Aramak

Hayat Dengemiz - Fitne, Cinayetten Daha Ağırdır

Müs­lü­man­lar, uzun bir za­man­dır çe­şit­li ih­ti­lâf ve çe­kiş­me­ler­le iç içe ya­şa­mak­ta­dır. Bu­gün yer­yü­zün­de han­gi müs­lü­man top­lu­ma ba­kar­sa­nız ba­kın, bir­lik ve be­ra­ber­li­ğin, Hak­k’a ve hay­ra bir­lik­te yü­rü­me an­la­yı­şı­nın ye­ri­ni, her tür­lü çe­kiş­me ve kar­ga­şa­nın al­dı­ğı­nı gö­re­cek­si­niz. Ço­ğu­nun ne­re­den ve na­sıl çık­tı­ğı meç­hul bu çe­kiş­me­ler, sa­de­ce top­lum ha­ya­tın­da­ki ni­zam ve in­ti­za­mı boz­mak­la kal­ma­mış, in­san­la­rın iç dün­ya­la­rı­na da si­ra­yet ede­rek Hakk’a tes­li­mi­ye­ti­ni de ya­ra­la­mış bu­lu­nu­yor. Ne­re­de ha­yır­la­ra doğ­ru bir yö­ne­liş var­sa, bu çe­kiş­me ve nef­sa­nî mu­ha­le­fet­ten na­si­bi­ni alı­yor, za­man ve emek kay­bı do­ğu­yor, ba­zan da gü­zel ni­yet­ler bir so­nu­ca ulaş­ma­dan ke­sin­ti­ye uğ­ru­yor. Ya­zık ki bu du­rum hem fer­dî yö­ne­liş­ler için, hem de bir top­lu­luk ola­rak ya­pı­lan yö­ne­liş­ler için ge­çer­li­dir. İs­lâm ta­ri­hi bo­yun­ca ör­nek­le­ri­ni sık­ça gör­dü­ğü­müz bu çe­kiş­me ve nef­sa­nî ih­ti­lâf­lar, özel­lik­le son 150-200 se­ne­dir, müs­lü­man top­lum­la­rın âde­ta bir özel­li­ği ha­li­ne gel­miş du­rum­da­dır. Bu ih­ti­lâf ve çe­kiş­me­ler, bu­gün müs­lü­man­la­rın kar­şı kar­şı­ya bu­lun­du­ğu bü­yük so­run­la­rın en önem­li se­bep­le­rin­den bi­ri ol­du­ğu­nu her­kes ka­bul ve iti­raf et­mek­te­dir. “As­ga­ri müş­te­rek­ler” ta­bi­ri­ni bi­lir­si­niz. Ne ka­dar çok fi­kir ay­rı­lı­ğı bu­lu­nur­sa bu­lun­sun, bir me­se­le­yi hal­let­mek üze­re bir ara­ya ge­len ta­raf­lar, bu as­ga­ri müş­te­rek­ler et­ra­fın­da bir­leş­ti­ril­me­ye ça­lı­şı­lır. Bir dü­şü­nür­sek di­li, ren­gi, mem­le­ke­ti ne olur­sa ol­sun, mü­min­ler için as­lın­da as­ga­ri müş­te­rek­ler de­ğil, aza­mi müş­te­rek­ler söz ko­nu­su­dur. Çün­kü ki­tap bir, kıb­le bir, reh­ber ay­nı. Âlem­le­rin rab­bi­nin fer­ma­nı or­ta­da: “Mü­min­ler kar­deş­tir.” (Hu­cu­rât 49/10) Bun­dan da­ha bü­yük bir müş­te­rek ola­bi­lir mi? Za­ten Kur’ân-ı Ke­rîm’i oku­yan mü­min­ler, “Ger­çek şu ki, mü­min er­kek­le­ri ve mü­min ha­nım­la­rı be­lâ­ya uğ­ra­tan­lar ve son­ra da töv­be et­me­yen­ler yok mu? İş­te on­la­ra ce­hen­nem aza­bı var­dır” (Bu­rûc 85/10) ilâ­hî ih­ta­rı­nın da far­kın­da ol­mak zo­run­da­dır­lar. Ne var ki Al­lah’ın di­ni­ni sa­de­ce gün­lük iba­det­ler­le sı­nır­lı sa­ya­rak fit­ne­ye alet olan­lar, asıl din­dar­lı­ğın in­san­lar ara­sı mü­na­se­bet­ler­de ve gü­zel ah­lâk­ta ol­du­ğu­nu unut­muş gö­zük­mek­te­dir­ler. Mü­min­ler, hay­ra koş­ma­da, hiz­met­te, Al­lah rı­za­sı­nı ara­ma­da ge­rek­siz ih­ti­lâf ve çe­kiş­me­ler­le bir­bir­le­ri­nin yo­lu­nu ke­se­dur­sun­lar, ba­kın rab­bi­miz ne bu­yu­ru­yor: “Kâ­fir olan­lar bi­le bir­bir­le­ri­nin yar­dım­cı­la­rı­dır. Eğer siz bu­nu yap­maz­sa­nız, yer­yü­zün­de bir fit­ne ve bü­yük­ bir  fe­sat olur.” (En­fâl 8/73) Bu âyet-i ke­ri­me­ye ba­kın­ca, yar­dım­laş­ma­nın ye­ri­ni çe­kiş­me ve ih­ti­lâf­lar al­dı­ğın­da, do­ğan fit­ne­nin sa­de­ce müs­lü­man­la­rı et­ki­le­me­di­ği, bü­tün in­san­lık âle­min­de bo­zul­ma­ya se­bep ol­du­ğu açık­ça an­la­şı­lmak­ta­dır Çün­kü mü­min­le­rin yer­yü­zün­de den­ge un­su­ru ve in­san­lı­ğa ör­nek ol­ma va­zi­fe­si var­dır. Bu du­rum­da biz, dün­ya­da kar­ga­şa­dan, hu­zur­suz­luk­lar­dan söz edi­yor­sak, ön­ce ken­di mu­ha­se­be­mi­zi yap­mak­la yü­küm­lü de­ğil mi­yiz? Ger­çek­ten de mü­min­ler ara­sın­da­ki çe­kiş­me ve kar­ga­şa ya­ni fit­ne, top­lum­da hu­zur ve ba­rı­şın, iki dün­ya­da ha­yır­la­ra ka­vuş­ma­nın önün­de bü­yük bir en­gel­dir. Bir ko­nu­da ta­kın­dı­ğı­mız ta­vır ve yap­tı­ğı­mız mu­ha­le­fet, bir ha­ki­ka­tin or­ta­ya çık­ma­sı­na yö­ne­lik de­ğil­se bir fit­ne un­su­ru ol­ma ih­ti­ma­liy­le kar­şı kar­şı­ya bu­lun­du­ğu­mu­zu unut­ma­ma­lı­yız. Bil­me­li­yiz ki, in­sa­nın kal­bi­ni, ak­lı­nı ve gön­lü­nü hak ve ha­ki­kat­ten sap­tı­ran fi­kir ih­ti­lâ­fı fit­ne­dir. İn­san­la­rı sı­kın­tı­ya, be­lâ­ya dü­şür­mek, ka­rı­şık­lık­la­ra se­bep ol­mak da fit­ne çı­kar­mak­tır. Al­lah’ın Re­sû­lü (s.a.v) bu tür fit­ne için, “Fit­ne uy­ku­da­dır, bu­nu uyan­dı­ra­na Al­lah lâ­net et­sin” bu­yu­ru­yor. (Müt­ta­kî el-Hin­dî, Ken­zü’l-Um­mâl, nr. 30891) Hz. Pey­gam­ber Efen­di­mi­z’in (s.a.v) bu­na ben­zer sa­yı­sız uya­rı­la­rı­nın ya­nı sı­ra, Kur’ân-ı Ke­rîm’de otuz dört âyet­te fit­ne ke­li­me­si­nin ge­çi­yor ol­ma­sı, bu ko­nu­da ne ka­dar has­sas ol­ma­mız ge­rek­ti­ği­ni açık­ça or­ta­ya ko­yar. Çün­kü fit­ne, di­nî, ah­lâ­kî, top­lum­sal ve il­mî çö­kü­şü içi­ne ala­cak ka­dar teh­li­ke­li ve ge­niş­tir. Fahr-i Âlem Efen­di­miz, “Ya­kın­da fit­ne­ler or­ta­ya çı­ka­cak­tır. O za­man otu­ran ayak­ta du­ran­dan, ayak­ta­ki yü­rü­yen­den, yü­rü­yen ko­şan­dan ha­yır­lı­dır” bu­yu­ru­yor. (Bu­hâ­rî, Fi­ten 9; Ebû Dâ­vûd, Fi­ten, 2; Ah­med b. Han­bel, Müs­ned, 5/48) Bu ha­dis-i şe­rif­te, ki­şi­nin fit­ne­ye ne öl­çü­de bu­la­şır­sa o nis­bet­te so­rum­lu ve gü­nah­kâr ola­ca­ğı­nın işa­re­ti ve­ril­mek­te­dir. Kur’ân-ı Ke­rîm’de, “öl­dür­mek­ten da­ha ağır” (Ba­ka­ra 2/217) ola­rak ni­te­len­di­ri­len fit­ne­den kur­tu­luş re­çe­te­si­ni yi­ne Pey­gam­ber Efen­di­miz (s.a.v), sa­hâ­be­ye hi­ta­ben biz­le­re şöy­le ve­ri­yor: “İyi­lik­le­re sa­rı­lın, kö­tü­lük­ten de ka­çı­nın. Ne za­man uyu­lan bir cim­ri­lik, ta­kip edi­len nef­sa­nî ar­zu, âhi­re­te ter­cih edi­len dün­ya­lık, gö­rüş sa­hip­le­ri­nin sa­de­ce ken­di gö­rüş­le­ri­ni be­ğen­dik­le­ri­ni gö­rür­sen, o za­man ken­di­ne bak. İn­san­lar­la uğ­raş­ma­yı bı­rak. Zi­ra bü­tün bun­lar yay­gın­la­şın­ca sab­ra sa­rıl­ma­nız ge­re­ken gün­ler­de­si­niz de­mek­tir. O gün­ler avuç­ta ateş tut­mak gi­bi sı­kın­tı­lı­dır. O gün­ler­de si­zin ka­dar amel ya­pa­bi­len bir kim­se­ye el­li ki­şi­nin mü­kâ­fa­tı ve­ri­le­cek­tir.” (Ta­be­râ­nî, el-Mu‘ce­mü’l-Ke­bîr, nr. 10394; Bez­zâr, el-Müs­ned, nr. 3370; Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, nr. 12215, 12216) Evet, bu de­vir­de fit­ne­ye bu­laş­mak da, dik­ka­tli olup ko­ru­na­rak bü­yük ecir­ler al­mak da çok ko­lay. O hal­de kal­bî ya­şan­tı­mız­da, evi­miz­de, işi­miz­de, için­de bu­lun­du­ğu­muz ha­yır ha­se­nat iş­le­rin­de bir ter­cih­le kar­şı kar­şı­ya­yız de­mek­tir. Dün­ya­mız­da hu­zur, ebe­dî âlem­de sa­adet bu ter­ci­hi­mi­ze bağ­lı. Ya­ni ni­yet­le­ri­mi­ze hal ve ha­re­ke­ti­miz­de­ki dik­ka­ti­mi­ze...
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy