Aramak

Hayat Dengemiz - Dua Rahmet Kapılarının Anahtarıdır

Bü­tün ilâ­hî din­le­rin en te­mel ve has­sas iba­det­le­rin­den bi­ri de du­adır. Esa­sen dua, in­san­da fıt­rî­dir. Üs­tün bir var­lı­ğa ina­nan her in­san, şu ve­ya bu şe­kil­de dua eder. Her in­san zor­lan­dı­ğı, üs­te­sin­den ge­le­me­di­ği bir du­rum­la kar­şı­laş­tı­ğın­da, inan­dı­ğı üs­tün var­lı­ğa sı­ğı­nır, on­dan yar­dım bek­ler. Ce­nâb-ı Mev­lâ in­sa­noğ­lu­nun bu özel­li­ği­ne şöy­le işa­ret bu­yu­ru­yor: İn­sa­na bir dar­lık do­kun­du­ğu za­man; ya­nı üze­re ya­tar­ken, otu­rur­ken ya­hut ayak­ta bi­ze yal­va­rır. Ama biz onun sı­kın­tı­sı­nı gi­de­rin­ce san­ki bi­ze ya­ka­ran o de­ğil­miş gi­bi dav­ra­nır.” (Yû­nus 10/12) Evet, sı­kın­tı­lı an­lar­da Al­lah’a yal­va­rıp dua et­mek, sa­de­ce ima­nı kâ­mil ve di­nî has­sa­si­ye­ti yük­sek in­san­la­ra has bir du­rum de­ğil­dir. Hat­ta çe­şit­li şe­kil­ler­de Al­lah’a or­tak ko­şan­lar da böy­le za­man­lar­da O’na yö­ne­lir ve dua eder­ler. Dua fıt­rî­dir de­miş­tik. O ka­dar fıt­rî ki, ima­nı en za­yıf olan­lar bi­le dua ile gö­nül­le­rin­de bir fe­rah­lık ve ra­hat­la­ma his­se­der. Sı­kın­tı­la­rı­nın son bu­la­ca­ğı­na ümi­di ar­tar. Bu yö­nüy­le dua, in­sa­nın ru­hu için şi­fa, bu­na­lım­la­ra kar­şı bir kal­kan gi­bi­dir. Gü­nü­müz­de dün­ya­nın bir­çok ye­rin­de mü­şa­he­de edil­di­ği gi­bi, dua et­me­yen top­lum­lar da ru­hen çök­müş top­lum­lar­dır. Hiç şüp­he­siz, di­nî has­sa­si­ye­ti yük­sek bir müs­lü­man için dua, in­san psi­ko­lo­ji­si­ne olum­lu et­ki­le­ri­nin çok öte­sin­de mâ­na­lar ta­şır. Mü­min bi­lir ki, dar­lık ve­ya ge­niş­lik za­man­la­rın­da Ce­nâb-ı Mev­lâ’ya gö­nül­den ya­pı­lan dua, gel­miş olan sı­kın­tı­la­rı gi­de­ren, gel­me­miş olan­la­rın da gel­me­si­ne mâ­ni olan bir ve­si­le­dir. Dua, kul­lu­ğun ta ken­di­si­dir, di­ni­mi­zin te­mel di­rek­le­rin­den bi­ri­dir. Mü­mi­nin si­lâ­hı­dır. Ku­lu rab­bi­ne bağ­la­yan bir köp­rü­dür. Mü­min, du­anın in­sa­nın mâ­ne­vî ya­nı üze­rin­de­ki et­ki­si­ni ise şöy­le bi­lir ve ya­şar: Al­lah’a yö­ne­li­şin fe­yiz ve be­re­ke­tiy­le kalp­ler âde­ta yı­ka­nır ve saf­la­şır. Arın­mış bir kalp de ku­lu rab­bi­ne yak­laş­tı­rır. Du­adan söz eder­ken, gü­nü­müz­de çok yay­gın olan bir yan­lış an­la­yı­şa da de­ğin­mek ge­re­kir. Di­ni­mi­zin biz­den is­te­di­ği dua, ih­mal­kâr­lık ve tem­bel­lik ya­pıp, her şe­yi Al­lah’tan bek­le­mek de­ğil­dir. Al­lah Te­âlâ her şe­yi bir se­be­be bağ­lı ola­rak ya­rat­mak­ta, ni­met­le­ri­ni bu se­bep­le­rin ar­ka­sın­dan gön­der­mek­te­dir. Al­lah’ın bah­şet­ti­ği güç ve ira­dey­le se­bep ve ted­bir­le­re ya­pış­ma­dan ya­pı­lan dua ka­bul olu­nur mu? Bu­na dua de­ğil, te­men­ni de­mek da­ha doğ­ru de­ğil mi­dir? Ar­zu­la­nan ha­yır­lı so­nuç­la­ra ulaş­mak için ku­lun elin­den ge­le­ni yap­ma­sı, “fi­ilî dua” de­di­ği­miz as­la ih­mal edil­me­me­si ge­re­ken bir dua tü­rü­dür. Ni­te­kim bir ha­ber­de: “Ça­lış­ma­dan dua eden, si­lâh­sız har­be gi­den gi­bi­dir” de­nil­miş­tir. Ted­bir ve se­bep­le­re sa­rıl­ma ko­nu­sun­da, şu öl­çü­yü de göz­den ka­çır­ma­mak ge­re­kir: Se­bep­le­re sa­rıl­mak ku­lun va­zi­fe­si­dir; an­cak so­nu­cu ya­ra­ta­cak olan yi­ne Ce­nâb-ı Mev­lâ’dır. Eğer O di­ler­se, bi­ze se­bep­siz gi­bi gö­rü­nen bir şe­kil­de ni­ce so­nuç­lar da ya­ra­ta­bi­lir. O hal­de ça­lı­şıp gay­ret et­me­li, bu gay­ret sı­ra­sın­da ve son­ra­sın­da Ce­nâb-ı Mev­lâ’ya gö­nül­den dua et­me­li­dir. Es­ki­ler, “Gay­ret biz­den, tev­fik (yar­dım ve ba­şa­rı) Al­lah’tan” der­ken bu öl­çü­yü ne gü­zel an­la­tır­lar! Evet, dua, ge­re­ken­le­rin ya­pıl­ma­sıy­la bir­lik­te Ce­nâb-ı Hakk’ın ih­sa­nı­nı is­te­mek­tir. İh­mal ve tem­bel­li­ğin te­lâ­fi­si­ni Al­lah’tan is­te­mek de­ğil­dir. Âlem­le­rin rab­bi­ne kul ol­ma şu­uru­na sa­hip in­sa­nın gön­lün­de­ki ul­vî duy­gu­lar, O’na dua ile ulaş­tı­rı­lır. Âlem­le­rin rab­bi ile ku­ru­lan bu ir­ti­bat da ul­vî duy­gu­la­rı yo­ğun­laş­tı­rır. Du­asız in­san­lar, bu hal­den mah­rum­dur­lar ve ru­hen kör bir hal­de ya­şar­lar. On­la­rın mad­dî güç­le­riy­le ulaş­tık­la­rı so­nuç­lar ger­çek­te bir ba­şa­rı de­ğil; ya ken­di­le­ri­ni aza­ba gö­tü­re­cek bir müh­let ya da in­san­lık için, ter­te­miz dün­ya­mız için bir boz­gun­dur. Ula­şı­lan so­nuç­la­rın ger­çek bir za­fer ola­bil­me­si­nin şar­tı, an­cak âlem­le­rin rab­bi ile sım­sı­kı ir­ti­bat­tır. Mü­mi­nin ha­ya­tı­nı du­adan ayırt et­mek müm­kün de­ğil­dir. Bu özel­li­ği ile İs­lâm’ın du­ası, ha­yat­tan ko­puk, sa­de­ce bir tür ra­hat­la­ma yo­lu ola­rak ya­şa­yan di­ğer din­le­rin du­asın­dan ay­rı­lır. İs­lâm ile di­ğer din­ler ara­sın­da­ki in­sa­nı, ha­ya­tı, kâ­ina­tı ve Al­lah’ı kav­ra­yış­la il­gi­li de­rin fark­lı­lık­lar, du­ada da ken­di­ni gös­te­rir. Yü­ce di­ni­miz­de­ki her hü­küm ve iba­det gi­bi dua da tev­hid aki­de­si için­de ha­ki­ki mâ­na­sı­na ka­vu­şur. Müs­lü­man, her ame­lin­de ol­du­ğu gi­bi du­ala­rın­da da şir­kin zer­re­si­ne bu­laş­mak­tan ka­çı­nır. Al­lah Te­âlâ’nın şu uya­rı­la­rı, onun için şaş­maz öl­çü­ler­dir: “On­lar, Al­lah’ı bı­ra­kıp bil­gin­le­ri­ni, ra­hip­le­ri­ni, Mer­yem oğ­lu İsa’yı ilâh edin­di­ler. Hal­bu­ki bun­lar da bir olan Al­lah’a iba­det­ten baş­ka­sıy­la em­ro­lun­ma­mış­lar­dır” (Tev­be 9/31) “Al­lah’ı bı­ra­kıp da ken­di­le­ri­ne put­lar­dan bir­ta­kım dost­lar edin­di­ler. Der­ler ki: ‘Bi­zi Al­lah’a da­ha faz­la yak­laş­tır­sın­lar di­ye bun­la­ra ta­pı­yo­ruz.’ Şüp­he yok ki Al­lah, on­la­rın mü­min­ler­le ih­ti­lâ­fa dü­şe­gel­dik­le­ri şey­ler hak­kın­da hük­mü­nü ve­re­cek­tir.” (Zü­mer 39/3) Ve, “Gör­dün mü o he­vâ ve he­ve­si­ni ilâh edi­nen kim­se­yi?” (Fur­kân 25/43) Zik­re­di­len bu ve di­ğer ba­zı âyet-i ce­li­le­ler, in­san­la­rın ya ken­di ne­fis­le­ri­ni ya da baş­ka bir­çok şe­yi şu ve­ya bu se­bep­ler­le ilâh edin­dik­le­ri­ni izah eder. Müs­lü­man, tev­hi­de ay­kı­rı bu nok­ta­la­rı in­ce­den in­ce­ye dü­şü­ne­rek, du­ala­rın­da ve di­ğer bü­tün amel­le­rin­de yan­lı­şa düş­mek­ten ken­di­ni ko­rur. Müs­lü­ma­nın du­ada rab­bin­den is­te­dik­le­ri sa­de­ce ha­yır­lar­dır. O, bü­tün in­san­lı­ğın esen­li­ği için dua eder. Her kim olur­sa ol­sun, yü­ce Al­lah’ın bir ese­ri ol­du­ğu için azap gör­me­si­ni te­men­ni et­mez. Za­lim­le­rin bi­le ıs­la­hı­na dua eder. Ka­hır için du­ayı, an­cak “ıs­la­hı müm­kün de­ğil­se” şar­tıy­la eder. Yer­yü­zün­de Al­lah’ın ha­li­fe­si ol­ma şe­re­fiy­le ya­ra­tı­lan in­san için en mu­kad­des an, yü­ce rab­bi­ne dua ve ni­yaz­da bu­lun­du­ğu an­dır. Zi­ra var o­lu­şun ga­ye­si, mev­lâ­ya kul­luk ve ih­lâs­la iba­det­tir ve dua iba­de­tin özü­dür. Dua, özün­de Al­lah’a bo­yun eğ­mek, gö­nül­den Hakk’a yö­nel­mek­tir. İn­sa­nın, ya­ra­tı­cı­sı kar­şı­sın­da ac­zi­ye­ti­ni or­ta­ya koy­ma­sı, kul­lu­ğu­nu is­pat et­me­si­dir. İn­sa­nın kal­bin­den sü­zü­le sü­zü­le ko­pup ge­len yal­va­rı­şın ve ya­ka­rı­şın dil ile ifa­de­si­dir. Du­adan zevk al­mak ve­lâ­ye­tin baş­lan­gı­cı, kal­bin uya­nık­lık işa­re­ti ve ima­nın ke­mal ne­şe­si­dir. Eli ar­şa uza­nan, sö­züy­le özü­nü bir­leş­ti­ren ve “Yâ ­rab­bi!...” di­ye ya­ka­ran bir ku­lu­na Ce­nâb-ı Mev­lâ ka­bul­le kar­şı­lık ve­rir. Hz. Mev­lâ­nâ, Mes­ne­vî’sin­de şöy­le di­yor: “Eğer hu­dâ bi­zi zâ­tı­na yâr edin­mek is­ter­se, mey­li­mi­zi dua ve ni­yaz ta­ra­fı­na çe­ker.” Mev­lâ­mız has kul­la­rı­nı Kur’ân-ı Ke­rîm’de şöy­le met­he­der: “Ger­çek­ten ina­nan­lar, kor­ka­rak ve uma­rak dua eder­ler ve ken­di­le­ri­ne ver­di­ği­miz rı­zık­lar­dan ha­yır için har­car­lar.” (Sec­de 32/16) Bir di­ğer âyet-i ke­rî­me­de de Ha­bîb-i Edi­b’in göz­be­bek­le­ri olan as­hâb-ı Suf­fe’ye atıf­ta bu­lu­nu­la­rak şöy­le bu­yu­ru­lur: (Ey Mu­ham­med!) Sa­bah ak­şam rab­le­ri­nin rı­za­sı­nı di­le­ye­rek O’na yal­va­ran­lar­la be­ra­ber sen de sab­ret. Dün­ya ha­ya­tı­nın gü­zel­lik­le­ri­ne da­la­rak göz­le­ri­ni o kim­se­ler­den ayır­ma!” (Kehf 18/28) Bu ara­da şu da unu­tul­ma­ma­lı­dır: Her dua, per­de­le­ri aşa­rak Al­lah’ın hu­zu­ru­na yük­se­le­mez. Her hâ­lü­kâr­da du­anın ka­bul şart­la­rı­na ri­ayet ge­re­kir. Ede­bi­ne ve şart­la­rı­na ri­ayet ede­rek duâ eden bir mü­min de, du­ası­nın se­me­re­si­ni gör­mek­te ace­le et­me­me­li ve­ya, “Dua et­tim de rab­bim ka­bul et­me­di” di­ye­rek ümit­siz­li­ğe dü­şüp, ni­ya­zı­nı ter­ket­me­me­li­dir. Çün­kü Ce­nâb-ı Mev­lâ, ba­zan bil­me­di­ği­miz hik­met­ler­le du­anın ne­ti­ce­si­ni er­te­ler. Ba­zan da is­te­di­ği­miz şe­yi de­ğil, bi­zim için ha­yır­lı ola­nı ve­rir. Hiç şüp­he­siz, bi­zim için ne­yin da­ha ha­yır­lı ola­ca­ğı­nı O da­ha iyi bi­lir. Ne mut­lu o mü­mi­ne ki, de­vam­lı Al­lah’ın ka­pı­sın­da­dır. Dua ile Ce­nâb-ı Hakk’ın rah­met ka­pı­sı­nı çal­mak­ta­dır. Baş­ka bir ka­pı ol­ma­dı­ğı­nın far­kın­da­dır. İs­lâm’ın dü­şün­ce ve iba­de­ti kâ­mil in­sa­nın şah­sın­da mü­şah­has ha­le gel­di­ği gi­bi dua da kâ­mil in­sa­nın ağ­zın­da mü­şah­has­la­şır ve ger­çek mâ­na­sı­na, hü­vi­ye­ti­ne ka­vu­şur.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy