Aramak

Hayat Dengemiz - Gençliğimizin Kıymetini Bilmeliyiz

Top­lu­mu­mu­zun bu­gün ge­çir­mek­te ol­du­ğu hız­lı sos­yal de­ği­şim, sa­hip ol­du­ğu­muz de­ğer­ler­de de yıp­ran­ma­yı be­ra­be­rin­de ge­tir­mek­te­dir. Ya­şa­dı­ğı­mız bu yıp­ran­ma­nın bir so­nu­cu ola­rak gö­rü­yo­ruz ki, fert­le­rin bir­bir­le­riy­le olan iliş­ki­le­ri, di­ya­log­la­rı de­ği­şmek­te­dir. Ah­lâ­kî de­ğer­ler bo­zu­lmak­ta, dün bü­yük tep­ki­ler­le kar­şı­la­na­bi­le­cek ço­ğu du­rum­lar, ar­tık nor­mal ka­bul edi­lmek­te­dir. İn­san­la­rı bir ara­da tu­tan di­nî ve mil­lî bağ­lar za­yıf­la­mak­ta, özel­lik­le ye­ni ne­sil­ler bü­yük bir ah­lâ­kî çö­kün­tüy­le kar­şı kar­şı­ya kal­mak­ta­dır. Her­ke­sin bir şey­ler­den şi­kâ­yet­çi du­rum­da ol­ma­sı, ya­şa­nan de­ği­şi­min ters is­ti­ka­met­te ol­du­ğu­nun bir gös­ter­ge­si de­ğil mi? Uzun tah­lil­ler yap­ma­ya ge­rek yok. Eğer ye­ni ne­sil­ler, bi­zi biz ya­pan de­ğer öl­çü­le­rin­den uzak tu­tu­lur­sa, baş­ka na­sıl bir tab­lo ha­yal ede­bi­li­riz ki? Şa­yet bir mil­le­tin öz de­ğer­le­riy­le ken­di­si ara­sın­da per­de var­sa, el­bet­te baş­ka top­lum­la­rın kül­tür ve de­ğer­le­ri aka­cak; bu da is­ter is­te­mez ra­hat­sız­lı­ğa se­bep ola­cak­tır. Özel­lik­le top­lu­mun di­na­mik gü­cü olan genç­li­ğin di­nin­den ko­pa­rıl­ma­sı, ye­ter­li din eği­ti­mi ve­ril­me­me­si ve­ya yan­lış te­mel­ler üze­ri­ne ku­rul­ma­sı, ye­ni ne­sil­le­rin ya­ban­cı kül­tür­le­rin ta­hak­kü­müy­le baş ba­şa bı­ra­kıl­ma­sı de­mek­tir. Hiç şüp­he­siz bu ko­nu­da asıl va­zi­fe ai­le­le­rin­dir. Kü­çük yaş­tan iti­ba­ren ai­le için­de doğ­ru me­tot­lar­la ve­ril­miş di­nî eği­tim, sa­de­ce mu­kad­de­sa­tı­nı ta­nı­yan bir genç­lik ye­tiş­tir­mek­le kal­maz, ay­nı za­man­da sağ­lam bir şah­si­yet ve ka­rak­ter olu­şu­mu­na da önem­li kat­kı­lar sağ­lar. Kü­çük yaş­lar­dan iti­ba­ren ca­mi ve ce­ma­ate sık­lık­la ka­tı­la­rak, evin­de mü­ba­rek gün ve ge­ce­ler­de mâ­ne­vî bir at­mos­fer ya­şa­ya­rak iba­det­le­ri tak­lit eden bir ço­cuk, genç­li­ğin­de di­ni­nin ge­rek­le­ri­ni ha­ki­ka­ti­ne uy­gun bir şe­kil­de ya­şa­ma­ya baş­la­ya­cak­tır. Ai­le için­de bu gör­gü ve eği­ti­mi alan gen­cin, kar­şı­la­şa­ca­ğı yan­lış zor­la­ma ve yön­len­dir­me­le­re kar­şı di­ren­me­si de da­ha ko­lay­dır. Ama ço­cuk­lu­ğun­da bu şan­sı ya­ka­la­ya­ma­mış bir in­san için, son­ra­ki dö­nem­ler el­bet­te çok da­ha zor ola­cak­tır. İn­sa­nın en he­ye­can­lı ve di­na­mik ol­du­ğu za­ma­nın genç­lik yıl­la­rı ol­ma­sı, bu dö­nem­de yan­lış­la­ra düş­me ih­ti­ma­li­ni doğ­ru­dan art­ı­rır. Do­la­yı­sıy­la, sü­rek­li eleş­ti­rip suç­la­ya­rak genç­le­ri ken­di­miz­den ko­par­mak ye­ri­ne, en uy­gun araç ve üs­lû­bu kul­la­na­rak doğ­ru ve gü­zel ola­na yö­nelt­mek du­ru­mun­da­yız. Esa­sen ter­bi­ye ço­cuk­luk ça­ğın­da baş­lar. Son­ra­sın­da ise da­ha çok okul ve top­lum yön­len­di­rir. Di­ğer ta­raf­tan, Fahr-i Ci­han Efen­di­mi­z’in (s.a.v) “el-Emîn” sı­fa­tı­nı, nü­büv­vet va­zi­fe­sin­den çok ön­ce, genç yaş­la­rın­da ka­zan­mış ol­ma­sı, or­tam na­sıl olur­sa ol­sun genç yaş­lar­da üs­tün va­sıf­lar ka­za­nı­la­bi­le­ce­ği­ne bir işa­ret­tir. Gü­nü­müz­de her yan­lış­ta yal­nız­ca or­ta­mı suç­lu bu­lan an­la­yış doğ­ru de­ğil­dir. Or­tam el­bet­te yön­len­di­ri­ci­dir, fa­kat in­sa­noğ­lu­nun ken­di az­mi ve ira­de­si de var­dır. Al­lah Re­sû­lü’nün (s.a.v) ha­ya­tın­dan ör­nek­ler­le de­vam eder­sek, onun genç yaş­ta, “Hil­fü’l-fu­dûl” ya­ni Fa­zi­let­le­rin Ko­run­ma­sı Ce­mi­ye­ti’nin üye­si ol­ma­sı, genç­le­rin top­lum için­de ha­yır­la­ra ve­si­le ol­ma­sı­nın yön­te­mi hak­kın­da ipuç­la­rı sağ­lar. De­mek ki genç­le­ri­miz, ha­yır amaç­lı olu­şum­la­rın için­de yer al­ma­lı, ye­tiş­kin­ler de bu­na fır­sat sağ­la­ma­lı­dır. Yi­ne Asr-ı sa­âdet’te­ki ca­mi ve ce­ma­at an­la­yı­şı da çar­pı­cı mi­sal­ler­den­dir. Mes­cid-i Ne­be­vî’nin bir kö­şe­sin­de bu­lu­nan ehl-i Suf­fe’de­ki genç­le­rin, o çağ­da Al­lah’ın di­ni­nin ya­yıl­ma­sın­da ve ya­şan­ma­sın­da bü­yük kat­kı­lar sağ­la­ma­sı dik­kat çe­ki­ci­dir. Oy­sa bu­gü­ne gel­di­ği­miz­de, ye­tiş­kin­le­ri­miz ca­mi­ye ge­len gen­ce ta­ham­mül­süz­lük gös­ter­mek­te; na­maz­da­ki bir ku­su­run­dan do­la­yı acı­ma­sız­ca eleş­tir­mek­te; genç­le­ri ön saf­la­ra bir tür­lü ya­kış­tı­ra­ma­mak­ta­dır. Ço­cuk­la­rı ve genç­le­ri eği­tir­ken, on­lar­la mü­na­se­bet ku­rar­ken, en mü­kem­mel in­san Al­lah Re­sû­lü (s.a.v) ör­nek alın­ma­lı­dır. Zi­ra rab­bi­miz, “An­dol­sun ki Re­sû­lul­lah’ta si­zin için, Al­lah’a ve âhi­ret gü­nü­ne ka­vuş­ma­yı uman­lar ve Al­lah’ı çok zik­re­den­ler için mü­kem­mel ör­nek var­dır” (Ah­zâb 33/21)bu­yu­ru­yor. Al­lah Re­su­lü’nün (s.a.v) ço­cuk­la­ra bi­le se­lâm ver­di­ği, on­lar­la usan­ma­dan oyun­lar oy­na­dı­ğı, to­run­lar na­maz­da omu­zu­na çık­tık­la­rın­da düş­me­sin­ler di­ye sec­de­yi uzat­tık­ça uzat­tı­ğı bi­li­ni­yor. Biz bu­gün ço­cuk­la­rı­mı­zın sec­ca­de­mi­zin önün­den geç­me­le­ri­ni bi­le ce­za­lan­dı­rır­ken, on­la­rı sü­rek­li kı­sıt­la­yıp bas­kı al­tın­da tu­tar­ken, sa­hi, Al­lah Re­sû­lü’nü ör­nek mi al­mış olu­yo­ruz? O, on ­se­kiz ya­şın­da­ki Üsâ­me b. Zeyd’i (r.a) or­du­nun ba­şı­na ko­mu­tan ta­yin eder­ken, ço­cuk yaş­la­rın­dan iti­ba­ren Hz. Ali’ye (r.a) önem­li gö­rev­ler ve­rir­ken genç­le­re gü­ve­ni­yor; sa­hip ol­duk­la­rı me­zi­yet­le­ri ve di­na­miz­mi ha­ya­ta ge­çir­me­le­ri­ne or­tam ha­zır­lı­yor­du. Ge­nel­lik­le ya­pıl­dı­ğı üze­re, genç­le­ri hep po­tan­si­yel suç­lu gi­bi gö­re­rek, acı­ma­sız eleş­ti­ri­ler­le hır­pa­la­ya­rak, on­la­ra as­la gü­ven­me­ye­rek, el­bet­te Hz. Pey­gam­ber ör­nek alın­mış ol­maz. He­pi­mi­zin bil­di­ği bir ha­ki­ka­ti ha­tır­la­mak­ta fay­da var: On iki-on beş yaş­la­rın­da bu­lu­ğa er­miş bir in­sa­nı Ce­nâb-ı Al­lah tam bir bi­rey ola­rak ka­bul edi­yor. Ama gü­nü­müz ye­tiş­kin­le­ri on ye­di-on se­kiz ya­şın­da­ki gen­ci ne­re­dey­se mu­ha­tap ka­bul et­mi­yor. Üs­tün­lük, yaş­la de­ğil, sa­hip olu­nan fa­zi­let ve tak­vâ ile­dir. Ta­bii ki genç in­san da tak­vâ ve fa­zi­let sa­hi­bi ola­bi­lir. Ni­te­kim mu­kad­des ki­ta­bı­mı­za bak­tı­ğı­mız­da, zul­mün kar­şı­sın­da ada­le­tin, bâ­tı­lın kar­şı­sın­da hak­kın se­si ol­muş genç­ler gö­rü­rüz. As­hâb-ı Kehf’i bi­lir­si­niz. Ka­ran­lık ruh­lu Kral Dak­ya­nus’a kar­şı iman ve azim­le mü­ca­de­le ve­re­rek bir ma­ğa­ra­ya sı­ğın­ma­yı, sa­ray zevk ve se­fa­sı­na ter­cih den As­hâb-ı Kehf, ye­di genç­ten iba­ret idi. İs­lâm’ın o zor­lu yıl­la­rın­da da genç­le­ri gö­rü­rüz. Hz. Ali (r.a), İs­lâm’ın san­cak­tar­lı­ğı­nı ya­par­ken, Fahr-i Âlem’in (s.a.v) hic­re­tin­de onun ya­ta­ğı­na ya­ta­rak ca­nı­nı fe­da et­me­ye ha­zır­la­nır­ken bir genç­ti. Genç­li­ğin me­dar-ı if­ti­ha­rı bir genç... O genç, asa­let­ten son­ra ve­lâ­ye­tin sul­ta­nı, mâ­na âle­mi­nin um­ma­nı ol­du, “Al­lah’ın As­la­nı” di­ye ad­lan­dı­rıl­dı. Genç bir kö­le iken hak din­le mü­şer­ref olan, bü­tün eza ve ce­fa­la­ra rağ­men “ehad” di­ye hay­kır­mak­tan vaz­geç­me­yen mü­ez­zin­le­rin se­yyi­di Hz. Bi­lâl-i Ha­be­şî de (r.a) bir genç­ti. Çok zen­gin ve na­rin bi­ri iken, İs­lâm’la şe­ref­len­dik­ten son­ra tür­lü iş­ken­ce­le­re mâ­ruz kal­mış, Uhud’da san­ca­ğı ta­şır­ken Re­sû­lul­lah’ı (s.a.v) ko­ru­ma uğ­run­da şe­hid edi­len Mus‘ab b. Umeyr de (r.a) bir genç­ti. Yir­mi bir ya­şın­da İs­tan­bul’u fet­he­de­rek Al­lah’ın Ha­bî­bi’nin (a.s) öv­gü­sü­ne maz­har olan Fâ­tih Sul­tan Meh­med Han, i‘lâ-yı ke­li­me­tul­lah uğ­ru­na ni­ce fe­tih­ler ya­pan Yıl­dı­rım Ba­ye­zid, Ya­vuz, Ka­nû­nî, hep­si bi­rer genç­ti­ler. Bu ör­nek­le­ri ve­rir­ken bir ger­çe­ği göz­den ka­çır­mak, öz­le­di­ği­miz genç­li­ği an­la­ya­ma­mak, hiç kav­ra­ya­ma­mak olur. Bu ger­çek şu­dur: Her ör­nek gen­cin ha­mu­run­da, kâ­mil bir ter­bi­ye­ci, il­miy­le âmil rab­bâ­nî âlim­ler ve Al­lah dost­la­rı­nın ma­ya­sı var­dır. On­lar­da­ki fev­ka­lâ­de­li­ği, mü­kem­mel­li­ği, her bi­ri gö­nül mi­ma­rı olan mâ­na âle­mi­nin er­le­rin­de ara­mak ge­re­kir. Bu in­ce nok­ta­yı göz ar­dı et­mek, bir ese­re hay­ran olun­du­ğu hal­de, o ese­ri mey­da­na ge­ti­ren sa­nat­kâ­rı gö­re­me­mek, se­ze­me­mek de­mek­tir. Asr-ı sa­âdet’te bu mâ­ne­vî oto­ri­te biz­zat Ha­bîb-i Kib­ri­yâ’dır. Os­man Ga­zi’de Şeyh Ede­bâ­li, Yu­nus’ta Tap­tuk Em­re, II. Mu­rad’da Ha­cı Bay­ram-ı Ve­lî, Fâ­tih’te Ak­şem­sed­din’dir. Her de­vir­de hak ve ha­ki­ka­te su­sa­mış genç­lik, gü­nü­müz­de de fıt­ra­tı­nın mey­li­ne uya­rak bü­yük bir iş­ti­yak­la iyi­yi ve gü­ze­li ara­yış için­de­dir. Bu ara­yış, hiç şüp­he­siz ki gö­nül er­ba­bı mâ­ne­vî mi­mar­la­rın elin­de ger­çek ol­gun­lu­ğu­na ula­şa­cak­tır. As­lın­da bu­gün ara­nan mâ­na oto­ri­te­si­ni ku­ra­cak olan­lar, kâ­mil şah­si­yet­ler­dir. İn­san­lı­ğı ih­ya ede­cek ruh ve mâ­na­yı, ci­ha­nı nur­lan­dı­ra­cak me­sa­jı iş­te bu kâ­mil in­san­lar sun­mak­ta­dır­lar. Unu­tul­ma­sın ki bu âlem boş de­ğil­dir. Hak ve ha­ki­kat on­la­rın şah­sın­da tem­sil edil­miş­tir ve kı­ya­me­te ka­dar da bu tem­si­li­yet de­vam ede­cek­tir. Ha­ki­ki olan da­va her za­man ta­ze ve genç­tir. Genç da­va ise her za­man ve her yer­de genç in­sa­nı fet­het­me­ye de­vam ede­cek­tir.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy