Aramak

İmanın Sevdirdiği Vatan

“Hubbü’l-vatan mine’l-îman” dedi Rasûl-i Müsteân Bunadurur işareti, aslımdan ayrı düşmüşem. (Üftâde) [Asıl (vatanımdan) ayrı düştüm. O kerem sahibi Peygamber s.a.v.’in “Vatan sevgisi imandandır” demesi benim bu halime işarettir.]
Dr. Mustafa Bahadıroğlu’nun yayına hazırladığı “Üftâde Divanı”nda “aslımdan ayrı düşmüşem” redifli bir manzume var (Semerkand Yayınları, İstanbul 2011, sh. 88). Yukardaki beyti Mehmed Muhyiddin Üftâde k.s. hazretlerinin, “Ey dostlarım tanman bana, aslımdan ayrı düşmüşem / Vatanımı terk eyleyip aslımdan ayrı düşmüşem” mısralarıyla başlayan bu manzumesinden aldık. Hazret, diğer tasavvuf erbabı gibi, “Vatan sevgisi imandandır” manasına gelen “Hubbü’l-vatan mine’l-iman” sözünü hadis-i şerif diye zikrediyor. Hadis âlimlerinin pek çoğu ise tasavvuf büyüklerinin, mesela Mevlâna Celaleddin-i Rumî ve İmam-ı Rabbanî k.s. hazretlerinin eserlerinde hadis olarak geçen bu sözün hadis olamayacağını söylüyorlar. Bu ihtilaf, tasavvufî eserlerde zikredilen diğer bazı sözlerde de olduğu gibi, hadis usulünün kaideleriyle, “keşfen hadis nakli” kabulü arasında düğümlenip kalıyor. Bu açıdan bir hâl yolu bulunamasa da neticede irfanımıza mal olmuş böyle sözleri bir çırpıda silip atarak yok saymak yerine, manasına yönelmek, mana bakımından bir tenkide tabi tutmak gerekiyor ki pek çok kimse böyle yapmış zaten. Manaya dair değerlendirmelerin mühim bir kısmı “vatan”ı, “bir kişi yahut topluluğun, üzerinde doğup büyüdüğü, ikamet eylediği, dünya hayatını sürdürdüğü yer” manasına alıyor ve özetle şu görüşleri ileri sürüyor: Vatan sevgisi beşerî bir duygudur. Mümin olsun olmasın herkes insan olmak vasfıyla vatanını sever. Bir kişinin doğup büyüdüğü coğrafya, onun için herhangi bir toprak parçası değildir. Orada hatıraları vardır. Memleketinin taşı toprağı, dağı tepesi, mahallesi sokağı, ağacı çiçeği, onlara sinen hatıraları sebebiyle diğer yerlerdekinden daha anlamlı, daha kıymetlidir. Kişinin yurdu yuvası alıştığı, aşina olduğu, bütünleştiği, kendisini emniyette hissettiği bir yerdir. Dolayısıyla insan elbette vatanını sever ama bunu imana bağlamak, imanın şartı veya icabı gibi göstermek doğru olmaz. Aksi halde vatandaşlık bağı mümin kardeşliğinin önüne geçirilecek, siyasî sınırlar kutsallaştırılacak, samimi dindarların hassasiyeti istismar edilerek ulus devlet rejimlerine payanda yapılacaktır. Kendi mantığı içinde son derece makul ve haklı görünen bu değerlendirmelere karşı, yine vatanın “dünyadaki herhangi bir coğrafî bölge” olduğu kabulünden yola çıkan teviller var. Mesela “vatan”la “darü’l-İslâm”ın, yani müslümanların hakim olduğu, İslâm’ın serbestçe yaşandığı yerler kastediliyor denmekte, kâfire karşı vatanı savunmanın farziyeti vurgulanmaktadır. Yine bu çerçevede, içinde imanla alakasını gösteren bir ibare geçmemekle birlikte, Hz. Peygamber s.a.v.’in Medine’ye olan muhabbetine dair haberler zikredilmektedir. “Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin!” mealindeki hadis-i şerifle irtibatlandırılarak “vatan”ın “sıla-i rahim” demek olduğu yorumları yapılmaktadır. Nihayet, “imandandır” ifadesini “imanın şartlarındandır” manasında değil, “kişinin imanının güzelliğindendir” manasında anlamak gerektiğini söyleyip, meseleyi daha kuşatıcı bir açıdan ele alanlara da rastlıyoruz. Onlara göre bütün gerçek sevgiler imanın mahsulüdür. Kime veya neye karşı hissedilirse edilsin, iman esaslarına dayanmayan bir sevgi, hakiki bir muhabbet olamadığı gibi, ölçüyü de tutturamayacaktır. “Vatan sevgisi imandandır” sözünün akideye uygunluğu tartışılırken “vatan”ın hep “dünya üzerindeki toprak parçası” olarak düşünülmesi taaccüp edilecek bir husustur. Zira tasavvuf ehlinin “vatan” derken Elest Bezmi’ni kastettikleri çok açıktır. Elest Meclisi’nin safasını ve orada verdikleri ahdi unutmayan Hak aşıkları için bu dünya gurbettir. Üftâde hazretleri de bahse konu manzumesinde ayrı düştüğü aslını, sılasını, asıl vatanını yad ederken, yaşamakta olduğu ayrılık hüznünü yahut vuslat iştiyakını “vatan sevgisi”ne bağlamakta, hasretin verdiği elemi Efendimiz s.a.v.’e atfedilen sözle hafifletip rahatlamaya çalışmaktadır. Dünyaya nispetle ahiret yurdunu sevip tercihe şayan bulmak, hem dünya hayatını istikamet üzere yaşamanın, hem ölümden sonrası için hazırlık yapabilmenin, hem de kâmil bir imanın şartıdır. Kur’an-ı Kerim’de “vatan, yurt” manasına “dâr” kelimesi geçmekte, bizim “diyar” şeklindeki çoğul halini bildiğimiz bu kelime birçok ayette “dârü’l-âhire”, yani “ahiret yurdu” tamlamasıyla, hep bu ebedî yurdun “dünyadan daha hayırlı” olduğunu vurgulamak üzere kullanılmaktadır. “Dünya” kelimesi bir “yer”den ziyade bir “hayat seviyesi”ni ifade ediyor olmakla beraber, dünya-ahiret mukayesesinde “dâr” kelimesinin hep ahiretle terkibe girmesi, dünya kelimesiyle hiç kullanılmaması hayli manidardır. Demek ki dünya veya dünyadaki herhangi bir yer, iman nokta-i nazarından sevgisinden bahsedilebilecek bir “vatan” bile değildir. Ahiret sevgisini dünyadan üstün tutmanın, ahiret yurdunu dünyaya tercihin bir adı da “zühd”dür ve hiç şüphe yoktur ki zühd imanın eseridir. Öyleyse vatan sevgisi, yani zühd imandandır. Büyüklerin naklettiği sözlerin zahirine takılıp, iyice anlayıp dinlemeden alelacele bunların yanlışlığına hükmetmekten sakınmak gerekiyor.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy