Aramak

İman Kardeşliği ve Diğergâmlık

Enes b. Malik radıyallahu anhudan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdular: “Sizden biriniz kendisi için sevdiğini kardeşi için sevmedikçe –tam manasıyla- iman etmiş olmaz.”

Hadis-i şerif, Müslümanları birarada tutan iman nimetine vurgu yaparak, kişiyi ve toplumu çekilmez hale getiren bencillik hastalığını tedavi etmeye yöneliktir. İslâm kardeşlik, muhabbet ve diğergâmlığın egemen olduğu, topluca ibadete dönük bir sosyal hayat hedefler.

Bağların en güzeli

Sosyal hayatın ibadete dönüşmesi, insanlar arası ilişkilerin de dinle irtibatlı olmasına bağlıdır. Ameller gibi ilişkiler de imanla ve dinle alakalı olduğu takdirde değerlidir, hayırlara vesile olur.

Namaz, zekât, oruç gibi ibadetlerin, kişisel olduğu kadar toplum hayatının ıslahına dair hikmetleri olduğu malumdur. Sosyal hayatın sağlam temeller üzerine kurulması ve sürdürülmesi dinin maksadıdır. Bu maksada uygun tutum ve davranışlar tasvip ve teşvik edilmiş, bu maksattan uzaklaştıracak ilişkiler ise hangi alanda olursa olsun kötülenmiş ve yasaklanmıştır.

İnsanları bir arada tutan sebepler çeşitlidir. Akrabalık, aidiyet, kavmiyet, vatandaşlık, meslek, okul, fikir, ortak çıkar gibi... Bunların bir kısmı zorunlu, bazıları ise tercihe bağlıdır. Kimileri için akrabalık gibi zorunlu ilişkiler önemlidir, kimileri için de kendi iradeleriyle kurdukları ilişkiler daha önemlidir.

Bütün bu tabii ve seçime bağlı ilişkilerin ötesinde, Müslümanları bir arada tutan, şahsiyet ve kimlik kazandıran ortak bir bağ vardır ki, o da iman ve İslâm kardeşliğidir. Cenâb-ı Allah’ın “Müminler kardeştir” buyruğu, bütün ilişki ve aidiyetlerin üzerindedir. Bugünün dünyasında büyük ölçüde göz ardı edilse de iman kardeşliğinin daha sağlam ve kalıcı olduğunu tecrübe edenler bilir. Çünkü zorunlu veya çıkara dayalı ilişkiler özünde samimiyetten mahrumdur. Oysa iman kardeşliği doğrudan kalple ilişkilidir, samimidir. Çünkü ilişkiyi doğuran iman cüzdanda, malda mülkte ya da mecburi görüşmelerde değil, kalptedir.

Din kardeşliğinin faziletli oluşunun bir sebebi de dünya hayatıyla sınırlı olmamasıdır. Böyle bir kardeşlik dünya hayatıyla sona ermez, âhiret hayatında da sürdürülür. Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: “Artık onların kalplerindeki kinleri (ve bütün kötü hisleri) söküp atmışızdır. Kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı karşıya (oturmakta) dırlar.” (Hicr 47)

Din kardeşliğinin diğerlerinden bir farkı da sevaba yani âhiret mükâfatına vesile oluşudur. Dinen emredilenler dışında hiçbir dünyevî münasebette bu mükâfat yoktur. Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Allah buyuruyor ki: “Benim için birbirini sevenlerin peygamberler ve şehitlerin dahi gıpta edeceği nurdan minberleri vardır.”

Anlaşılıyor ki sadece Allah için kurulan kardeşlik ve dostluklar diğer bütün ilişkilerin çok üstündedir. Akıllı insan bu yüksek pâyeyi kaçırmaz.

Kardeşlik ve bencillik

Hadis-i şerifte geçen “kardeş” ifadesinin genel anlamda bütün insanlar için geçerli olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bunun anlamı Müslüman, din ve diyanete bakmadan herkesin hayrını düşünmek ve istemekle sorumludur. Nasıl ki din kardeşi için dünya ve âhiret hayırlarını dilemesi faziletse, küfre ve günaha düşmüş olan insan kardeşleri için de Cenâb-ı Allah’tan hidayet dilemesi bir fazilettir.

Hadis-i şerifte açıkça ifade edilmese de Müslümanın neyi sevdiği ve istediği bellidir. Müslüman için gaye hem dünya hem de âhiret hayırlarına ulaşmaktır. Dünya hayrı demek, âhiret hayatına azık olacak, ele güne muhtaç olmadan yaşayabildiği sade bir hayattır. Bu hayatta sevilen ve talep edilen şeyin dinen meşru ve makbul olması gerekir. Başkası için istenen iyiliğinin ölçüsü de budur.

Müminin gayesi Mevlâ Teâlâ’ya kulluk ve O’nun rızasına kavuşmaktır. Aynı durum mümin kardeşleriyle münasebetlerinde de geçerlidir. Sevince bu niyetle sevmeli, elinden geliyorsa kardeşine bu hususta destek olmalı, hayır dualarına ortak etmelidir. Mümin din kardeşinin iyiliğini istediği için imanın hakikatini ve lezzetini tatmış, nefsini bencillik, hırs, haset, cimrilik gibi arızalardan arındırmış olur.

Bencillik bir kalp hastalığıdır. Kişinin basiretinin kapalı, imanının zayıf olduğuna işarettir. Nimeti vereni, mülkün asıl sahibini görememektir. Bencil sadece kendisini ve menfaatini düşünür. Hz. Mevlânâ kuddise sırruhûnun tabiriyle bencillik göze takılmış ayna gibidir. Nereye baksa kendini, sadece kendini görür.

Bencillik aslında, altında elindekini veya olası imkânı kaybetme korkusu yatan bir kaygı bozukluğudur. Hırs, haset, kibir, kıskançlık, cimrilik, kin ve düşmanlık gibi birçok hastalığına sebep olur. Tersi ise diğergâmlıktır. İşte Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem, bilimin veya kanunların çözemediği bu hastalığı iman dairesine alarak zıddıyla, yani diğergâmlıkla tedavi edilmesini emretmiş ve teşvik etmiştir.

Diğergâmlık, nefsin istememesine rağmen başkasına faydalı olma halidir. Diğergâm, çıkar gözetmeden başkalarını düşünen, onların menfaatlerini kendi menfaatinden üstün tutan kimsedir. Ferdî ve sosyal hayatı güzelleştiren, her iman sahibinde olması gereken önemli bir ahlâkî erdemdir.

Kardeşliğin üç seviyesi

Din kardeşliğinin üç seviyesi vardır.

  1. En düşüğü dürüstlük, kusurları örtmek, hüsnüzan, haset etmemek, kin gütmemek, küçük görmemek, gıybet etmemek, selama ve davete icabet etmek gibi karşılıklı ilişkilerde asgari düzeyde dikkat edilmesi gereken dinî kurallardır. Bunlar din kardeşliğinin gereklerindendir. Bu hususta kusurlu davranmak kişiyi günaha sokar.
  2. Din kardeşliğinde orta seviye diğergâmlıktır. Kişinin kendisi için sevdiğini kardeşi için sevmesi, sevmediği şeyi kardeşi için de sevmemesidir. Bu, hadis-i şerifte işaret edilen ve övülen bir erdemdir.
  3. Kardeşlik ilişkilerinde en yüksek seviye "îsar"dır. Bu da kendi ihtiyacına rağmen din kardeşini tercih etmektir. Îsar dinen takdir edilip övülen, sevabı çok büyük bir meziyettir. Kur'an-ı Kerim’de bu meziyetlerinden dolayı Ensar’dan (Medineli Müslümanlardan) övgüyle bahsedilmiştir. Ayet-i kerime meali şöyledir: “Muhacirlerden önce Medine’ye yerleşmiş ve imanı da kalplerine yerleştirmiş olanlar hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Haşr 9)

Îsar âhiret sevabına yöneliktir ve sadece dünya işleri ve ihtiyaçlarıyla sınırlıdır. Uhrevî sorumluluk ve isteklerde îsar değil, rekabet söz konusudur. Yani Allah Teâlâ’ya kulluk ve âhiret nimetleri hususunda başkasını tercih etmek doğru değildir. Aksine, takva hususunda öne geçmek, önceliği kendinde görmek dinî bir vecibedir. Müslüman hayır ve hasenatı önce kendisi yaparak örnek olmalı, başkalarını teşvik etmelidir. Nitekim Cenâb-ı Hak cennet nimetlerinden bahsettikten sonra şöyle buyurmuştur: “O halde yarışanlar işte bunda yarışsınlar!” (Mutaffifîn 26)

Bireyselleşme, bencilleşme

Bugün Müslümanların içinde bulundukları durum çok vahimdir. Îsar veya diğergâmlık bir yana, asgarî düzeyde yapılması emredilen kardeşlik haklarının ihlal edilmemesi aranır hale geldi. Âdab-ı muaşeret kuralları çoktan rafa kaldırılmış durumda.

Kardeşlik hukukunun en fazla ihmal edildiği yerler, kalabalık şehirlerdir. Köy, mahalle gibi küçük yerleşim yerlerinde durum nispeten farklıdır. İnsanlar birbirini tanıdıkları için ilişkiler daha samimidir. Aslında şehir medeniyet demektir; insan gibi erdemlerin de yoğun olduğu yer anlamına gelir.

Ancak bugün durum tersine evrilmiş durumda. Refah arttıkça insanlar değerlerinden uzaklaşmış, dünyevî çıkarlar öncelikli hale gelmiş ve maalesef ahlâkî duyarsızlıklar toplumsal hayatı zor ve yaşanılmaz hale getirmiştir. Niyetler değişmez, ahlâkî erdemler yeniden hayatın merkezine konulmazsa, köy olsun şehir olsun fark etmez, aynı dinin mensuplarının birbirine yabancı, belki de düşman olacağı bellidir.

Tersine seyreden bir durum da şudur: İnançlı olduğunu söyleyenlerin çoğu, uhrevî işler yerine maalesef dünyalık hususlarda birbirleriyle rekabet halindeler. Bu durum gittikçe yaygınlaşmakta. Hayır işleri, Allah’a yakınlık, kulluk söz konusu olduğunda başka adres gösterip birbirlerinden uzaklaşanlar, dünyalık meselelerde sınırları kaldırıyor, yakın dostluklar, ortaklıklar kuruyor.

Bu tersine gidişin hayırla sonuçlanmayacağı önceden bellidir. Çıkara dayalı ilişkilerde bencillik ve menfaat ön plandadır. Nefsler devrede olur; kibir, bencillik akla ve kalbe galebe çalar. Kavgaların, savaşların, yakılıp yıkılan yurtların temelinde dünya hırsı ve nefsaniyet üzerine kurulmuş ilişkilerin yattığı açıktır.

Müslüman, kardeşini iman ettiği için sever, takva sahibini istikamet üzere olduğu için takdir eder. Günahkârın ise ıslah olması için gayret ve dua eder. İnatçı kâfirlerden, Hak ve hakikat düşmanlarından nefret eder. Bu hususta kişinin aidiyeti, makamı, soyu, kendisine yakınlığı önemli değildir. Eğer bir mümin bu ölçülerin aksine davranıyorsa; yani kâfiri seviyor, takva sahibi bir Müslümandan nefret ediyorsa imanının zıddına hareket ediyor demektir.

Bir hadis-i şerifte Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: “Kim Allah için sever, Allah için buğz eder, Allah için verir ve Allah için vermekten kaçınırsa imanını kemâle erdirmiş olur.” (Ebû Davûd, Sünnet 16 nr. 4683)

Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy