Aramak

Hakk'a Teslimiyetin Bir Nişanesi: Kurban

Bayram namazından döner dönmez bir telaştır başlar. Bir taraftan bayramlaşırken, bir taraftan kafamız alabildiğine meşgul: Bıçak hazır mı? Hayvanı nerede keseceğiz? Kimler yardım edecek?.. En sonunda her şey hazır olur, zaman gelir. Kurbanılığı yatırır, tekbirlerle keseriz. Bunlarla uğraşırken acaba kurban ibadetinin manasına, kurbanın ruh iklimine yelken açabiliyor muyuz? Yoksa bir geleneği uygulamanın, bir alışkanlığı bir kez daha tekrarlıyor olmanın kıskacına mı giriyoruz? Eksik olmasınlar, İslâm'ı müslümanı sevmeyenler, hayli zamandır kurbanı sadece bir gelenek olarak göstermekte büyük gayret gösteriyorlar. Biz o telaş ve bunca propaganda arasında Hacer annemizin imanını, Hz. İsmail a.s.'ın teslimiyetini, Hz. İbrahim a.s.'ın tevekkülünü hatırlar mıyız? Tek başına bir kadının, Hacer validemizin kucağındaki bebeğiyle, çölün ortasına bırakılışını; merhameti dillere destan İbrahim a.s.'ın biricik yavrusunu kurban etmekle sınanmasını hatırlar mıyız? Ve ilâhi rahmetin o göz yaşartıcı tecellisini, cennetten gönderilen koçu hatırlar mıyız? Hac ve kurban ibadetinin böyle bir tecelli ile şekillenmesindeki hikmetleri düşünür müyüz? Kısaca, kurban kesmek bir hayvanı boğazlamanın ötesine geçer, sahiden “kurban” olur mu? Olur. Olmalıdır... Hac ve kurban ibadetinin temelinde bu mübarek ailenin teslimiyeti var; onların aşkı var, onların gönlü var. Rabbimiz bizden de o teslimiyeti, o ruh halini istiyor ki onları hatırlatan bir ibadetle sorumlu tutuyor. Cenab-ı Mevlâ kanı, eti neylesin. O her şeyden münezzeh. Rabbimiz, tıpkı teslimiyetleri ve hatıraları gibi bu mübarek ailenin yaşadığı yerleri de mübarek ve mukaddes kıldı. Gelebilenleri oraya davet etti. Bu davete katılmak ne güzel! Ama gidemesek de her kurbanda onların aşkını, teslimiyetini ve tevekkülünü yad ediyoruz. Böylece onlara katılıyoruz. Bir kez daha önümüzde kurban var. Rabbimiz'in rızası dışında ne varsa, hepsini İbrahim a.s. gibi kurban etme fırsatı. “...Kurbanlarınızın ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır. O'na ulaşacak olan sadece sizin takvanızdır.” (Hac, 37) Kurbanımızı, gönüllerimizdeki en derin saygı ve hassasiyetle keselim. Tek hedefimizin Allah olduğunu, O'nun rızasından başka gayemizin bulunmadığını kalbimizden hissederek dile getirelim. Ve... Alemlere rahmet Rasulullah s.a.v. Efendimiz'in duasıyla hayvanlarımızı kurban edelim: “Ben yüzümü, yeri ve gökleri yaradana çevirdim. Hz. İbrahim'in imanı gibi, O'nu tek bilerek. Ben müşriklerden değilim. Namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm, sadece alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum. Ben müslümanlardanım. Allahım! Bu kurban sendendir ve bunu sana takdim ediyorum. Muhammed'den ve ümmetinden bunu kabul buyur. Allah'ın ismi ile kurbanımı kesiyorum. Büyük sadece Allah'tır.” (Ebu Davud, İbn Mace) [box type="shadow"]Kurbanın Bir Hikmeti ve Modern Kültür İnsanın tabiatında kan dökme özelliği ve eğiliminin bulunduğu biliniyor. Öyledir. Babamız Hz. Adem a.s.'ın yaradılışında, meleklerin Cenab-ı Mevlâ'ya, “…Yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birisini mi halife kılıyorsun?” (Bakara, 30) sorusu bu gerçeği ifade eder. İnsanoğlunun fıtratında bulunan bu kan dökme eğilimi, kurban ibadetini yerine getirmekle ıslah edilmiş ve dengede tutulmuş olur. Ayet-i kerimede İsmail a.s.' ın yerine Mevlâ'nın bir hayvan ikram etmiş olması, buna işaret kabul edilebilir. Çünkü hayvanın kurban edilmesiyle İsmail a.s. hayatta kalmış oldu. Burada İsmail a.s. bütün insanların hayatını temsil etmektedir. Kurban ibadeti, gereğince yerine getirilen toplumlarda şiddeti, kan dökücülüğü engeller. İnsanların hayatta kalmalarına vesile olur. Günümüz dünyasında bir taraftan kurban kesmek ‘vahşet' olarak propaganda edilirken, diğer taraftan bir şiddet kültürü üretiliyor, vahşet normalleştiriliyor. Ne yaman çelişki![/box] [box type="shadow"]Az Gittik Uz Gittik Masallarımızdaki giriş tekerlemelerini bilirsiniz. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır-mıngır sallar iken... Ya da şöyle: Dere tepe düz gittik, altı ay bir güz gittik, bir de bakmışız, bir arpa boyu yol gitmişiz. Develerin tellal, pirelerin berber olması, sadece bir tekerleme belki. Muhatabın zihnini masala hazırlamak için bir giriş. Belli ki gerçek dışı veya gerçek üstü birşeyler anlatılacak.... Ama dereyi tepeyi düz edip, altı ay bir güz gittikten sonra dönüp baktığında bir arpa boyu yol gitmiş olmak. Sadece bir arpa boyu... Bu söyleyişte tekerlemeyi aşan bir şeyler var. İlk bakışta gerçek dışı duran ifadelerle gerçekliğin bir ince sırrına işaret. Bir oluş. Bir yerden bir yere varışın saklı yüzü. Bir düşünelim: İnsanın durduğu yerle durması gereken yer arasındaki mesafe ne kadar olabilir? Bir halden diğerine geçişi kasdediyoruz. Buradan baktığımızda uzun, çok uzun. Çünkü orada değiliz. Bırakın altı ay bir güz gitmeyi, hiç ulaşmayacağımızı bile düşünebiliriz. Mesela ölüm böyle değil mi? “Bir varmış, bir yokmuş...” Orada olmadığımız ama olmayı dilediğimiz durumlar için de kader çizgisinin aramıza koyduğu mesafe aslında bir arpa boyu. Asi-taatkâr, fasık-salih, şaki-veli... Evet, aralarında mesafe hem uzak, hem bir arpa boyu. Tekerlemelerimizde şifreli kapılar var. Kapıların arkasında saraylar. Kapıları açıp girerseniz, oradan bir selam da bize yollayın.[/box]
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy