Aramak

Hayat Dengemiz - Allah’a Götüren Her İz Mukaddestir

Ge­rek ken­di var­lı­ğı­mı­za, ge­rek can­lı can­sız bü­tün âlem­le­re ib­ret na­za­rıy­la bak­tı­ğı­mız­da ne gö­rü­rüz? Hiç şüp­he­siz, ku­sur­suz bir sa­nat ve mü­kem­mel bir iş­le­yiş. Bu, rab­bi­mi­zin “kud­dûs” is­mi­nin bir te­cel­li­si­dir. El­bet­te ku­sur­suz, yü­ce bir var­lı­ğın sa­na­tı olan bu âlem­ler de ku­sur­suz ola­cak­tır. Bu nok­ta­dan ha­re­ket­le, her tür­lü dü­zen­siz­lik­ten, den­ge­siz­lik­ten, ka­rı­şık­lık ve is­yan­dan uzak ve te­miz ola­rak ya­ra­tı­lan mev­cu­da­tın mu­kad­des­li­ği ken­di­li­ğin­den an­la­şı­la­cak­tır. Zi­ra mu­kad­des ke­li­me­si, saf, te­miz­len­miş, arın­mış gi­bi mâ­na­la­ra ge­lmek­te­dir. Mev­cu­da­tın fıt­ra­tın­da­ki bu sa­fi­ye­tin ya­nı sı­ra, çok önem­li bir ta­raf­la­rı da­ha var: Bü­tün var­lık­lar yü­ce ya­ra­tı­cı­yı ha­tır­la­tan bi­rer iz­dir. Te­fek­kür gö­zü açık in­san­lar için âlem­le­rin rab­bi­ne gö­tü­ren bi­rer iz. İn­san hem ken­di var­lı­ğın­da, hem de bü­tün kâ­inat­ta O’nu ha­tır­la­ta­cak, O’nun kud­re­ti­ni ve aza­me­ti­ni an­la­ta­cak bin­ler­ce işa­ret­le her an yüz yü­ze­dir. En­fü­sî ve afa­kî âyet­ler di­ye ad­lan­dır­dı­ğı­mız bü­tün bu işa­ret­ler el­bet­te mu­kad­des­tir. Bir âşık, sev­gi­li­si­nin kü­çü­cük bir ha­tı­ra­sı­nı en de­ğer­li ema­net gi­bi sak­lar­ken, sev­gi­li­ler sev­gi­li­si­nin müh­rü­nü ta­şı­yan var­lık­lar na­sıl sı­ra­dan ve de­ğer­siz ola­bi­lir? Da­ha da önem­li­si, o sev­gi­li­nin en gü­zel ese­ri olan in­san na­sıl hor ve ha­kir gö­rü­le­bi­lir? Kâ­inat­ta­ki bü­tün var­lık­lar ya­ra­tı­lış­la­rı ge­re­ği mü­kem­mel bir den­ge ve uyum için­de va­zi­fe­si­ni ye­ri­ne ge­ti­rir­ken, akıl ve ira­de sa­hi­bi in­san hür bı­ra­kıl­mış. Ya o da ya­ra­tı­cı­sı­na tes­lim ola­rak bu mü­kem­mel ni­za­mın bir un­su­ru ola­cak ya da is­yan­la ken­di­ne ve mev­cu­da­ta zul­me­de­cek ve kir­le­te­cek. İş­te İs­lâm bu uyu­mun, ken­di var­lı­ğı­nın ve bü­tün var­lık­la­rın hu­ku­ku­nu ko­ru­ma­nın re­çe­te­si­dir. Mü­min de bu re­çe­te­yi hem ken­di var­lı­ğı­na hem de te­mas ha­lin­de ol­du­ğu her şe­ye uy­gu­la­yan in­san­dır. An­la­şı­lı­yor ki, yü­ce rab­bi­miz mu­kad­des ola­rak ya­rat­tı­ğı var­lık­la­rın ka­dir ve kıy­me­ti­nin mu­ha­fa­za­sı­nı in­sa­na ver­miş, kut­si­ye­ti­ni ona ema­net et­miş­tir. İn­sa­na, çün­kü dağ­la­rı bi­le tit­re­ten ema­net onun omuz­la­rın­da­dır ve o, Al­lah’ın yer­yü­zün­de­ki ha­li­fe­si­dir. Mu­kad­des ve­ya kut­sal kav­ra­mı­nı dü­şü­nür­ken, mev­cu­dat bo­yu­tu­nu mut­la­ka dik­ka­te al­mak zo­run­da­yız. Gü­nü­müz dün­ya­sı bu bo­yu­tu unut­tu­ğu ve­ya gör­mez­den gel­di­ği için bü­tün yer­yü­zü bu ka­dar ıs­tı­rap çek­mek­te­dir. Bü­yük re­fah­la­rın ya­nı­ba­şın­da bü­yük se­fa­let­ler, in­san­la­rın, hay­van­la­rın, ağaç­la­rın, or­man­la­rın ya­şa­dı­ğı kı­yım... Kir­li su, ze­hir­li ha­va, bo­zul­muş top­rak... “İn­san­la­rın yap­tık­la­rı yü­zün­den ka­ra­da ve de­niz­de bo­zul­ma zu­hur et­ti” (Rûm 30/41) âyet-i ke­ri­me­si­nin işa­ret et­ti­ği ha­ki­kat bu ola­maz mı? Al­lah bi­ze her şe­yi ilk ya­ra­tı­lı­şıy­la ter­te­miz tes­lim et­me­miş miy­di? Evet, in­sa­noğ­lu, hem ken­di hem de bü­tün var­lık­la­rın kut­si­ye­ti­ni va­kit kay­bet­me­den ye­ni­den ha­tır­la­mak zo­run­da­dır. Mu­kad­des ve­ya kut­sal kav­ra­mı­na bu ge­niş mâ­na ye­ni­den na­sıl ka­zan­dı­rı­la­bi­lir? Şüp­he­siz, bir ve mut­lak olan yü­ce ya­ra­tı­cı­ya ima­nın ve tes­li­mi­ye­tin saf­lı­ğı­nı ve te­miz­li­ği­ni ko­ru­ya­rak. Ya­ni kut­si­ye­ti­ni ko­ru­ya­rak. Evet, in­san her şey­den ön­ce mu­kad­des­le­rin en ba­şın­da yer alan ter­te­miz bir Al­lah inan­cı­nı, tev­hi­di her tür­lü şirk­ten ko­ru­mak­la gö­rev­li­dir. Çün­kü şir­kin her tür­lü­sü pis­tir, bu­la­nık ve kir­le­ti­ci­dir. Sa­de­ce ter­te­miz ya­ra­tı­lan kal­bi de­ğil, ha­ya­tın bü­tün te­za­hür­le­ri­ni, bü­tün bir dün­ya­yı kir­le­tir. Yer­yü­zü­nün ya­şa­dı­ğı yu­ka­rı­da be­lirt­ti­ği­miz bo­zul­ma­nın en dip­te­ki se­be­bi, in­san­lı­ğın ima­nın­da­ki bu kar­ma­şa de­ğil mi? Her tür­lü şirk­ten iti­ka­dı­nı arın­dı­ran in­san, ken­di­ne ter­te­miz ve kut­sal bir la­ti­fe ola­rak ve­ri­len kal­bi­nin ve iç dün­ya­sı­nın mu­kad­des­li­ği­ni ko­ru­muş olur. Kalp sa­lim ol­du­ğu sü­re­ce in­sa­nın bü­tün var­lı­ğı da kut­sî­li­ği­ni mu­ha­fa­za et­miş ola­cak, in­san­la­rın kut­sî­lik sı­fa­tıy­la üze­rin­de ya­şa­dı­ğı dün­ya ter­te­miz ka­la­cak­tır. Ya­ra­tı­lış­la­rın­da­ki sa­fi­yet­ten ve âlem­le­rin rab­bi­ni ha­tır­lat­ma­la­rın­dan do­la­yı bü­tün mev­cu­da­tın mu­kad­des­lik özel­li­ğin­den söz et­miş­tik. Bu ge­nel mâ­na­nın ya­nı sı­ra, bir de doğ­ru­dan âlem­le­rin rab­biy­le ir­ti­ba­tı­mı­za ve­si­le olan mu­kad­des ki­şi­ler, me­kân­lar ve za­man­lar var­dır. Bun­la­ra mu­kad­des­lik özel­li­ği biz­zat Al­lah Te­âlâ ta­ra­fın­dan ve­ril­miş­tir. Ba­zı­la­rı Kur’ân-ı Ke­rîm’­de zik­re­di­len bu mu­kad­des­ler, Al­la­h’ın şi­ar­la­rı­dır. Ya­ni O’nun özel, al­dı­ğı, bin­ler­ce em­sa­li ara­sın­dan se­çip, “Ba­na ait­tir” bu­yur­du­ğu sim­ge var­lık­lar. Bu şi­ar­la­rın en ba­şın­da ki­ta­bı­mız, Re­sû­lul­lah Efen­di­miz (s.a.v) ve Kâ­be ge­lir. Ara­fat, Müz­de­li­fe, Sa­fâ ve Mer­ve te­pe­le­ri, Mes­cid-i Ak­sâ gi­bi me­kân­lar da mu­kad­des sim­ge­ler­dir. Bu­ra­lar Al­lah’ın pey­gam­ber­le­ri­nin, ve­lî kul­la­rı­nın ha­tı­ra­la­rı­nı sak­lar, o yer­le­ri zi­ya­ret et­mek­le Al­lah’ı ha­tır­lar, O’nun rah­me­tiy­le yı­ka­nır­sı­nız. Kâ­be’de, Sa­fâ ve Mer­ve’de ilk in­san ilk pey­gam­ber Hz. Âdem’in (a.s), İb­ra­him ve İs­ma­il aley­his­se­lâ­mın, Ha­cer va­li­de­mi­zin ve iki ci­han gü­ne­şi Pey­gam­ber Efen­di­miz’in (s.a.v) ha­tı­ra­la­rı can­la­nır. Bu­ra­lar­da gü­nah kir­le­rin­den arın­dı­ğı­nı­zı ve Al­lah’a da­ha ya­kın ol­du­ğu­nu­zu his­se­der­si­niz. Tıp­kı bu me­kân­lar gi­bi sim­ge za­man­lar da var­dır. Ka­dir ge­ce­si, cu­ma gü­nü, bay­ram gün­le­ri, ha­ram ay­lar, dua ve na­maz va­kit­le­ri gi­bi za­man­lar, biz­zat âlem­le­rin rab­bi ta­ra­fın­dan di­ğer za­man­lar­dan ay­rı tu­tul­muş­tur. Akıp gi­den bü­tün za­man­da, gün­düz­le­rin ge­ce­yi ta­kip et­me­sin­de şüp­he­siz ib­ret­ler var­dır ve bu yö­nüy­le mu­kad­des­tir. Ama zik­ret­ti­ği­miz tür­de­ki se­çil­miş za­man­la­rın kut­si­ye­ti da­ha baş­ka­dır. Gö­rü­nü­şüy­le di­ğer her­han­gi bir ya­pı­ya ben­ze­yen bir ya­pı­yı, yi­ne gö­rü­nür­de di­ğer me­kân­lar­dan bir far­kı ol­ma­yan me­kâ­nı, akıp dur­mak­ta olan za­ma­nın bir di­li­mi­ni se­çip mu­kad­des kı­lan yü­ce Al­lah, hiç şüp­he­siz ya­ra­tıl­mış­la­rın en gü­ze­li ve âle­min öze­ti olan in­sa­noğ­lun­dan ba­zı­la­rı­nı da seç­miş, sim­ge in­san­lar ola­rak nu­mu­ne kıl­mış­tır. Baş­ta Ser­ver-i Kâ­inat Efen­di­miz (s.a.v) ol­mak üze­re bü­tün pey­gam­ber­ler böy­le­dir. Son­ra de­re­ce de­re­ce as­hâb-ı ki­râm, kâ­mil ve­lî­ler, di­ğer sa­dık ve sa­lih zat­lar ge­lir. Bü­tün bu ve ben­ze­ri zat­lar âlem­le­rin rab­bi­ne gi­den yo­lun işa­ret­le­ri­dir. Al­lah’ın mu­kad­des ki­ta­bı­mız­da zik­ret­ti­ği ve­ya Re­sûl-i Ek­rem Efen­di­mi­z’in (s.a.v) sün­net-i se­niy­ye­sin­de öğ­ret­ti­ği mu­kad­des­le­ri­miz, gü­nü­müz­de ne ya­zık ki sı­ra­dan ki­şi, me­kân ve­ya za­man gi­bi gös­te­ril­me­ye ça­lı­şıl­mak­ta­dır. Hat­ta hür­met ve ta­pın­ma ara­sın­da­ki çok bü­yük fark dik­kat­ler­den ka­çı­rı­la­rak mü­min­le­re ağır it­ham­lar­da bu­lu­nu­lmak­ta­dır. Mü­min­ler, ken­di­le­ri­ne Al­lah’ı ha­tır­la­tan, O’nun yü­ce var­lı­ğı ile kalp­ler ara­sın­da bir ir­ti­ba­ta ve­si­le olan her şe­yi el­bet­te se­ve­cek, hür­met ede­cek­tir. Mü­mi­nin en bü­yük der­di, bu ha­ya­tı Ce­nâb-ı Mev­lâ­’sı­nın rı­za­sı­nı, sev­gi ve hoş­nut­lu­ğu­nu ka­za­na­rak ta­mam­la­mak­tır. O rı­za­ya gi­den yol­da uza­nan her el, sı­ğı­nı­la­cak her me­kân, yü­rü­me az­mi­ni ta­ze­le­yen her an el­bet­te mu­kad­des­tir. Öl­çü­müz çok net ol­ma­lı: Sev­di­ği­mi­zi O’nun için sev­mek, yap­tı­ğı­mı­zı O’nun için yap­mak, ter­te­miz Ehl-i sün­net yo­lu­muz­dan sap­ma­mak.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy