Bir Peygamber ilimsiz ve ilâhi desteksiz yol alamazsa, onun bağlıları cehalet ve nefsiyle nereye varacaktır.
İnsanlığın irşadı için gönderilen Hz. Peygamber’e (A.S.) verilen ilk ilâhî emir: “Yaratan Rabbinin ismiyle oku!” (Alak/1) olmuştur. Okumanın ve okunacak şeylerin bir sonu olmadığı için, Allahu Teâlâ Rasûlüne ayrıca: “Rabbim ilmimi artır!” (Tâha/114) diye dua etmesini emretmiştir. Efendimiz de (A.S.) bu emre: “Allahım! Bana öğrettiğin şeyle beni faydalandır. Bana faydalı olanı öğret. İlmimi artır. Her halde Allah’a hamdolsun. Cehennem ehlinin halinden Allah’a sığınırım.” (Tirmizî, İbnu Mâce) diye niyazda bulunarak karşılık vermiştir. Kur’an hâfızlarından ve vahiy kâtiblerinden Abdullah b. Mes’ud ise (R.A.) bu âyeti okudukça: “Allahım! Benim ilmimi, imanımı ve yakînimi artır.” diye dua ederdi. (Şirbînî)
Bir Peygamber ilimsiz ve ilâhi desteksiz yol alamazsa, onun bağlıları cehalet ve nefsiyle nereye varacaktır.
Bütün âlem ve insanlık ilim için yaratılmıştır. Bu ilim, mârifetullah ilmidir. Yani âlemlerin sahibi Yüce Yaratıcıyı tanıma ve sevme ilmi. Bütün çeşit ve detayı ile ilimlerin özü ve hedefi budur. İlim esası itibariyle nurdur.
İlim Allah yolunda en güzel kılavuzdur. İlim Allah’ın bir sıfatıdır, onu insana emânet etmiştir. Allahu Teâlâ ilimle bilinir, ilimle sevilir, ilimle övülür. İnsan ilimle dirilir, kalb ilimle ihya olur, insan hakikatını ilimle bulur. Eşyanın hakikatı ilimle keşfolunur. İlimsiz ve irfansız Cennet’e girilmez. Allahu Teâlâ Kur’an’da cehaleti ölüm, ilmi hayat olarak tanıtıyor. O halde bu ölüler sınıfına girmemek gerekir.
Kalbi olup da düşünmeyen, gözü olup da gerçekleri görmeyen, kulağı olup da hakkı işitmeyen kimselere Allahu Teâlâ insan demiyor. Onların hayvanlardan daha şaşkın olduğunu belirtiyor. (A’raf/179) Böyle bir şaşkınlıktan Allah’a sığınırız.
Allahu Teâlâ bir kula hayır ulaştırmak isterse onu önce bir ilim halkasına ve edeb meclisine ulaştırır. Mârifetullah ve edeb olmadan kimse Allah’ın rıza ve sevgisine ulaşamaz. İlimsiz ne mürşidlik, ne de müridlik yapılabilir.
Huccetü’l-İslâm İmam Gazâli’yi (Rh.A.) dinleyelim:
“İki şey var ki, bütün yazar, öğretici ve hikmet ehli onları tarif için eser vermiş, bütün semavi kitaplar onları öğretmek için indirilmiş, bütün peygamberler onları tebliğ ve tatbik için gönderilmiş, hatta bütün kainat o iki şey için halkedilmiştir. İşte bu iki cevher, ilim ve ibadettir. Dünya ve âhiretin yaratılmasından maksad, bu ikisidir. Bir kula, her şartta onlarla meşgul olması, onlar için yorulması ve ancak onlara bakması gerekir. Bil ki, onların dışındakı şeyler boştur; hiç bir hayır yoktur.” (Gazâli, Minhâcu’l-Âbidin, 67-68)
Sırf ilim ve ibadetle meşgul olmak, hiç bir dünya işine bakmadan bir kenara çekilip devamlı ilim ve ibadetle uğraşmak ve bu halde ölüme ulaşmak değildir. Bundan maksad; Allah rızasını hedef alıp, uyku ve oyun dahil her işini, ilmin öğrettiği edebe göre yaparak ibadete çevirmektir. Bunun için, kulun yapmakta olduğu her işin ilim ve edebini öğrenip ölene kadar amele devam etmesi gerekir.
İlimsiz İbadet: Kuru Bir Zahmet
Huccetü’l-İslâm (Rh.A.) ne güzel söylüyor:
“Ey Hak yolcusu! Sana, emredilen şeyleri yapman ve nehyedilen şeylerden sakınman için ilim gereklidir. Yoksa, ne olduğunu, ne için ve ne şekilde yapıldığını bilmediğin taatları nasıl yerine getireceksin? Yahut, günah olduğunu bilmediğin şeylerden nasıl sakınacaksın? Eğer gereken ilmi elde etmezsen, çoğu kez, senelerce taharetini ve namazlarını ifsat eden bir durumda ibadet edersin de, haberin bile olmaz. Yahut, iman ve ibadet konularında bir müşkülle karşılaşırsın, fakat onu sorup halledecek bir kimse aramazsın.
Ayrıca, işin temeli olan kalbî ve batınî ibadetleri de bilmen gerekir. Allah’a güvenme, işlerini O’na havale etme, rıza, sabır, tevbe, ihlas gibi kalble oluşan diğer ahlâkların bilinmesi lazımdır. Ayrıca, bu ahlâkların zıddı olan ilâhî takdire kızma, riyâ, kibir, uzun emel gibi kötü ahlâklardan sakınmak için onların da bilinmesi gerekir. Çünkü Allah Teâlâ, Kitâb-ı Hakim’inde namazı ve orucu farz kıldığı gibi, bunları da farz kılmıştır. Bu durumda senin, sadece namaz ve oruca yönelip bu farzları terketmen doğru değildir.
Ey irşad yolunun yolcusu! Sen, sana pek bir şey kazandırmayacak olan nafile namaz ve nafile oruçla meşgul olup dururken, kalpte hasıl olması istenen bu farzları terketmekten korkmuyor musun? Çoğu zaman sen, işlenmesi haram kılınan ve azabı gerektiren gizli günahları işleyip dururken; bunun yanında mübah olan yemeyi, içmeyi ve uykuyu terkederek Allah Teâlâ’ya yakınlık sağlamaya çalışırsın. Aynı şekilde, başına gelen bir musibete feryat ve ilâhi takdire kızgınlık içinde bulunduğun halde, yakarış ve yalvarma içinde olduğunu zannedersin. Her işinde riyâ üzere amel edip dururken, yaptığın işin Allah Teâlâ’ya bir hamd ve insanları hayra davet olduğunu düşünürsün. Bir taraftan riyâ üzere yaptığın taatlarla Allah Teâlâ’ya isyan ederken, öbür yandan cezayı gerektirecek işlerden büyük sevap beklersin. Böylece büyük bir aldanış ve kötü bir gaflet içinde kalırsın. Vallahi bu durum, ilimsiz ibadet edenler için büyük bir musibettir.
Hiç şüphesiz, kulluğun esası ve Allah Teâlâ’ya ibadetin temeli ilim üzere kuruludur. İlimsiz taat olmaz. Bunun için ilme öncelik verilmesi gerekir.” (Gazâli, Minhâcu’l-Âbidin, 70-73)
Mutluluğun Kapısı: İlim
İkinci bin yılın müceddidi İmam Rabbânî (K.S.) teşhisini şöyle koyuyor:
“Dinimiz, dünya ve ahiretin bütün mutluluğunu garanti etmiştir. Ancak, bunun gerçekleşmesi için sahih bir imandan sonra herkese şu üç temel vazife düşmektedir:
* İlim,
* Amel,
* İhlâs.
Bu üç şey tam olarak elde edilmeden dinin hakikati anlaşılamaz ve kul vadedilen ilâhî lütuflara ulaşamaz. Sûfilerin özel olarak üzerinde durduğu tasavvuf ve hakikat ilimleri, dinin hizmetçisidir ve bütün seyru sülûk, üçüncü mertebe olan “ihlâs”ın elde edilmesi için yapılmaktadır. İhlâs da “rızâ” makamı için gereklidir. Bunların dışındaki bütün manevi haller, cezbe ve benzeri şeyler asıl maksat olmayıp, ihlas ve rızâ makamının tahakkuku için bir başlangıç ve hazırlıktır.” (İmam Rabbânî, Mektûbât, I, 36)
“Kulu Allah Teâlâ’ya yaklaştıran ameller iki çeşittir:
- Farzlar,
- Nâfileler.
Esasen farz ibadetlerin yanında nafilelerin pek önemi yoktur. Öyle ki; herhangi bir zamanda ihlasla bir farzı eda etmek, bin senelik nafile ibadetten daha faziletlidir. Manevi haller amellerin neticesidir. Bu ilimler, amellerin sağlam itikad ve ölçüler içinde yapılmasıyla hasıl olur. Bu da yapacağı ameli hakkıyla bilmeyi gerektirir. Bunlar yüce dinimizin emrettiği ilimlerdir. Her mükellefin bunları bilmesi gerekir.” (İmam Rabbânî, Mektûbât, I, 29)
“Bilmiş ol ki, zikrin faydası ve tesiri, yüce dinimizin hükümlerini yerine getirmeye bağlıdır. Şu hususlara çok dikkat etmek gerekir:
- Farzların ve sünnetlerin edasına,
- Haram ve şüpheli şeylerden kaçınmaya,
- Az veya çok, bütün işlerde âlimlere müracaat edip, onların verdiği fetvaya uygun amel etmeye.” (İmam Rabbâni, Mektûbât, I, 190)
Cahilden Dost Olmaz
Büyük veli es-Sülemî (K.S.), Allah’a dost olmak isteyenlere sesleniyor: “Allah Teâlâ’nın hükümlerini, Hz. Rasûlullah’ın (A.S.) emir ve edeblerini bilmeyenler, velî ve sûfî olamaz. Zahiri hükümleri iyi bilmeyen kimse, batınî hallerini güzelleştiremez. Halleri ilme ters düşen birisine, sûfî ismi verilemez.” (Sülemî, Menâ-hicü’l-Ârifin, 11)
Bir başka arif ekliyor: “Biz, işlerini sözlerini ve hallerini Kitab ve Sünnet terazisinde ölçüp ona göre hareket etmeyeni Allah dostlarından saymayız!” (Câmî, Nefahâtü’l-Üns, 185)
Hz. Rasûlullah Efendimiz’den (A.S.) ümmetine kalan bir tek miras var; o da zahiri ve batınıyla din ilmi. Birazcık aklı ve imanı olan kimsenin bu mirastan azıcık payı bulunmalıdır. Kalbinde iman, halinde edeb ilmi bulunmayan kimse henüz insanlık makamına adım atmamıştır. Çünkü insan ancak iman ve edeble hayvanlardan ayrılır. Onlar yoksa, insanı insan yapan ne kalır?
Erkek-kadın her müslümanın ilmi sevmesi, kitabı tanıması, ilim halkalarına ısınması, ilim için sabırlı olması gerekir. Önümüze çıkan bütün engeller ve başımıza çöken bunca felâketler karşısında bile ilim azmi sönmemelidir. Hatta her felâketin içinde dahi bir ibret ve hikmet arayarak acıları tatlı bir mârifete dönüştürebiliriz.
Cehalet öyle kötü bir şeydir ki, hiç kimse onu istemez. Bir cahile bile: “Ey cahil adam!” diye seslenseniz, üzülür, ezilir. İçinden ah eder; “keşke cahil olmasaydım” der.
Cahil kimse kibirlidir, kendisini bilir zanneder, âlim görünce burun büker ve ilimle uğraşmayı zillet görürse dostlarının yüz karası, düşmanlarının maskarası olur.
İlmin zahmetini çekmelidir. İlim için nefsini ezmeyen kimse, hiç bir zaman aziz olamaz. Yeni bir günü ya âlim, ya da talebe sıfatıyla beklemeliyiz. Hiç değilse ilim ehlini sevmeliyiz. Onlara en azından hayır dua desteği vermeliyiz. Eğer bunlardan hiçbiri bizde bulunmuyorsa kendimizi ölmüş kabul etmeliyiz. Bu durumda ne diyelim: İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn.