Aramak

Hayrın Ebedileşmesi: Vakıf

Hayatlarını güzel yaşayan insanlar, öldükten sonra arkalarında güzellikler bırakan insanlardır. Onlar öldükten sonra da hayırla, minnetle anılmaya devam ederler.

Güzel anılmanın sırrı Efendimiz A.S.’ın dilinden “hayırlı bir evlât, toplumun yararlanacağı bir eser ve yapılan iyilikler” olarak zikredilmemiş midir?

İyiliklerin, hayırların, yaradılanlara Yaradan’dan dolayı duyulan sevginin, gözle görülür, elle tutulur mahsulü vakıflar. Hizmetin, yardımlaşmanın, gönül birliği yapmanın en güzel sembolleri.

Toplum barışının kurulmasında önemli rol oynayan, insanlarla kaynaştıran muhabbet ocakları vakıflar.

Öyle sihirli bir kavram ki, kula ait bir küçük mal, vakfedilerek “Allah’ın mülkü”ne dönüşebiliyor. O’nun rahmetinin bir tecellisi olarak ihtiyaç sahiplerinin imdadına yetişiyor.

İşte bu sebeple, Saadet Asrı’ndan bugüne kadar  müslümanlar ibadet şevkiyle vakıflar kurdular, kurulanları yaşattılar. Alemlerin Rabbi de onların amel defterlerini kıyamete kadar açık tutacak.

Tarihe dönüp bakarsanız, ecdadımızın fethettikleri şehirleri yakıp yıkmak yerine, vakıflar kurarak ihya ettiklerini görürsünüz. Camiler, medreseler, kervansaraylar, darüşşifalar, hamamlar, bedestenler ve çarşılar. Ve daha niceleri... Zaten müslümana yakışan bu değil mi: İnsanı inşa etmek için bir medeniyet inşa etmek.

Ecdadımız vakıf sistemi ile hem yaşadıkları mekânları, hem de kendi gönüllerini zenginleştirdiler. Akla gelebilecek her alanda, insana ve hayvanlara hizmet edecek vakıflar oluşturdular.

Bu vakıfların kuruluş maksadını anlatan kitabelerde bir medeniyetin ruhu yansır. Yeryüzünde ne için bulunduğunu bilen, mahluka hizmetin Halik’a hizmet olduğunu kavramış, dünya hayatını ebediyetin tarlası olarak gören bir ruh. O kitabelerde bir kaygıyı da hep görürsünüz; hizmetin aksamadan devamı kaygısını.

Padişah İkinci Bayezid Han adına kurulan bir vakfın kitabesi bakın çağların vicdanına nasıl sesleniyor:

“Her kim vakfın baki kalmasına ve yaşamasına çaba gösterirse, dünyada iyilerden sayılıp, ahirette güzel ecir ve bolca sevaba layık olur. Ebedi devlet ve sonsuz mutluluk o kişinindir ki, hiçbir müslümanın vakfının yıkılmasına veya İslâm’a aykırı olarak kullanılmasına kastetmesin ve ettirmesin. Edenlere gücü yettiği kadar engel olsun ve haklarından gelsin. Arzusu ve isteği, devamlı olarak vakfın baki kalmasına, ihtiyaç halinde onarımına ve gelirinin artırılmasına yönelik olsun. Böyle davranış büyük bir nimettir ve Allah’ın yardımı ve muvaffak kılmasıyla meydana gelir. Allah’a hamd olsun, bu vakıf Sultan Hazretleri’ne müyesser olmuştur ki, o bütün müslümanların vakıflarını baki ve sabit kılmıştır. Öyle ki, o kesinlikle bir vakfın değiştirilmesine ve iptaline imkan vermez ve hiçbir kimseye vakıf iptal ettirmez. Allahu Tealâ onun ömrünü ve saltanatını devamlı kılsın. Mutluluğa vesile olacak ihsanı bütün insanlar üzerinde uzansın. Sonu hayır ve güzel olsun. Bu vakfiyeye baktıkça vakıf sahibi Sultan Hazretleri’ne dua eden müslümanın da dünyası sağlık ve huzur, ahreti rahmet ve sevinçle dolsun.”

Bugün Anadolu’yu, Balkanlar’ı, Ortadoğu’yu Selçuklu ve Osmanlı kılan mühürler, yüzlerce yıl öncesinden bugüne gelen vakıf eserleri. Bizim medeniyetimiz bir vakıf medeniyetiydi. Öyle ki, resmi kayıtlar yurdumuzun dörtte üçünün vakfedilmiş arzilerden oluştuğunu göstermekte. Yazık ki bu arazilerin ve üzerindeki vakıf eserlerinin pek azı, sadece 5.400’ü halen kayıt altında. Ve ne yazık ki, bunlarında pek azı kuruluş amacı doğrultusunda faaliyet gösterebiliyor.  Ülke sınırlarımızın dışında kalan ve hatta içerideki pek çok vakıf eseri de eğlence merkezi, bar ve disko olarak ağlamakta.

Evet; vakfı kurmak da, yaşatmak da  büyük fedakârlık ister. Vakıf, küçük insanların, cüce düşüncelerin, günü birlik yaşayanların işi değildir.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Vakıflarla ilgili hassasiyete güzel bir örneği, hazırlattığı vakfiyede Kanunî Sultan Süleyman Han veriyor:

Her kim vakfın şart ve kurallarının bozulmasına yönelirse Şer-i Şerif’ten çıkmış ve haddini aşmıştır. Hazret-i Allah’a inanıp, ilâhî kitapların indirilmesini ve peygamber gönderilmesini muhakkak bilip, kıyamet günündeki sual, cevap, sırat, mizan, haşr ve hesap ile İslâm dinindeki iman edilmesi gereken diğer hususlara dikkat eden dindar ve şuurlu müslüman olan bir kimse, vakıfların sıhhat ve lüzumuna hükmedilmiş olduğunu tasdik etsin; Şer-i Şerif’in şart ve kayıtlarının değiştirilmesine yeltenmesin. Riayet olunan usül ve kaidelerini bozmak suretiyle hainlik ve tecavüz eylemesin.

Her kim ki, mezkur vakıflara bizzat zarar vermeye niyet eder veya Allah’tan çekinmeyip zarar kasteden bir kimseye yardım eder veya destek olursa ve vakıflarda bazı hususların noksanlaştırılmasına ve bozulmasına bizzat veya dolayısıyla sebep olursa, muhakkak ki ahirete Allah’ın gazabıyla döner. Onun varacağı yer de cehennemdir.

Bu gibilerin bütün amelleri hükümsüz bırakılarak daimi azap içinde sürünecekleri yer, mahrumiyet vadisidir. Bunlar, ‘Dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Halbuki iyi bir iş yaptıklarını sanırlar.’ mealindeki ayet-i kerimenin buyruğuna uygun olarak, dünyada zalimler grubundan sayılsınlar. Ahirette de azap ve ikaba duçar olanlarla haşrolup, amelleri yok ve hükümsüz olsun!..

Hizmet için yapılan işleri akamete uğratan, bozan ve tahrip edenlerin, böyle beddualardan hisselerini almaları için mutlaka vakfiye kitabeleri gerekmiyor. Allah’ın huzuruna böyle bir veballe çıkmanın kendisinden büyük beddua olabilir mi?

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy