Aramak

Hayat Dengemiz - Hizmet, Bir Bayrak Yarışıdır

Mü­ber­râ di­ni­miz İs­lâm, iki nu­râ­nî sü­tun üze­ri­ne in­şa edil­miş­tir: Bi­rin­ci­si iman, di­ğe­ri de ih­san­dır. İh­san, sa­lih amel­ler, ha­yır­lı ve ya­rar­lı iş­ler­dir. İs­lâm’da ya­rar­lı iş­ler, bir­çok müs­lü­ma­nın zan­net­ti­ği gi­bi yal­nız na­maz, oruç, hac ve ze­kât­tan iba­ret de­ğil­dir. Rab­bi­mi­zin ke­sin emir­le­ri­nin en önem­li­le­rin­den bi­ri de öğ­re­nip öğ­ret­mek; in­san­la­rı iyi­ye, doğ­ru­ya, gü­ze­le yö­nelt­mek; İs­lâ­mî ha­ki­kat­le­ri sa­de­lik ve ko­lay­lık­la an­lat­mak ve tel­kin et­mek­tir. Özel­lik­le za­ma­nı­mız­da bu va­zi­fe­nin öne­mi kat kat art­mış­tır. Art­mış­tır, çün­kü her şey­den ön­ce gü­nü­müz­de İs­lâm di­ni­nin as­lı­nı, özü­nü, ha­ki­kat ve hik­met­le­ri­ni bi­len­ler azal­mış­tır. Di­ğer ta­raf­tan, bil­me­di­ği­nin far­kı­na va­ra­ma­yan ve­ya ka­sıt­lı ola­rak ha­ki­kat­le­ri çar­pı­tan bed­baht­lar da ço­ğal­mış­tır. Ni­ha­yet ih­ti­yaç sı­nır­la­rı da çok ge­niş­le­miş­tir. Öte yan­dan, tek­no­lo­ji­nin iler­le­me­siy­le in­sa­noğ­lu­nun ih­ti­yaç­la­rı art­mış ve zan­ne­di­le­nin ak­si­ne ha­yat şart­la­rı çok ağır­laş­mış­tır. Bu se­bep­ler­le, mü­mi­nin di­niy­le il­gi­li me­se­le­ler­de vu­ku­fi­yet ka­zan­ma­sı­na, ilâ­hî emir­le­rin ha­ki­kat ve hik­met­le­ri­ni ge­re­ği gi­bi araş­tı­rıp öğ­ren­me­si­ne, hem mad­dî şart­la­rı hem de gü­cü ve öm­rü ye­ter­li ol­ma­ma­ya baş­la­mış­tır. Ay­rı­ca il­min ge­liş­me­si ve ge­niş­le­me­si, di­nî ilim­le­rin bir­çok dal­ı­nın olu­şu, araş­tı­ran mü­min­le­ri de sı­nır­lı bir sa­ha­da kal­ma­ya mec­bur et­miş­tir. Ger­çek­ten de ilim­le­rin en şe­ref­li­si olan din ilim­le­ri­nin her bi­ri bir ih­ti­sas ko­nu­su­dur. O hal­de di­nin ha­ki­kat­le­ri­ni, doğ­ru ile yan­lı­şı, bü­yük önem ta­şı­yan­la da­ha az önem­li ola­nı, âlim­le­rin eser­le­rin­den, ki­tap­la­rın­dan, soh­bet­le­rin­den, na­si­hat­le­rin­den öğ­ren­mek mec­bu­ri­ye­ti var­dır. İş­te in­san­la­rın bu ih­ti­ya­cı­na ce­vap ver­mek, âlim­le­rin en önem­li va­zi­fe­si­dir. Âlim­le­rin sus­tu­ğu ve­ya va­zi­fe­si­ni yap­ma­dı­ğı yer­de ca­hil­le­rin, ka­sıt­lı ha­re­ket eden bed­baht­la­rın cü­ret­le­ri ar­tar, ses­le­ri yük­se­lir. Ken­di­ni âlim zan­ne­den ca­hil­ler, hak­kı ara­yan te­miz yü­rek­li hal­kı şa­şır­tır­lar, yan­lış yön­len­di­rir­ler, da­lâ­le­te düş­me­le­ri­ne se­bep olur­lar. Hak ve ha­ki­ka­ti bu­lup öğ­ren­mek için çır­pı­nan, her­ke­se ku­lak ve­ren bü­yük bir kit­le her za­man var­dı, gü­nü­müz­de de var. Üs­te­lik da­ha da faz­la; iş­te bu iyi ni­yet­li in­san­la­rı, ca­hil­le­rin ve kö­tü emel sa­hip­le­ri­nin el­le­ri­ne bı­rak­mak bü­yük bir ve­bal ve gü­nah­tır.

***

İs­lâ­mî te­lak­ki ve ha­yat­ta mü­him iki özel­lik dik­ka­ti çe­ker. Bi­rin­ci­si in­sa­na hiz­me­tin esas ol­ma­sı, ikin­ci­si ise in­san­lı­ğın bir bü­tün ola­rak dü­şü­nül­me­si­dir. Ma­dem­ki Ce­nâb-ı Mev­lâ mah­lû­ka­tı için­de in­sa­noğ­lu­nu seç­miş, en şe­ref­li kıl­mış ve di­ğer ya­ra­tıl­mış­la­rı onun hiz­me­ti­ne mu­sah­har kıl­mış­tır; öy­ley­se her şey, her hiz­met in­san için, in­san­lık için ol­ma­lı­dır. Pey­gam­ber­ler bü­tün ça­ba­la­rı­nı in­sa­nın ima­rı, in­şa­sı ve mut­lu­lu­ğu için sar­fet­miş­ler­dir. Bu hiz­me­tin mu­ha­ta­bı bü­tün in­san­lık­tır. Çün­kü Ce­nâb-ı Al­lah bü­tün âlem­le­rin rab­bi, İs­lâm bü­tün in­san­lı­ğın di­ni, Pey­gam­be­ri­miz (s.a.v) ise bü­tün âlem­le­re rah­met­tir. Bu­na gö­re, müs­lü­ma­nın ya­pa­ca­ğı hiz­met de bü­tün in­san­lı­ğa yö­ne­lik ol­ma­lı­dır. Hiz­met en ön­ce in­sa­na yö­nel­til­me­li­dir. İn­sa­nı ih­mal eden bir hiz­met ve dü­şün­ce, ne ken­di­si­ne ne de in­san­lı­ğa kat­kı­da bu­lu­na­bi­lir. İn­san imar edil­me­li, in­san mut­lu kı­lın­ma­lı­dır. İn­sa­nı de­ğer­len­di­rir­ken iki ha­li dik­ka­te alı­nır. Bi­rin­ci­si rab­bi ile mü­na­se­be­ti, di­ğe­ri de in­san­lar­la olan mü­na­se­bet­le­ri­dir. Fahr-i Âlem Efen­di­miz (s.a.v), “İn­san­la­rın en ha­yır­lı­sı, in­san­la­ra en fay­da­lı ola­nı­dır” bu­yu­ru­yor. (Ebû Ya‘lâ, el-Müs­ned, 6/65; Hey­se­mî, Mec­mau’z-Ze­vâ­id, 8/191; Bey­ha­kî, Şu­abü’l-İmân, nr. 7658; Sü­yû­tî, el-Câ­miu’s-Sa­gîr, nr. 4044; Ac­lû­nî, Keş­fü’l-Ha­fâ, nr.1252) Bu pren­sip­ten ha­re­ket­le, mü­min ken­di­ne dü­şen va­zi­fe­le­ri ye­ri­ne ge­tir­me­ye gay­ret eder­ken, ya­şa­dı­ğı gü­zel ha­ki­kat­le­ri di­ğer in­san­la­ra da sun­ma­ya gay­ret eder; sa­de­ce ken­di­si­ni dü­şün­mez. Zi­ra rab­bi­miz, İçi­niz­den hay­ra ça­ğı­ran, iyi­li­ği em­re­dip kö­tü­lük­ten sa­kın­dı­ran bir top­lu­luk ol­sun. İş­te on­lar kur­tu­lu­şa eren­ler­dir” (Âl-i İm­rân 3/104) bu­yu­ru­yor. Bun­dan do­la­yı­dır ki, mâ­ne­vî ke­mâ­lâ­tı­nı ta­mam­la­ya­rak in­san­lı­ğın hiz­me­ti­ne ömür­le­ri­ni ve­ren in­san mi­mar­la­rı, Al­lah dost­la­rı, pey­gam­ber­le­re vâ­ris ola­rak bü­tün ilim er­ba­bı­nın üze­rin­de yer alır­lar. Bü­yük­le­rin de­di­ği gi­bi, in­sa­na ha­ki­ki hiz­me­ti an­cak nefs-i em­mâ­re­sin­den sıy­rı­lan­lar ve­re­bi­lir. İn­sa­na hiz­met esas­tır di­yo­ruz. Ama bu hiz­me­tin rab­bi­mi­zin mu­ra­dı ve be­lir­le­di­ği hu­dut da­hi­lin­de ol­ma­sı şart­tır. Zi­ra in­sa­nın ya­ra­tı­cı­sı, onun ne­ye, na­sıl, ne ka­dar ih­ti­ya­cı ol­du­ğu­nu be­lir­le­miş­tir. O’nun mu­ra­dı­nın dı­şın­da­ki her yol, her yön­tem, in­san­lı­ğa hiz­met de­ğil; bi­la­kis he­zi­met olur. Hiç şüp­he­siz, İs­lâm inan­cı şart­lar ne olur­sa ol­sun kı­ya­me­te ka­dar de­vam ede­cek­tir. Zi­ra onu ko­ru­ya­cak olan, biz­zat di­nin sa­hi­bi Ce­nâb-ı Mev­lâ’dır. İn­san­lı­ğın bu mü­cel­lâ din ile mü­şer­ref ol­ma­la­rı ise, ken­di­le­ri­ni kur­tar­mak­la be­ra­ber, için­de ya­şa­dık­la­rı top­lum­la­rı da kur­ta­rır. Mev­lâ on­la­rı se­ver, on­lar da mev­lâ­yı se­ver­ler. Al­lah’ın kul­la­rı­na hiz­met et­mek, ku­lu­nu rab­bi­ne sev­di­re­rek ra­zı ol­ma­sı­na gay­ret et­mek, bu hiz­met ker­va­nı­nın va­zi­fe­le­ri ara­sın­da bi­rin­ci sı­ra­yı alır. Al­lah’ın se­lâ­mı, rah­me­ti ve be­re­ke­ti üze­ri­ni­ze ol­sun.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy