Aramak

Hayat Dengemiz - Yolumuz Korku Değil, Sevgi Yoludur

İn­san­lar­la ya­kın­lık ku­rup dert­le­ri­ne or­tak ol­ma­nın, kalp­ler­de­ki so­ğuk­lu­ğu ve düş­man­lı­ğı yok et­ti­ği­ni bil­me­ye­ni­miz var mı? Yi­ne bi­li­yo­ruz ki, yü­ce di­ni­mi­zin is­te­di­ği kar­deş­lik, an­cak kalp­le­rin bir­bi­ri­ne ısın­ma­sı ve mu­hab­bet­le müm­kün­dür. İn­san­la­rın bir­bi­ri­ne duy­du­ğu sev­gi ve sa­mi­mi­yet, bir ta­raf­tan on­la­rı gü­zel­leş­ti­rip ol­gun­laş­tı­rır­ken, bir ta­raf­tan da top­lum­da ni­ce gü­zel ge­liş­me­le­rin anah­ta­rı olur. İn­sa­nî bağ­lar pe­ki­şir, top­lu­mun çe­şit­li ke­sim­le­ri ara­sın­da di­ya­log ka­pı­la­rı açı­lır. Sev­gi ve sa­mi­mi­yet öy­le­si­ne güç­lü bir ba­rış ve hu­zur kay­na­ğı­dır ki, ya­yıl­dı­ğı top­lum­lar­da ço­ğu sı­kın­tı­lar ken­di­li­ğin­den yok olur. Sev­gi­yi bu ka­dar si­hir­li ya­pan şey, onun kal­be “in­şi­rah” de­ni­len fe­rah­lık ve iç hu­zu­ru­nu ge­tir­me­si­dir. İn­şi­rah­tan yok­sun bir kal­bin, sa­hi­bi­ni iyi­ye, gü­ze­le yö­nel­te­bi­le­ce­ği­ni söy­le­ye­bi­lir mi­yiz? Sert­li­ğiy­le, öf­ke­siy­le top­lum­da çı­ban gi­bi du­ran in­san­la­rın, as­lın­da in­şi­ra­hı­nı, iç hu­zu­ru­nu yi­tir­miş ki­şi­ler ol­du­ğu­nu gör­mek hiç zor de­ğil. İn­san­la­rın bir­bir­le­rin­den sev­gi­si­ni ve say­gı­sı­nı esir­ge­di­ği top­lum­lar­da, in­sa­nî me­zi­yet­ler ara­mak bo­şu­na­dır. Çün­kü kar­deş­lik, yar­dım­laş­ma, baş­ka­sı­nı ken­di­ne ter­cih et­me gi­bi er­dem­le­rin mâ­ne­vî mi­ma­rı ve anah­ta­rı sev­gi­dir. O öy­le bir anah­tar­dır ki, ni­ce iyi­lik ve gü­zel­lik­le­rin ka­pı­sı­nı ko­lay­ca açar. Di­ğer ta­raf­tan sert­lik, şid­det ve kor­ku­nun hâ­kim ol­du­ğu top­lum­lar bü­yük hu­zur­suz­luk ve çal­kan­tı­la­ra ge­be­dir. Na­sıl bi­rey­le­ri­nin bir­bi­rin­den kork­tu­ğu ve te­dir­gin ol­du­ğu bir ai­le uzun ömür­lü ola­maz­sa, ay­nı ha­li ya­şa­yan dev­let­ler ve mil­let­ler de ka­lı­cı ola­maz­lar. Ta­rih in­ce­len­di­ğin­de, me­de­ni­yet ve kül­tür­ler için de du­ru­mun fark­lı ol­ma­dı­ğı gö­rü­lür. Ger­çek­ten de in­san­lar ara­sın­da sert­lik ve öf­ke, şid­det­li mü­na­ka­şa­la­rın ve ço­ğu za­man da kav­ga­la­rın ze­mi­ni­dir. Böy­le bir or­tam­da ha­yır­lı bir so­nuç el­de edil­di­ği ise gö­rül­me­miş­tir. O hal­de in­san­la­ra sev­giy­le, şef­kat­le yak­laş­ma­lı, kor­ku­tan ve ür­kü­ten tu­tum ve dav­ra­nış­lar­dan bü­yük bir ti­tiz­lik­le sa­kın­ma­lı­dır. İn­san­lar ara­sı iliş­ki­ler­de­ki bu ku­ral­lar, yü­ce di­ni­mi­zi söz­le ve ör­nek­le­ye­rek an­lat­ma ça­ba­sı için de ge­çer­li­dir. Ön­ce yü­ce rab­bi­mi­zin şef­kat ve mer­ha­me­ti­ni an­lat­mak, cen­net­le müj­de­le­mek ve di­ni­mi­zin ne­zih ku­ral­la­rı­nı mü­mi­ne ya­ra­şır bir mu­hab­bet­le ta­nıt­mak ve sev­dir­mek esas­tır. Unut­ma­ya­lım ki, ya­ra­ta­nı­nı se­ven ve cen­ne­ti­ne umut bağ­la­yan her ki­şi Al­lah’tan kor­kar ve ce­hen­ne­me gir­me en­di­şe­si­ni de ta­şır. Bu du­rum, din-i mü­bi­ni­mi­zin öv­dü­ğü kor­ku ile ümit ara­sın­da bu­lun­mak fi­il­li­dir. Bu ha­li ya­şa­yan her müs­lü­man, hem cen­net­te ebe­dî sa­ade­te ka­vuş­mak için ümit­li­dir ve bu ümi­di as­la yi­tir­mez; hem de ce­hen­nem­de, kor­ka­rak Al­lah’ın emir ve ya­sak­la­rı­nı uy­gu­la­mak­ta ge­rek­li ti­tiz­li­ği gös­te­rir. Bu öy­le bir sır­dır ki, yü­ce Al­lah’ı sev­mek ile O’ndan kork­mak bir­bi­ri­ne zıt hal­ler gi­bi gö­zük­se de, Al­lah’ı se­ven ay­nı za­man­da O’n­dan kor­kar. Ce­nâb-ı Hak’tan kor­kan kim­se­ler­ de şüp­he­siz O’nu se­ver. De­mek ki ba­zı hal­ler­de sev­gi ve kor­ku bir­bi­ri­ni ta­mam­la­yan iki un­sur ola­bil­mek­te­dir. Bu se­bep­le mü­mi­nin kor­ku­la­rı da sev­gi­ye da­ya­lı­dır. Bu nok­ta­dan ha­re­ket­le, in­san­la­rı İs­lâm’la ta­nış­tır­ma­da esas olan kor­kut­mak de­ğil, müj­de­le­mek ve sev­dir­mek­tir. Ta­rih bo­yun­ca Al­lah dost­la­rı, bu pey­gam­be­rî esa­sa gö­re ha­re­ket et­tik­le­ri için ge­niş kit­le­le­rin iman­la bu­luş­ma­sı­nı sağ­la­dı­lar. Ni­ce bü­yük yı­kım­la­rın ar­dın­dan, kalp­le­rin ye­ni bir he­ye­can ve ümit­le di­ril­me­si­ne ve­si­le ol­du­lar. Çün­kü ken­di kalp­le­ri di­ri idi. Sev­giy­le, mu­hab­bet­le di­ril­miş­ti. Yu­nus’un, “Ya­ra­tı­la­nı se­ve­lim ya­ra­tan­dan ötü­rü” de­yi­şi­ni bi­lir­si­niz. Bu söz kal­bi­mi­ze, gön­lü­mü­ze nak­şol­ma­sı ge­re­ken bir mâ­na ta­şır. İn­san­la­rı ve hat­ta bü­tün ya­ra­tıl­mış­la­rı yü­ce ya­ra­tı­cı­nın ha­tı­rı­na sev­mek, as­la ka­ba ve yı­kı­cı ol­ma­mak, ol­gun mü­mi­nin ha­li­dir. Ta­rih bo­yun­ca müs­lü­man­la­rın sö­mü­rü ve is­ti­lâ ama­cıy­la sa­vaş­ma­ma­la­rı­nın ve in­san­la­rı ha­ki­kat­le bu­luş­tur­ma adı­na fü­tu­ha­ta gi­riş­me­le­ri­nin al­tın­da da iş­te bu sev­gi ya­tar. Sev­gi, mü­min için bir ok­ya­nus gi­bi­dir. Ora­dan her­kes na­si­bi ka­dar alır. Hü­ner, da­ha çok al­ma­ya, her an al­ma­ya, böy­le­ce sev­gi ha­zi­ne­si­ni ço­ğalt­ma­ya gay­ret et­mek­tir. El­bet­te bu­nu ya­pa­bil­mek ira­de ve azim işi­dir. Ça­ba is­ter. Çün­kü var­lık­la­ra sev­gi­nin te­me­li mu­hab­be­tul­lah, ya­ni Al­lah’a olan sev­gi­dir. Şüp­he­siz, mü­min­ler bil­gi­le­ri ve na­sip­le­ri nis­be­tin­de Al­lah’ı se­ver­ler. İn­san­la­rın her ve­si­ley­le sev­gi­den söz et­ti­ği, ama hiç­bir de­vir­de gö­rül­me­di­ği ka­dar bun­dan mah­rum kal­dı­ğı bu çağ­da, biz­ler sev­gi ba­ğı­nı sü­rek­li can­lı tut­ma­yı, kalp­le­re sev­gi to­hum­la­rı saç­ma­yı en önem­li va­zi­fe­le­rin­den bi­ri ola­rak gör­mek zo­run­da­yız. O to­hum­lar bü­yü­yüp ser­pil­dik­çe, bir nur hâ­le­si ola­rak he­pi­mi­zi sa­ra­cak­tır. Sa­adet as­rı­na ve o kut­lu ça­ğın son­ra­ki de­vir­ler­de­ki yan­sı­ma­la­rı­na bak­tı­ğı­mız­da, gö­re­ce­ği­miz şey iş­te o mu­hab­bet hâ­le­si­dir. Hz. Pey­gam­ber’in (s.a.v) ve onun vâ­ri­si ev­li­ya­ul­la­hın reh­ber­li­ğin­de yü­rü­yen her­kes, in­san­la­ra şef­kat ve mu­hab­bet­le yak­laş­ma­yı alış­kan­lık ha­li­ne ge­tir­mek­le mü­kel­lef­tir. Ön­ce bü­tün mü­min­le­re, son­ra dün­ya gö­rü­şü ve top­lum­da­ki ye­ri ne olur­sa ol­sun bü­tün in­san­la­ra, kal­bin­de­ki en­gin şef­kat ve mer­ha­met­ten bir pay ulaş­tır­mak zo­run­da­dır. Bu alış­kan­lı­ğı bir ömür bo­yu de­vam et­tir­mek önem­li bir so­rum­lu­luk­tur. Kâ­mil mü­min mâ­ne­vî ter­bi­ye­ye sa­hip ki­şi­dir. Mâ­ne­vî ter­bi­ye­nin esa­sı sert­lik, ka­ba­lık, ür­kü­tü­cü­lük ola­bi­lir mi? Bu ter­bi­ye­ye ta­lip olan in­san ne­za­ke­ti, şef­ka­ti, mer­ha­me­ti na­sıl ter­ke­de­bi­lir? Siz­ce in­san­lar ara­sı iliş­ki­ler­de mü­mi­ne ne­za­ket­ten da­ha çok ya­kı­şan bir hal var mı? Evet, kor­ku düş­man­lı­ğı, sev­gi ise dost­luk ve kar­deş­li­ği do­ğu­rur. Biz­ler dün­ya­ya düş­man ka­zan­mak için de­ğil, dost ka­zan­mak ve kar­deş­li­ği pe­kiş­tir­mek için gel­dik. Bu ha­ki­kat her­kes ta­ra­fın­dan açık­ça bi­lin­me­li ve ge­re­ği ya­pıl­ma­lı­dır. Sev­gi­mi­zi per­de­le­yen, mu­hab­be­ti­mi­zi ço­ğalt­ma­mı­za ve in­san­lar­la pay­laş­ma­mı­za en­gel olan ken­di kor­ku­la­rı­mı­za ge­lin­ce; şöy­le de­miş­ti üs­ta­dım: “Kork­ma­yın! Eğer kork­ma­nız ge­re­ki­yor­sa, yal­nız Al­lah’tan kor­kun!” Baş­ka sö­ze ge­rek var mı?
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy