Genel anlamıyla, “kişinin kendisini ilgilendiren konularda bir başkasının görüşüne başvurması” şeklinde tarif edebileceğimiz istişare, yüce dinimizin en önemli tavsiyelerinden biridir.
Gelmiş ve gelecek olan bütün insanların en üstünü, akıl ve zekâ yönüyle insanların en mükemmeli ve en doğru karar vereni olduğu halde, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) rabbimizin emri şudur:
“İşlerinde ashabınla istişare et. Bir kere azmettin mi, artık Allah’a güvenip dayan. Çünkü Allah, kendine güvenip dayananları sever.” (Âl-i İmrân 3/159)
Bu âyet-i celilede, “azmettin mi artık Allah’a güvenip dayan” ifadesinde geçen “azim” kelimesinin mânası Hz. Ali (r.a) tarafından Peygamberimiz’e sorulduğunda, “Azimden maksat, görüş sahipleriyle istişare etmek ve onların görüşlerine uymak” cevabını aldığını tefsirler kaydetmektedir.
Rabbü’l-âlemin’in bu âyetteki emri üzerine Fahr-i Âlem Efendimiz (s.a.v), ashabıyla istişareyi esas almış, aynı zamanda müminlere de emir buyurmuştur.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in (s.a.v) istişareyle emredilmesi, müminler için çok manidar hikmetler taşır. Çünkü Allah Resûlü bir hadis-i şeriflerinde, “Biliniz ki Allah ve Resûlü’nün istişareye ihtiyacı yoktur. Fakat Allah Teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse doğruya ulaşmaktan mahrum kalmaz. Her kim de terkederse hatadan kurtulamaz” buyuruyorlar. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 7542; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 2/359)
Bir başka hadis-i şeriflerinde de:
“Allah’a yemin olsun ki, istişare eden bir topluluk, işlerin en doğrusuna muvaffak olurlar” buyuruyorlar. (Buhârî, Edebü’l-Müfred, nr. 259; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 7/357; ayrıca bk. Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 7538)
Allah’ın elçisi istişareyi devamlı teşvik buyururlarken, kendileri de Bedir, Uhud ve Hendek gazveleri; Hudeybiye ve ezan konusu gibi birçok önemli olayda ashabıyla istişareye başvurmuşlardır. Hatta meşhur sahâbe Ebû Hüreyre (r.a), Allah Resûlü’nden daha çok istişare eden birini görmediğini belirtir.
İslâm tarihinin her döneminde hakkı ve doğruyu arayan idarecilerin yanı sıra âlimler ve mürşidler Allah Teâlâ’nın muradı ve resûlünün tavsiyeleri doğrultusunda istişareyi baş tacı yapmışlardır. Devletle ilgili önemli işlerde karar vermeden önce, Osmanlı padişahlarının dost ve düşman memleketlerin elçilerinin görüşlerini almaları dikkat çekici bir örnektir. Tabii ki bu elçilerin görüşleri değerlendirilirken, dost veya düşmanlıkları dikkate alınıyordu.
Gerçekten de işlerin güzel neticelere varması, hayatın bütün alanlarında problemlerin çözülmesi ancak istişare ile mümkündür. Kişi ne kadar akıllı, zeki ve tecrübeli olursa olsun Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân-ı Hakîm’inde övdüğü istişare prensibine uygun hareket etmedikçe faydalı sonuçlara ulaşması ve problemlerini güzel bir şekilde çözmesi mümkün değildir.
Fertlerin ve toplumların düştükleri onulmaz hataların, çoğunlukla başına buyruk kararlardan kaynaklandığını biliyoruz. Tek başına, bildiği gibi iş yürütme alışkanlığı ne kadar yaygınlaşırsa, hataların sayısı o nisbette artar. Ne kadar azalırsa, hatalar da o nisbette azalacaktır.
Evet, istişare eden gerçekten kaybetmez. Herhangi bir sebeple zâhiren kaybediyor gözükse bile, hayatın ebedî boyutunda, âhirette kaybetmez. Zira istişare ile üzerine düşen vazifeyi yapmış ve sorumluluğunu yerine getirmiştir.
Burada bir noktaya işaret etmekte fayda var. Yüce dinimizdeki istişare sistemi diğer anlayışlardan farklı olarak, çoğunluk veya azınlık farkı gözetilmeksizin imkân dahilinde herkesin görüşünü almayı gerektirmektedir. Ayrıca, görüşler içinde tercihe şayan olanı parmak hesabıyla değil, derin ve tarafsız bir araştırma neticesi tesbit edilir.
Hem dünya hayatımız hem de ebedî hayatımız için bu kadar önemli olan istişarenin nasıl ve kiminle yapılacağı elbette çok önemlidir. Öylesine önemli ki, yapılacak işin hayırla neticelenmesini doğrudan etkiler. Mademki mümin, yapacağı işin en güzel olmasını, en hayırlı olmasını istemektedir, bu da ancak ehliyle yapılacak olan bir istişarenin sonucunda olur.
Öncelikle, istişare yapılan kişilerin hakkıyla mütedeyyin, âlim, akıllı ve tecrübeli olması genel bir prensiptir. Yani kendisine mesele arzedilen kimseler, ehil ve emin kişiler olmalıdır. Aksi durumun yarardan çok zarar getireceği tabiidir.
Bu genel prensiplerin ayrıntılarına indiğimizde ise, danışılacak kişinin faziletli, samimi, sağlam fikirli, keskin görüşlü, insan psikolojisini iyi tahlil edebilme, doğruluk ve güvenilirlik gibi değerlere sahip olması gerektiğini anlıyoruz.
Burada Allah Teâlâ’nın, “Bilmediğinizi zikir ehline sorunuz” (Nahl 16/43) âyet-i celilesi yolumuzu aydınlatmaktadır. Bu âyet-i celilenin işaret buyurduğu zikir ehlinin başında ise rabbânî âlimler, yani mürşid-i kâmiller gelir.
Bir kez daha hatırlatalım: İstişare gerek fert ve aile hayatında, gerekse cemaat ve devlet ölçeğinde terkedilmesi asla mümkün olmayan bir yoldur. İstişare, müminin korunma ve en iyiye varma yoludur. Danışma üzerine kurulmayan bir yapı, ne kendisinden beklenen fonksiyonu icra edebilir ne de İslâm’ın ruhuna uygun sayılır. İslâm toplumu ancak istişare ile hayat bulur ve gelişir.
İlk peygamber Hz. Âdem’in (a.s) şu nasihati bütün insanlığadır: “Ey evlâtlarım! İşlerinizde istişare edin, bilenlere danışarak yapın. Eğer ben cennette meleklerle istişare etseydim, mâlûm iş başıma gelmeyecek, yasak olan meyveyi yemeyecektim. İstişare etmediğim içindir ki, yasak olan meyveyi yedim, sonra olan oldu.”
Abbâsî halifelerinden Me’mûn, oğluna nasihat ederken istişare hususunda şöyle demiştir: “Şüphen olan işlerde, tecrübe sahibi, gayretli ve şefkatli ihtiyarların görüşlerine başvur. Çünkü onlar, çok şey görüp geçirmişlerdir. Zamanın inişli çıkışlı, ikballi ve hezimetli olaylarına şahit olmuşlardır. Onların sözleri acı da olsa kabul ve tahammül et. Sonunda sevinen sen olursun.”
Büyüklerimiz de, “Ulu sözü dinleyen ulu dağlar aşar”, “Akıl akıldan üstündür”, “Danışan dağları aşmış, danışmayan düzlükte şaşmış” diyerek istişarenin gerekliliğini ne güzel ifade ederler.
Üstadım da istişare konusunda bizi uyarır, çıkacak neticeler kendi düşüncelerimizin aksine de olsa, istişarenin çok hayırlı olduğunu söylerdi. Biz şu iki şeye dikkat ettikçe, kendisinin de bizlerle istişare edeceğini söylemişti: Niyetimizin Allah rızası olması ve enaniyetten uzak durmamız.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.