız, işsiz bırakılan ve güvenlik güçlerince hasımları karşısında daima mahkum edilen ve çaresiz durumlara düşürülen, itilip kakılan, ikinci sınıf muamelesi gören müslümanlar hoşnutsuzdular. 1968'de Coregidor'da 30 müslüman askerin hıristiyan subaylarca, üstlerine itaatsizlik gibi sudan bir bahaneyle katledilmesi, 1971'de bir caminin kundaklanarak 70 kişinin diri diri yakılması bardağı taşıran son damla oldu. Olayların tırmanması üzerine 1972 Eylülünde sıkıyönetim ilan edildi.Umutları Geleceğe Taşımak
Müslümanlar, bir süre Filipinler Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapan Nur Misuari önderliğinde Moro National Liberation Front'u (MNLF, Moro Milli Bağımsızlık Cephesi) kurdular (1969). Kısa sürede İslâm Konferansı Teşkilatı'nın (İKT) desteğini aldılar. 1976'da MNLF ile hükümet temsilcileri, müslümanların yaşadığı 13 vilayeti içine alacak özerk bir bölgenin kurulmasını öngören Trablus (Tripoli) Anlaşması'nı imzaladılar. Hükümetin bunu 10 vilayeti kapsayacak şekilde daraltması, çatışmaları yeniden başlattı. Bunun üzerine hükümet, yumuşayarak dinî bayram günlerini resmi tatil kabul etti, medeni hukukta müslümanlarla ilgili düzenlemeler yaptı. Dinî eğitimin sağlanmasına yönelik tedbirler aldı. Amanah (Emanet) Bank adında faizsiz bir banka kurulmasına izin verdi. Müslümanlara idari mevkilerde görev verdi. 1981'de Müslüman İşleri Bakanlığı kuruldu. Bu bakanlığı1984'te Office of Muslim Affairs and Cultural Communities'e (Müslüman İşleri ve Kültürel Cemaatler Dairesi) dönüştürdü. 1986'dan sonra MNLF ile görüşmeler tekrar başladı. Polis ve askeri güçlerin oluşturulmasındaki oranlar ve özerk bölgeye dahil edilecek vilayetlerin sayısı hakkında anlaşma sağlanamadı. 1989'da ve 1992'de olumsuzlukla sonuçlanan iki girişim daha oldu. Müslümanlar daha sonra İslâmî Kurtuluş Cephesi adında ikinci bir teşkilat daha kurdular. Bir süre sonra bu iki teşkilat birleşerek bağımsızlık mücadelesine birlikte devam ettiler. Şu anda özerk, İslâm'ı daha serbest yaşama imkanına kavuşmuş durumdalar. Mücadele hâlâ olanca hızıyla sürmektedir. Fakat İslâm dünyası ve müslümanlar Kıbrıs, Filistin, Bosna Hersek, Çeçenistan, Afganistan ve Irak'taki sıcak gündemle; İslâm dünyasının yeraltı ve yerüstü zenginliklerini sömürmeye yönelik soğuk (psikolojik) savaşla o kadar yoğun bir meşguliyet içindeler ki, ne Filipinleri, ne de oradaki Moroları (Müslümanları) düşünecek haldeler. Bu vesileyle birazcık gündeme getirme şansı bulabilmişsek ne mutlu bize.