Aramak

Hayat Dengemiz - Bilgisiyle Gururlananlar Helâk Oldular

Pey­gam­ber­ler, Al­lah Te­âlâ’nın in­san­la­ra hak­kı, ha­ki­ka­ti öğ­re­ten el­çi­le­ri­dir. İn­san­lık ta­ri­hi bo­yun­ca on­lar bir ta­raf­tan Al­lah’ı ta­nı­tır­ken, di­ğer ta­raf­tan dün­ya hu­zu­ru­nun ve ebe­dî mut­lu­lu­ğun han­gi öl­çü­le­re gö­re ya­şan­mış bir ha­yat­la el­de edi­le­ce­ği­nin yol­la­rı­nı gös­ter­di­ler. Sa­de­ce an­la­ta­rak de­ğil, biz­zat ya­şa­yıp “en gü­zel ör­nek” ola­rak... Ta­rih bo­yun­ca pey­gam­ber­le­rin öğ­ret­ti­ği bu ilâ­hî bil­gi­yi baş ta­cı eden top­lum­lar, in­san­lık adı­na şe­ref­li iz­ler, ha­tı­ra­lar bı­ra­ka­rak va­zi­fe­le­ri­ni ta­mam­la­dı­lar. On­la­rın ya­şa­dık­la­rı yer ve za­man­lar­da, in­san­lık adı­na ni­ce gü­zel­lik­ler ser­pi­lip boy ver­di. O ilâ­hî bil­gi­ye sırt çe­vi­ren, kü­çüm­se­yip ha­fi­fe alan, ne­fis­le­ri­ne esir olan, şey­ta­na ita­at eden­le­re ge­lin­ce; on­lar şa­ta­fat­lı me­de­ni­yet­le­ri­ne rağ­men in­san­lık ta­ri­hin­de bi­rer ka­ra le­ke ola­rak yer­le­ri­ni al­dı­lar. Çün­kü in­sa­nın kö­le­leş­ti­ği, hak­kın de­ğil, güç ve zen­gin­li­ğin yü­cel­til­di­ği, her tür­den zul­mün ve ada­let­siz­li­ğin kol gez­di­ği o söz­de me­de­ni­yet­le­rin in­san­lı­ğa ve­re­ce­ği han­gi gü­zel­lik ola­bi­lir? Mu­kad­des ki­ta­bı­mız­da, ken­di bil­gi­si­ne ve gü­cü­ne gü­ve­nip bö­bür­le­ne­rek kib­re ka­pı­lan ve ilâ­hî da­ve­te ku­lak tı­ka­yan bu ka­vim­le­rin hi­kâ­ye­le­ri an­la­tı­lır. Yü­ce rab­bi­miz, bu kıs­sa­la­rı ta­rih bil­gi­si ol­sun di­ye de­ğil, kı­ya­me­te ka­dar bü­tün in­san­lı­ğa bir ör­nek, bir ay­na ol­sun di­ye nak­le­der. Âd kav­mi iş­te bu ka­vim­ler­den bi­riy­di. Muh­te­şem sa­ray­lar yap­mış­lar, bağ­lar­la bah­çe­ler­le mem­le­ket­le­ri­ni süs­le­miş­ler­di. Meş­hur İrem Bağ­la­rı’nın baş­ka mem­le­ket­ler­de bir ben­ze­ri yok­tu. Yont­tuk­la­rı ka­ya­la­rı va­di­le­re ta­şı­mış­lar­dı. (Fecr 89/7-9) İh­ti­mal ki, bü­tün bun­la­rı sa­de­ce kol gü­cü ile de­ğil, üs­tün tek­nik­ler yar­dı­mıy­la ya­pı­yor­lar­dı. Bu mad­dî var­lık­la­rı­nın kib­ri, on­la­ra yer­yü­zün­de kul ola­rak bu­lun­duk­la­rı ger­çe­ği­ni unut­tur­muş, sah­te bir gü­ven his­si­ne sev­ket­miş­ti. Ne­ti­ce­de bu yüz­den şu ilâ­hî me­sa­ja mu­ha­tap ol­du­lar: “Âd mil­le­ti doğ­ru olan her şe­ye kar­şı çı­ka­rak yer­yü­zün­de küs­tah­ça do­laş­tı­lar ve, ‘Biz­den da­ha güç­lü kim var­mış?’ di­ye bö­bür­len­di­ler.” (Fus­sı­let 41/15) Oy­sa ara­la­rın­da Al­lah’ın rah­met ne­bî­si Hûd (a.s) var­dı ve on­la­rı ha­ki­ka­te da­vet edi­yor­du: “(Ey kav­mim) Ar­tık Al­lah’a kar­şı so­rum­lu­luk bi­lin­ci ta­şı­ma­ya­cak mı­sı­nız?” “Ba­kın, ben si­ze Al­lah’ın gön­der­di­ği gü­ve­ni­lir bir el­çi­yim.” “Öy­ley­se Al­lah’a so­rum­lu­luk bi­lin­ci ta­şı­yın ve ba­na ita­at edin!” “Hem ben siz­den bu­nun için bir kar­şı­lık da bek­le­mi­yo­rum. Be­nim, hak et­ti­ğim kar­şı­lı­ğı ver­mek rab­bim­den baş­ka­sı­na düş­mez.” “Siz, her te­pe­ye gö­nül eğ­len­di­re­ce­ği­niz anıt­lar mı di­ke­cek­si­niz?” “Ve son­su­za ka­dar ya­şa­ya­ca­ğı­nız ku­run­tu­suy­la sa­pa­sağ­lam mâ­li­kâ­ne­ler mi edi­ne­cek­si­niz?” “Ve baş­ka­la­rı­nın hu­ku­ku­na el uzat­tı­ğı­nız za­man, hiç­bir sı­nır ta­nı­ma­dan hep böy­le zor­ba­lık mı ya­pa­cak­sı­nız?”  “Ar­tık Al­lah’tan kor­kun ve ba­na ita­at edin!” “Si­ze bil­di­ği­niz ni­met­ler­le yar­dım eden, si­ze da­var­lar, oğul­lar, bağ­lar, ır­mak­lar ih­san eden Al­lah’a kar­şı du­yar­lı olun!” “Doğ­ru­su ben, si­zin için o bü­yük ve zor­lu gü­nün aza­bın­dan kor­ku­yo­rum.” “De­di­ler ki: Sen bi­ze öğüt ver­sen de, ver­me­sen de bi­zim için far­ket­mez.” (Şu­arâ 26/124-136) “Hem biz, ha­li­miz yü­zün­den aza­ba fi­lân da uğ­ra­tı­la­cak de­ği­liz.” “İş­te onu böy­le ya­lan­la­dı­lar ve bu­nun üze­ri­ne biz de on­la­rı yok et­tik. Bu kıs­sa­da da in­san­lar için mut­la­ka bir ders var. On­lar­dan ço­ğu bu­na inan­ma­sa­lar da...” (Şu­arâ 26/138-139) Bir reh­ber, bir ib­ret ola­rak Ce­nâb-ı Rab­bü’l-âle­min’in in­san­lı­ğa lut­fet­ti­ği yü­ce ki­ta­bı­mız­da, Se­mûd kav­mi an­la­tı­lır­ken, Sa­lih’in (a.s) şu uya­rı­la­rı yal­nız­ca ken­di kav­mi için ola­bi­lir mi: “Bu bu­lun­du­ğu­nuz hal üze­re hep böy­le gü­ven­lik için­de bı­ra­kı­la­ca­ğı­nı­zı mı sa­nı­yor­su­nuz?” (Şu­arâ 26/146) “Ar­tık Al­lah’tan kor­kun ve O’na ita­at edin!” “Öl­çü­yü aşan­la­rın söz­le­ri­ne uy­ma­yın. O öl­çü­yü aşan­lar, yer­yü­zün­de dü­zen ve uyum sağ­la­ya­cak­la­rı­na, boz­gun­cu­luk ya­par­lar.” (Şu­arâ 26/150-152) Âd ve Se­mûd kav­mi­nin, han­gi tek­no­lo­jiy­le o pi­ra­mit­le­ri yap­tık­la­rı hâ­lâ an­la­şı­la­ma­yan Fi­ra­vun kav­mi­nin ve hi­kâ­ye­le­ri an­la­tıl­ma­yan, bu­gün iz­le­ri ta­ma­men si­lin­miş mil­let­le­rin hal­le­rin­de, bu­gün ulaş­tı­ğı bil­gi çe­şit­li­li­ği­ne gü­ve­nen, bi­li­mi­ni ve tek­no­lo­ji­si­ni put­laş­tı­ran in­san­lık için bü­yük ders­ler var­dır. O ka­vim­le­rin hi­kâ­ye­le­ri­ne ba­kıl­dı­ğın­da, bu­gün in­san­lı­ğın ya­şa­dı­ğı pa­ra­no­ya­nın hiç de ye­ni ol­ma­dı­ğı­nı gö­re­cek­si­niz. Evet, ta­rih ger­çek­ten te­ker­rür­den iba­ret­tir. Bir yan­da ebe­di­ye­tin se­si­ne ku­lak­la­rı­nı ka­pat­mış, bil­gi­si ve tek­ni­ğiy­le mağ­rur in­san­lık; di­ğer ta­raf­ta on­la­rı hak­ka, ha­ki­ka­te, hu­zur ve ba­rı­şa, kı­sa­ca in­san ol­ma­ya da­vet eden kut­lu el­çi­ler... Bu­gün in­san­lı­ğın ken­di­ne mal et­ti­ği ve gu­rur­lan­dı­ğı bil­gi­nin kay­na­ğı biz­zat yü­ce Al­lah’tır. İlk in­san bir pey­gam­ber­di ve Ce­nâb-ı Al­lah ta­ra­fın­dan var­lık­la­rın bil­gi­siy­le mü­ceh­hez kı­lın­mış­tı. Ay­rı­ca O’nun bah­şet­ti­ği ze­kâ, akıl, de­ne­me, icat et­me gi­bi ni­met­ler sa­ye­sin­de bu­gün­kü tek­no­lo­ji el­de edi­le­bil­di. Bil­gi­nin ger­çek sa­hi­bi­ni; tek­no­lo­ji­yi üret­ti­ren va­sı­ta­la­rın ya­ra­tı­cı­sı­nı unu­ta­rak, O’nun koy­du­ğu öl­çü­le­ri gör­mez­den ge­le­rek in­san­lık ne­re­ye gi­de­cek? Öy­le gö­rü­nü­yor ki, es­ki ka­vim­le­ri he­lâk eden se­ma­vî âfet­le­re de ar­tık ge­rek yok. Öte­le­rin se­si­ne ve mâ­ne­vî reh­ber­le­rin ah­lâ­kı­na sır­tı­nı dö­nen in­san­lık, ken­di­ni ve üze­rin­de ya­şa­dı­ğı gü­ze­lim dün­ya­yı tah­rip et­me yo­lun­da­dır. Bil­gi, bi­lim, tek­no­lo­ji vb. el­bet­te ge­rek­li. Ama in­sa­na hiz­met için. İn­san­lık ai­le­si­ni yü­celt­mek için. İn­sa­nı özün­den uzak­laş­tır­mak ve zul­met­mek için de­ğil...
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy