Aramak

Hayat Dengemiz - Gerçek Adalet İslâm’dadır

Şe­ref­li di­ni­miz İs­lâm, in­sa­nı mü­kem­mel­leş­tir­me he­de­fi­nin ya­nı sı­ra, top­lum dü­ze­ni­ni mü­kem­mel­leş­tir­me­yi de he­def alır. Hu­zur ve ba­rı­şın hâ­kim ol­du­ğu bir top­lum ya­pı­sı için­de, in­san ol­ma şu­uru­na er­miş fert­le­rin ya­şa­dı­ğı bir dün­ya kur­ma­yı ga­ye edi­nir. Bu açı­dan İs­lâm, ev­ren­sel bir in­san­lık da­va­sı­dır ve bü­tün in­san­lı­ğa ırk, cins ve ka­bi­le ta­as­su­bun­dan ta­ma­men uzak ide­al­ler su­nar. Bu da­va­da ye­gâ­ne bağ, ya­ra­tı­cı­ya kul ol­ma ba­ğı­dır. Kav­mi­yet ba­ğı­nın ve her tür ta­as­su­bun ye­ri­ni, in­sa­nın var o­luş ga­ye­si­ni ger­çek­leş­tir­me­ye yö­ne­lik inanç­lar bü­tü­nü al­mış­tır. Bu he­de­fe gi­den yol­da İs­lâm, top­lum­la­rın ve çe­şit­li in­san grup­la­rı­nın bir­li­ği­ni sağ­la­yan pren­sip­ler ge­tir­miş­tir. Bir ta­raf­tan fert­le­rin ve mil­let­le­rin gü­ven­lik­le­ri­ni ga­ran­ti al­tı­na alır­ken; in­san­lar ara­sı iliş­ki­ler­de de tam bir gü­ven or­ta­mı oluş­tur­mak için ve­ri­len söz­le­ri, ya­pı­lan söz­leş­me­le­ri ve her tür­lü kar­şı­lık­lı mu­ame­le­yi dü­zen­le­yen esas­lar koy­muş­tur. İs­lâm, bu me­yan­da öy­le bir ada­let kav­ra­mı ön­gö­rür ki, her fert, her top­lum, her mil­let bu kav­ram için­de gü­ven­le ye­ri­ni bu­lur. Çün­kü İs­lâm’ın ön­gör­dü­ğü ada­let, is­tek ve he­ves­le­re gö­re yön de­ğiş­tir­mez, ak­ra­ba­lık bağ­la­rı­na gö­re ayar­lan­maz, zen­gin fa­kir ayı­rı­mı yap­maz, kuv­vet­li za­yıf far­kı ta­nı­maz. Kı­sa­ca, her­ke­si ve her şe­yi tek bir öl­çü­ye gö­re de­ğer­len­di­rir. İş­te o öl­çü­nün adı “hak”tır. De­ni­le­bi­lir ki, İs­lâm’ın ge­tir­di­ği ha­yat dü­ze­ni­nin ana ka­ide­si­ni ada­let kav­ra­mı oluş­tu­rur. Mu­kad­des ki­ta­bı­mız Kur’ân-ı Ke­rîm’de, fert ve top­lum ola­rak aşı­rı­lık­lar­dan, az­gın­lık­lar­dan uzak kal­ma­nın, iti­dal ve ada­let üze­re bu­lun­ma­nın öne­mi üze­rin­de ti­tiz­lik­le du­ru­lur, ada­le­tin bir ke­mal sı­fa­tı ol­du­ğu­na dik­kat çe­ki­lir. Ada­let, bi­za­ti­hi Ce­nâb-ı Al­lah’ın ke­lâ­mı­nın özel­lik­le­rin­den­dir. İn­sa­nın, Al­lah nez­din­de en üs­tün de­ğer öl­çü­sü olan tak­vâ­ya ula­şa­bil­me­si­nin yo­lu, sö­zün­de ve işin­de ada­let­li ol­ma­sın­dan ge­çer. Ada­let, Al­lah Te­âlâ’nın bü­tün âle­me ver­di­ği mü­kem­mel den­ge­nin bir un­su­ru, O’nun âlem­le­ri ku­şa­tan lu­tuf ve cö­mert­li­ği­nin in­san­lar üze­rin­de­ki bir te­cel­li­si­dir. Ger­çek­ten de, kâ­ina­tın her ala­nın­da mü­kem­mel bir den­ge var­dır. İn­sa­nın fer­dî ve sos­yal ha­ya­tın her ala­nın­da bu ni­za­mı ko­ru­ma­sı ge­re­kir. İş­te kay­na­ğı Kur’an ve sün­net olan ada­let, in­san ha­ya­tın­da bu den­ge­yi ku­rar, top­lum­lar ve in­san­lar ara­sı sağ­lık­lı bir şe­kil­de yü­rü­tül­me­si­ni sağ­lar. Pey­gam­ber­lik va­zi­fe­si­nin baş­lı­ca ga­ye­le­rin­den bi­ri de, ada­let il­ke­le­ri­ne da­ya­lı bir top­lum dü­ze­ni­ni kur­mak de­ğil mi­dir? İs­lâm’ın ön­gör­dü­ğü ada­let, ka­nun ve yö­net­me­lik­ler­den ön­ce fer­din ken­di iç dün­ya­sın­da baş­lar. Ya­ra­tı­cı­sıy­la de­vam­lı ir­ti­bat ha­lin­de bu­lu­nan mü­min, mâ­ne­vî me­le­ke­le­ri­nin ge­liş­me­siy­le ken­di iç den­ge­si­ne ve dı­şa yan­sı­yan yö­nüy­le ­de üs­tün ah­lâ­ka ka­vu­şur. Ya­ni in­san ru­hu­nun baş­lı­ca özel­lik­le­ri olan dü­şün­ce, öf­ke ve ar­zu gü­cü, üç te­mel fa­zi­le­te dö­nü­şür: Hik­met, şe­ca­at ve if­fet… İş­te fer­din ada­le­ti bu üç te­mel fa­zi­le­tin so­nu­cu ola­rak or­ta­ya çı­kar ve on­la­rın hep­si­ni kap­sar. Âdil ol­ma sı­fa­tı­nı ka­zan­mış mü­min­le­rin oluş­tur­du­ğu top­lum­lar­da, hu­kuk önün­de her­kes eşit­tir. Hü­küm­ler sev­gi ve nef­ret­le­re gö­re ve­ril­mez; kül­tür, bil­gi ve mev­ki fark­lı­lık­la­rı ke­sin­lik­le bir ay­rı­ca­lık se­be­bi de­ğil­dir. Bu se­bep­le, müs­lü­man­la­rın ilâ­hî emir ve tav­si­ye­le­re bağ­lı kal­dı­ğı dö­nem­ler­de yer­yü­zü ada­let­le do­lup taş­mış­tır. Bü­tün dün­ya­ya ada­le­ti öğ­re­ten ve ör­nek­le­yen zir­ve şah­si­yet­ler, bu emir ve ya­sak­la­rın ay­dın­lı­ğın­da ye­tiş­miş­tir. “Ada­let mül­kün te­me­li­dir” sö­züy­le ve ha­li­fe­li­ği dö­ne­min­de­ki uy­gu­la­ma­la­rıy­la in­san­lı­ğa ada­let der­si ve­ren Hz. Ömer’i (r.a) âdil ya­pan hak din­dir. Yer­yü­zün­de baş­ka hiç­bir sis­te­min, düş­man­la­ra ve nef­ret edi­len in­san­la­ra kar­şı İs­lâm’ın ön­gör­dü­ğü mut­lak ada­le­ti ga­ran­ti ede­bil­me­si­ne im­kân yok­tur. Bu­na hem ta­rih, hem gü­nü­müz hem de bir­çok Ba­tı­lı dü­şü­nür şa­hit­lik eder. Eğer ger­çek­ten ina­nan­lar­dan isek, İs­lâm, hü­küm ve­rir­ken sa­de­ce Al­lah için ha­re­ket et­me­mi­zi, mü­na­se­bet­le­ri­mi­zi O’nun rı­za­sı­na uy­gun şe­kil­de tan­zim et­me­mi­zi ve yi­ne Al­lah için doğ­ru şa­hit­ler ol­ma­mı­zı em­re­di­yor: “Al­lah si­ze, in­san­lar ara­sın­da hü­küm ver­di­ği­niz za­man ada­let­le hük­met­me­ni­zi em­re­der.” (Ni­sâ 4/58) “O, za­lim­le­ri sev­mez.(Âl-i İm­rân 2/57) Biz­zat var­lı­ğıy­la âlem­le­re bir den­ge olan, ha­ya­tıy­la ger­çek ada­le­ti öğ­re­ten o bü­yük Pey­gam­ber de ne gü­zel teş­vik edi­yor­lar: “Yö­ne­ti­mi ve ve­lâ­ye­ti al­tın­da­ki­le­re âdil dav­ra­nan­lar, Al­lah ka­tın­da nur­dan min­ber­ler üze­rin­de ola­cak­lar­dır.” (Müs­lim, İmâ­re, 18; Ne­sâî, Âdâ­bü’l-Ku­dât, 1; Ha­tîb et-Teb­ri­zî, Miş­kât, nr. 6390; Müt­ta­kî el-Hin­dî, Ken­zü’l-Um­mâl, nr. 14603) Bir baş­ka ha­dis­le­rin­de de şöy­le bu­yur­muş­lar­dır: "Kı­ya­met gü­nü, in­san­la­rın Al­lah'a en sev­gi­li ve me­kân ola­rak en ya­kın ola­nı, âdil imam­dır. Kı­ya­met gü­nü, in­san­la­rın Al­lah'a en men­fu­ru, O'ndan me­kân ola­rak en uzak ola­nı da za­lim sul­tan­dır." (Tir­mi­zî, Ah­kâm, 4) Ce­nâb-ı Mev­lâ, in­sa­nın hak­la­rı­nı ko­ru­ma­nın; hak­kı ve ada­le­ti ya­şat­ma­nın farz ol­du­ğu­nu bil­di­rir­ken, hay­si­yet­li bir ha­ya­tın an­cak ada­le­tin ayak­ta tu­tul­ma­sı­na bağ­lı ol­du­ğu­na da işa­ret edi­yor. İn­san­lar ara­sın­da ada­let gü­ne­şi­nin pa­rıl­da­ma­dı­ğı bir top­lum­da, din­den, ah­lâk­tan, iba­det ve ta­at­ten söz et­mek ne de­re­ce an­lam­lı ola­bi­lir? Çün­kü amel­le­rin bir he­de­fi de zu­lüm­den uzak tut­mak, kö­tü­lük­le­ri en­gel­le­mek ve bü­tün var­lık­la­rın hak­la­rı­na ri­aye­ti sağ­la­mak­tır. Ar­tık bi­ze dü­şen, rab­bi­miz­le ir­ti­ba­tı­mı­zı kuv­vet­len­di­rip ev­ve­lâ ken­di iç âle­mi­miz­de den­ge­yi bul­mak ve âdil sı­fa­tı­na ka­vuş­mak­tır. Son­ra da evi­miz­den baş­la­ya­rak, yo­lu­mu­zun ke­siş­ti­ği her­ke­se, her şe­ye kar­şı ada­let­li ol­mak­tır. İn­san­lar ara­sı iliş­ki­ler­de hak ve va­zi­fe­le­ri­mi­zi so­rup öğ­ren­mek, he­pi­miz için mut­la­ka ye­ri­ne ge­tir­me­miz ge­re­ken bir va­zi­fe­dir. Ay­rı­ca ina­nı­yo­rum ki eğer oku­yup öğ­re­nir­sek, Hz. Pey­gam­ber’in (s.a.v) bü­tün ha­ya­tı, as­hâb-ı ki­râ­mın uy­gu­la­ma­la­rı ve Al­lah dost­la­rı­nın ti­tiz­li­ği bu ko­nu­da gö­nül­le­ri­mi­zi teş­vik ede­cek­tir. Al­lah biz­le­ri ada­let­ten ve âdil in­san­lar­dan ayır­ma­sın.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy