Aramak

İdeal İnsana Ulaşmak

Yaz tatilinin bitip, yeni eğitim-öğretim döneminin başlayacağı bugünlerde ana-babadan,  köşe yazarlarına, televizyon programlarından, politikaya kadar herkesin birinci gündem maddesi eğitim. Ne yazık ki toplum olarak eğitim denilince, ilköğretimden üniversiteye uzanan ve her seferinde çözülemeyen aynı sorunların tartışıldığı okul hayatı aklımıza geliyor. Bir de karşılaştığımız her toplumsal sorunda eğitimsizlikten şikayet edip duruyoruz. Ancak içimizdeki üniversite diplomasına sahip olanların bile, bize yaşattıkları hayal kırıklıkları eğitim kelimesinin anlamı üzerinde tekrar düşünmemize sebep oluyor. Gerçekten eğitim nedir, iyi eğitimli kişi kimdir?
Bir insan, okulunda edindiği bilgilerle çok başarılı bir avukat, doktor, mühendis vb. olabilir. Ama bu onun kaba, bencil ve çevresindeki insanların haklarına tecavüz eden kötü ahlaklı biri olmasını engellemez. Öte yandan okuma yazması dahi olmayan bir kişi, çevresi tarafından sevilen, güvenilir, iyi ahlaklı bir insan olabilir. Demek ki eğitim, okul hayatından ibaret değil. Okul, insana bir takım görevleri verimli olarak yerine getirmesini öğretir, yani öğretim yapar. Öğretim, bir bilgilendirme sürecidir. Belirli, meslek alanlarında, uzmanlaşmış kişiler için iyi öğretim görmüş diyebiliriz, ama bu iyi eğitilmiş anlamına gelmez. Bütün bunlardan yola çıkarak eğitimi, doğumundan ölümüne kadar bireyin "iyi bir insan" olması için kişiliğini şekillendirici ve geliştirici davranış edindirme süreci olarak tanımlayabiliriz.

 Karıştırılan İki Kavram

Eğitim kavramı genellikle öğretim ile birlikte anılıyor ve çoğu zaman da bu iki kavramın birbirinden ne kadar farklı olduğu bilinmiyor. Eğitimi sadece okulda görülen öğretimden ibaret saymak büyük bir yanılgı ve sorumluluktan kaçma çabasıdır. Eğitim aslında birilerine bir şeyleri öğretmek demek değil. Bütün bu saydıklarımız öğretim. Eğitim ise öğretimi de içeriyor. Kişinin karakterini, kişiliğini, hayat anlayışını şekillendiren daha geniş bir kavram. Öğretim, bilgi edindirme faaliyetinin adı. İlkokuldan başlayarak üniversite diplomasıyla sonuçlanan okul hayatı kişiye hayata ilişkin temel bilgilerin yanında bir mesleğin icrasına yönelik bilgileri aktarır. Bu sürecin kalitesi, sağladığı bilginin miktarıyla ve sonuçta edinilen uzmanlıkla ölçülür. Bir bilgi ve neticede uzmanlık edindirme süreci olan öğretim, eğitim kavramıyla karıştırıldığı içindir ki, iyi okullarda ve hatta yurt dışında tahsil görmüş kişiler bazen kendilerinden beklenen insani meziyetler konusunda hayal kırıklıklarına sebep olabilirler. İyi bir avukat, müvekkilinin haklarını hiçe sayabilir, devletin üst kademelerine gelebilmiş bir yönetici yolsuzluk yapabilir, bir doktor hastasını ihmal edebilir. Oysa bu insanlar yıllar süren öğrenim hayatlarını kaliteli okullarda tamamlamışlar, yüzlerce kitap okumuşlar ve toplumda saygın bir yer edinmişler. Peki eksik olan ne? İşte bu noktada eğitimi öğretimden ayırmak ve tanımını doğru yapmak gerekiyor. Uzmanlar eğitimin tavır ve davranış edindirme ve geliştirme süreci olduğunu söylüyorlar. Öyleyse eğitimin amacı da "üstün varlık" olarak yaratılan insanın adına yaraşır meziyetleri kazanması ve geliştirmesidir. Kişinin karakterini, kişiliğini, hayat ve insan anlayışını eğitim şekillendirir. Eğitim, bir toplumu var eden, ayakta tutan, kişiliğini, kimliğini kazandıran değerleri korur ve yarınlara taşır. Bilgi edindirme yani öğretim, eğitimin ancak bir parçası olabilir. Ama asla tamamı değildir. Gelenekler, örf ve adetler, yaşanarak örneklenen dini hayat da eğitimin önemli unsurlarıdır.

 Okulda Verilen Eğitim

"Bu sorun ancak eğitimle çözülür." Tartıştığımız konu ne olursa olsun sonunda gelip galiba bu cümleye dayanıyoruz. Mesela, trafik canavarı kesilen şöförlerin eğitilmesi gerekir. Ancak ondan sonra yollarımız kan deryasına dönmekten çıkar. Mesela, milletvekillerinin eğitimli olması gerekir, yoksa ülkeyi nasıl idare edeceklerini bilemezler. Yine, eğer çocuklarımız eğitimli olsalardı, istemediğimiz kötü davranışlara yönelmezlerdi. Yani topyekün eğitilmemiz gerektiğini söylüyoruz. Bitmeyen eğitim seferberlikleri ile de okullar açıyoruz peşpeşe. Ancak eğitimin kalitesini, daha doğrusu sınıflarda hangi öğretmenin hangi bilgiyi çocuklarımıza aktardığını, çocuklarımızın düşünce ve davranış yapısının nasıl etkilendiğini hiç düşünmeden. Bizce önemli olan, işte şu kadar yıl okula gidip diploma almak. O diplomanın neye kefil olduğunu soranımız yok. Eğitim dendiğinde sadece okuldan ve öğretimden bahsetmekle aslında aile olarak üzerimize düşen görevleri de devretmiş oluyoruz. Artık, çocuklarımıza dinlerini, asıllarını, hayatta onlardan beklediklerimizi anlatma derdinden kurtuluyoruz. Onların sordukları soruları, içine düştükleri ikilemleri biz de yaşadığımız için o sorulara cevap verme görevini de okullara aktarıyoruz. Yani okulu, öğretmeni çocuklarımızın yegane yetiştiricisi yerine koyuyoruz. Hem de o öğretmen ve okulun çoğu kere istediğimiz düzeyde kaliteli eğitim vermediğini bile bile. "Eğitim eşittir okul" anlayışı, böylece bizim "terbiye" görevimizi de unutturmuş oluyor. İnsanın alacağı terbiye elbette ailede ve toplumda. Okul da bu çevrenin bir parçası, ama insanlara hayatta sadece belirli bir süre gerekli olacak bilgileri aktarmak için. Ailede verilmeyen hiçbir değerin okulda verilmesi mümkün değil. Bir çocuk için "terbiyesiz" kelimesini kullanırken genelde okulunu değil, ailesini suçlarız öyle değil mi? Peki, öyleyse her şeyimiz olan, geleceğimizi emanet ettiğimiz çocuklarımıza neden terbiye yerine, sadece okulda verilen eğitimle yetiniyoruz?

 İhmal Edilen Eğitim

Terbiye, kişinin karakterini belirleyen özelliklerin verilmesi demektir. Yani, Allah'ın istediği tarzda hareket eden, kendini ve Rabbini bilen bir insan. Zaten Rabb de terbiye edici demektir. En büyük terbiye edici Allah'tır. O halde, bizim de çocuklarımızı sadece okula göndererek onları Allah'ın istediği kişi yapma görevini yerine getirdiğimizi söylememiz mümkün değil. Okuldaki eğitimle beraber, ailede terbiye vermeliyiz. Okulda ahlak dersinde yanlış davranışların neler olduğunu okuyan çocuğumuzun onları yapmaması için, ailede aldığı terbiye gerekli. Çünkü, bir yanlıştan, sadece insanların ayıplaması veya kanuni düzene uymadığı için kaçınmak, onu Allah'tan korktuğu için yapmamak karşısında çok zayıf bir gerekçe. Terbiye, bu durumda eğitimi köklendiren, ona mana veren bir kurum. Ve, günümüzde yokluğunu hissettiğimiz bir şey. İstediğimiz ideal insan, olmak istediğimiz insan-ı kamil terbiye ile mümkün. Ama biz, çocuğumuz veya başka biri için "terbiye etmek gerek" derken, onu te'dib etmeyi, yani zorla, baskıyla, şiddetle uslandırmayı, istediğimiz kalıba sokmayı kastediyoruz. Halbuki, ne eğitim, ne de terbiye böyle olmaz. Şefkati olmayan bir el, verici olamaz. Veremeyen el şekillendiremez. Bizim medeniyetimizde eğitim, tek başına bir değer ifade etmez. Eğitim, içimizdeki insan-ı kamili, yani bütün yaratılmışların en şereflisi insanı ortaya çıkarmada sadece bir araçtır. Bu yüzden eğitim sadece zihinlere değil, vicdana ve ruha hitap eden bir terbiyeye bağlı olmalıdır. Tasavvufun hedefi de bu insandır. Tekkelerin, dergahların, zaviyelerin tarih boyunca yürüttükleri, insanı kendisi haline getiren, kendine karşı adil olmasını sağlayan asil bir terbiye anlayışıdır. Yunus'un Taptuk Emre'nin kapısında tahsil ettiği de bu terbiyedir. İslam'da eğitim, hakikati, yani Allah'ın kulu olduğumuzu ve O'nun yaratılışımıza uygun belirlediği hayat tarzını yaşamamız gerektiğini öğretir. Bunun için bilgi ve enformasyon yığınlarından önce, bizim bir inanan olarak Allah'a karşı görevlerimizi bilmemiz gerekir. Bu görevlerden biri de, O'nun ilminden mümkün olduğunca istifade etmek. Kitaplar, yazılar,   sohbetler, seyahatler, tartışmalar, tefekkürler, okullar, öğretmenler ancak bu görev anlaşıldığında anlamlı hale gelir.

 Eğitime Bakışımız

Tarih boyunca ve bugün her medeniyet eğitim anlayışını insan anlayışına göre şekillendirmiştir. İnsanı "yeryüzünün hakimi" olarak gören medeniyetler bu anlayışa göre eğittiği bireylerle dün de bugün de ancak vahşetin, sömürünün ve bozgunculuğun temsilcisi olmuşlardır. Ancak, Allahu Tealâ insanı yeryüzünde kendi halifesi olarak yarattığını beyan buyuruyor. Allah'ın halifesi olmak... İnsan kavrayışının sınırları dışında bir mükemmellikle yaratan, yaşatan o mutlak varlığın halifesi, temsilcisi olmak... İşte bizim medeniyetimizin insan anlayışı. Ve tarihimiz, genel hatlarıyla bu anlayışın hayata nakşedilişinin tarihi. Böyle bir insan anlayışının şekillendirdiği eğitim de şüphesiz toplumun temel değerlerini koruyan ve geleceğe aktaran insanı yetiştirir.

 Seyyid Muhammed Nakib el-Attas’tan...

Çağımızdaki en büyük mesele, bilgi meselesidir. Bilgi artık cehalete karşı olan bir kavram olarak değil, Batı'nın tanımladığı ve yeryüzüne yaydığı bilgi olarak bir sorun teşkil etmektedir. Bu bilginin gayesi yok olmuştur. Gerçek olduğunu iddia eder, ama sadece kargaşaya ve şüpheciliğe yol açar. Bilgi nötr değildir. İçinde üretildiği medeniyetin karakteri ve kişiliğini yansıtır. Batı'nın aktardığı bilgi de böyledir. Aşırı dünya sevgisi ve insanın dünyevi hayatına verdiği değer yüzünden Batı'da bizim anladığımız anlamda "din" yoktur. Batı bilgiyi arar, ancak bunu şüpheye dayanarak yaptığı için her keşif, her yeni bilgi aslında aranandan onu uzaklaştırır. Bulunan bilgi asla öz gayesini tatmin edemez. Batı'da insan ilahlaştırılmış, Tanrı ise insanlaştırılmıştır. İslam’da eğitim, insana adabın verilmesi, aşılanması anlamına gelir. Yani te'dib etmek, edeplendirmek demektir. Eğitimin amaçları da, hedefleri de bu adabın içinde yer alır. İnsan ancak bu adab ile dünyada ve ebedi hayatta hakkı yerine getirebilir. İslam uygarlığında eğitimin anahtar kavramları şunlardır: Eğitimin gayesi dindir. Eğitimin çerçevesi insandır. Eğitimin muhtevası ilim ve marifettir. Eğitimin kriteri hikmettir. Eğitimin uygulanması adalettir. Eğitimin yöntemi doğru iş, yani amel veya adabdır. Eğitimin uygulanma şekli üniversite, yani külliyedir.

 Okulda değil, evde eğitim

ABD’de bugün 1 milyon 700 bin çocuk, okula gitmeden evlerinde ana-babalarından eğitim görüyorlar. Bu şekilde devlete ait ve özel okullarda okuyanlarla aynı sınavlara girerek, ilk, orta ve lise diploması da alabiliyorlar. Evde eğitim, eğitimden sorumlu yetkililerce yapılan sınavlarla denetlenebiliyor. Evde eğitim alan çocuklar, tüm devlet okullarında okuyanlardan ve pek çok özel okulda okuyan arkadaşlarından çok daha iyi dereceler elde ediyorlar. Aileler, çocuklarına eğitim verirken, yılda sadece 500 dolar harcıyorlar. Oysa evde eğitimin karşısında çok başarısız kalan devlet okullarında, devlet her bir öğrenciye yılda tam 5000 dolar harcıyor. Bu eğitimi destekleyenlerin amacı, çocuklarının bizdeki gibi çürüğe çıkmış okul sisteminde harcanıp gitmesini önlemek. Ayrıca, çocukların okullardaki ahlaksızlık, disiplinsizlik, uyuşturucu, çocuk çetelerine kapılıp gitme gibi kötü alışkanlıklara saplanmasının önüne geçmek. Araştırmalar, bu sistemde ana-babaların bir öğretmenin vasıflarına sahip olmasının pek de gerekli olmadığını ortaya koyuyor. Gelirleri çocuklarını özel okula verecek düzeyde olmayan aileler için, evde eğitim en uygun seçenek.

 Osmanlılar’daki eğitim anlayışı

Bugün söylenenlerin aksine, Osmanlılar'da eğitim çok önemli bir yer işgal ediyordu. Bir örnek: 1897 tarihli ilk Osmanlı İstatistik Yıllığı'nda yer alan bilgilere göre, bugünkü Galatasaray Lisesi'nde okutulan derslerden bazıları şunlardı: Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Rumca, Sırpça, Bulgarca, keman, piyano... Anlaşılan, Osmanlılar'da yabancı dil öğretimi bugünkü gibi çok eziyet gerektirmiyordu. Çünkü, devletin en zayıf duruma düştüğü bu yüzyılın başlarında, herhangi bir lise mezunu kişi, Mesnevi'yi ve Sadi'yi aslından okuyacak kadar Farsça, tefsirleri başka bir kaynağa ihtiyaç duymadan okuyacak kadar Arapça, Batı edebiyatını ve düşüncesini yakından takip edecek kadar Fransızca biliyordu. Ayrıca medreselerden mezun olanlar hocalarından, sadece bazı ilimleri değil, kişilik özelliklerini de alarak diplomayı hak ediyorlardı.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy