Aramak

Her Düşünce Masum Değil

Yaptığı herşeyin sorumluluğunu taşıyan insanlar olarak, işlerimizin olumlu ve olumsuz sonuçlarla bize yansıyacağını biliyoruz. Dinimiz, bütün işlerimizi bize yansıyacak sonuçları itibarıyla “efal-i mükellefin” adı altında sınıflandırmakta. Yani kimi şeyler farz, kimileri sünnet, kimileri mubah, kimileri de mekruh veya haram. Görünür hayatımızdaki işler böyle sınıflandırılırken, acaba iç dünyamızda olup bitenlerle ilgili bir sınıflandırma yok mu?
Her tarafa yönelme özelliği bulunan kalb, Arapça'da değişen, dönüşen anlamı­na gelir. Bu kalp, kanı temizleyen ve düzenleyen yürekten ayrı bir şeydir ve iç dünyamızın mer­kezidir. İnsanoğluna emanet edilmiş nurani, lâtif, arşa ait bir cevherdir, kalb. İnsanı hayvanlar­dan ayıran, iman, ilim, zikir, ha­yal, heyecan gibi insana ait özel­likler bu kalpte bulunmaktadır. Kalbe gelen düşüncelere mani olamayız. Fakat gelen düşün­celeri değerlendirip kabul veya reddedebiliriz. Bu düşüncelerin bir kısmı rahmani olup, bir kısmı da şeytanidir. Şeytan vesvese verirken nefsi kullanır. Kötü düşünceler kalbe yerleşir ve on­larla amel edilirse kalbi öldürür, imanın nurunu söndürür. Bunun için kalbe gelen düşünceleri genel olarak tanımak gerekir. Kalpte hayırla ilgili oluşan düşüncelere ilham; kötülükle il­gili düşüncelere vesvese; korku­lan ve çekinilen şeylerle ilgili düşüncelere hassan denir. Kalpte, bir hayrı veya şerri yapmaya karar vermeye niyet; mubah iş­lerin tasarlanıp tercih edilmesine ve elde etmek için peşine düşülmesine de ümniye ve emel denir. Yaratılış, hayat, ölüm, ahiret gibi konularla ilgili düşüncelere tezekkür ve tefekkür; yara­tılmışlar üzerindeki ilahî tecelli­leri ayne'l-yakin, yani gözle görüyormuş gibi seyretmeye ve düşünmeye müşahede; geçim ve dünya işleriyle ilgili düşüncelere de lemem denir. Kalbe doğan bütün bu saydıklarımıza genel olarak havâtır ismi verilir. Kalpte etkisini gösteren düşünceler geliş derece ve etki­sine göre altı çeşittir. Bunlardan üçü şerre yönelik olsa da affedilir ve kul sorumlu tutulmaz. Diğer üçünden ise sorumludur.

 Affedilen Düşünceler

Bunlardan birincisi hemm’dir. Hemm veya heva kalpte aniden oluşan bir düşüncedir. Nefsin vesvesesinden kaynaklanır. Kul, onun şimşek gibi aniden kalbe geldiğini hisseder. Eğer zikir ile onu defederse, kaybolup gider, Hemm, gafletle kalpte bırakılırsa, yerleşir hatır yani düşünce olur. Bu, şeytandan gelen ve kötülük­leri iyi gösteren bir düşüncedir. İnsan, hatırı kabul etmezse çeker gider; ona sahip çıkarsa kuv­vetlenir, vesvese olur. Vesvese, nefsin şeytanla fısıldaşması ve ona kulak vermesi sonucu oluşur. Eğer kul, bu vesveseleri zikrullah ile defederse, şeytan siner, nefis de vesveseden vazgeçer. Kendisiyle amel edilmediği sürece bu üç derecedeki şerre yönelik düşünce, Allah'ın rahmetiyle affedilmiştir; kul onlar­dan hesaba çekilmeyecektir. Hemm, niyet ve azm derecesinde olan hayır düşünceler ise, kul için hayır kabul edilir ve hayır defte­rine iyilik olarak yazılır.

 Sorumlu Olduğumuz Düşünceler

Eğer kul, nefsine şeytanla fısıldaşmaya imkan verir, nefis de şeytana kulak vermeye uzun süre devam ederse, vesvese kuvvet­lenir, sonuçta kötü niyet’e dönü­şür. Kul, bu niyeti daha hayırlı bir niyet ile değiştirir, ona istiğfar ve tevbe ederse kurtulmuş olur. Aksi durumda, kötü niyet kuvvetlenir ve akd olur. Kul bu akdi tevbe ile çözüp kalbinden atarsa kurtulur. Kişi akdi tevbe ile kalbinden at­madığı takdirde ısrar halini alır ve kuvvetlenerek azim durumuna gelir ki, buna kasd da denir. İşte bu son üç kalbî durum­dan kul hesaba çekilir ve sorumlu tutulur. Eğer Allahu Tealâ, azim­den sonra kula yardımda bu­lunup hayırda desteklerse, kul kurtulmuş olur. Aksi halde azim kalpte iyice yerleşir, nihayet talep ve amele dönüşür. Bu ameller ya iyiliktir, ya da kötülüktür. İşte şerre yönelik düşünceler, niyet, akd ve azim derecesinde olursa kul sorumlu tutulur ve bu derecedeki düşünceler kötü niyet ve isyanda ısrar olarak kabul edilir.

 Düşünce ve Niyetlerin Hükmü

Kalbe gelen düşüncelerin hük­münü Hz. Rasulullah (A.S.) Efendimiz şöyle belirtmiştir: “Allahu Teala iyiliklerin ve kötülüklerin hükmünü yazdı. Şöyle ki: Kim bir iyiliğe niyet eder de onu yapamazsa, Allahu Tealâ o kimseye tam bir iyilik sevabı yazar, Kul niyet ettiği iyiliği ya­parsa Allahu Tealâ ona yaptığının on katından yedi yüz katına, hat­ta daha fazlasına kadar sevap yazar. Kul bir kötülüğe niyet eder de onu Allah için terkederse Al­lahu Tealâ onun için bir iyilik yazar Kul bir kötülüğe niyet eder ve onu yaparsa Allah ona sadece bir günah yazar.” (Buhari, Müs­lim) Ayrıca, Efendimiz (A.S.): “Al­lahu Tealâ, konuşulmadığı yahut amel edilmediği sürece ümme­timin içinden geçen kötülükleri affetmiştir.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud) diyerek ümmeti­ni müjdelemiştir. Fakat kalpler, iman, ihlâs, tefekkür, tezekkür, Al­lah için muhabbet gibi hayırlı amelleri işleyeceği gibi; küfür, ni­fak, riya, kibir, hased gibi kötü işlere de yönelebilir. Bunlar, sevap veya günah yönünden dış azalar­la işlenen amellerden daha zararlıdır. İnsan, dış azaları ile devamlı günah işleyemez ama inkâr, ni­fak, kibir gibi kalble işlenen gü­nahlar ise kalpten hiç ayrılmaz. Bu günahlar, azalarla yapılan hayırlı amelleri de mahvederler. Bu tür günahlar gizli oldukları ve insanlar görmedikleri için çokları onları farketmez ve bir tedavi yo­luna da gitmez. Elbisesindeki ufak bir lekeye dahi tahammül edemeyen nice insanlar, gaflet ve günahla simsiyah olmuş kalbine hiç aldırış et­mez ve onu temizlemek için hiçbir çaba göstermez. Oysa bu bir aldanış ve nifaktır.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy