Allah Tealâ, Tin Suresi'nde insanı "en güzel şekilde" yarattığını beyan buyuruyor. En güzel şekil... Alimlerimiz, ayet-i kerimede ifade buyurulan bu en güzel şeklin, vücut özelliklerinin yanı sıra, başka hiç bir varlığa verilmeyen mükemmellikler ve kemalât olduğunu söylüyor.
Alemlerin Rabbi'nin yeryüzündeki halifesi olarak yaratılan insan, elbette diğer varlıklara benzemeyecek, en güzel ve en üstün olacaktır.
İnsana doğuştan böyle bir üstünlüğü bahşeden Rabbimiz, insanoğlunun hayat programının da bu eşsizliğe uygun olmasını istiyor. İnsanın, insan adına yaraşır şekilde dünya hayatını tamamlamasını istiyor. Yani sorumluluk döneminden itibaren ölünceye kadar kendisine fıtraten verilen kemalât üzere yaşamasını murad ediyor. Zira kainatta irade ve hürriyet hakkına sahip tek varlık olan insanın, kemalâtını koruma ve geliştirme yolunda engeller de var. Kötülüğü emreden nefis ve şeytan bu engellerin en önemli ikisi. İlahi programın bir hikmeti olarak, bu engeller insan hürriyetinin bir unsuru. Öyle ya; tercih hakkı olmazsa yücelme ve neticesinde ilahi mükafat nasıl olacak?
İnsan, Rabbine ezelde verdiği söze sadık kalmayıp, nefsinin kötü arzularına esir olmuş, şeytanın tuzaklarına aldanmış ise, insanlık sıfatından sıyrılmış oluyor. Cismen insan olarak kalsa bile, her türlü kötülük ve bozgunculuğun beklenebileceği bir varlığa dönüşmüş oluyor. Allah Tealâ, böyleleri için yine Tin Suresi'nde "aşağıların en aşağısı" sıfatını kullanıyor. Aşağılamak için kullanılan hayvan isimlerini bile değil! Zira hayvanlar da, ilahî iradenin verdiği vazifeleri yerine getiren, yaradılış özelliklerine göre yaşayan varlıklardır.
İnsanı insan olma hedef ve gayesine göre yaşatabilme çabalarının tamamına terbiye, yani eğitim diyoruz. Eğitim, toplumdaki genel anlayışın aksine, bilgi verme faaliyeti olan öğretimden çok farklı bir kavram. Eğitim belki bilgilendirmeyi de içine alır, fakat asla bilgiden, ilimden ibaret değildir. Bu manada eğitimin okulla sınırlı olamayacağı; başta aile olmak üzere bütün bir toplumun eğitim aracı olduğu kesin. Ve yine iletişim araçlarının, özellikle de televizyonun rolünü de unutmamak gerekiyor.
İnsanın doğuştan getirdiği ve geliştirdiği taktirde onu meleklerden üstün yapacak kemalâtının geliştirilmesi işini yalnızca okula yüklemek, sadece bugünümüzü değil, yarınlarımızı da karartacak bir hata değil midir? Bugün medeni sayılan ülkelerin o kaliteli okullarında yaşanan trajedileri nasıl izah edebiliriz? Ve ülkemizde, iyi okullarda öğrenim görmüş, saygın meslekler edinmiş bazı insanların yüz kızartıcı işlerini neyle açıklayabiliriz?
Ailesinden, içinde yaşadığı toplumdan, okuduğu kitaplardan, ders dinlediği hocalardan, izlediği televizyondan, yeryüzünde insan olarak bulunmanın ne anlama geldiğinin terbiyesini ve edebini devşirememiş insandan diplomayla ne bekleyebiliriz? Hatta denilebilir ki, böyleleri keşke okuyup meslek sahibi olmasalar da, başka insanları, başka hayatları böylesine etkilemeselerdi.
Görülüyor ki, vazifemiz büyük ve çok önemli. Hepimiz, topyekün terbiye görevimizi devralmak mecburiyetindeyiz. Özellikle de okul öncesi dönemde çocuklarımıza, yaşantımızla örnekleyerek ve kavrayışlarına uygun yollarla anlatıp öğreterek temel dini eğitimi mutlaka vermeliyiz. Nereden geldiğini, niçin yaşadığını, nereye gideceğini, nasıl iyi bir insan olabileceğini öğretmeliyiz. Kişiliğin şekillendiği bu dönemde alınan eğitimin bütün bir hayatı etkilediğini, bu dönemde alınan bilgilerin taşa nakşedilmişcesine kalıcı olduğunu unutmamalıyız.
Bizler, eğitim vazifemizi hakkıyla yerine getirebilmek için, öncelikle kendi hayat programamızın Rabbimizin murad ettiği çizgiye ne kadar uygun olduğunu irdelemek zorundayız. İşlerimizin nefsanî ve şeytanî mi, yoksa O'nun rızasına göre mi olduğunu tefekkür etmek zorundayız. Kalbimizin neyin muhabbet ve sevgisiyle dolu olduğuna bakmak zorundayız. Ancak o zaman kendi yakınlarımızdan başlayarak, çevremize iyi birer rehber olabilir, doğruları ve güzellikleri sunabiliriz. Yani eğitimli olursak eğitebiliriz.
Allah Tealâ'nın insanlığı eğitmek için gönderdiği peygamberlerin varisi olan rabbani alimler, bizleri eğitilmeye çağırıyor. Onlar her devirde olduğu gibi bugün de yaşantılarıyla, sözleriyle insanı insan olarak yaşatabilmek için çalışıyorlar. İnsanlığı hakka, adalete, barışa ve güzelliklere davet ediyorlar. Kalpleri geçici sevgilerden, baki olana bağlıyorlar. Onların ders verdiği o mübarek terbiye okullarında Kıyamete kadar bu vazife devam edecek.
Artık bir an önce bu insanlık okulunda yerimizi almamız gerekiyor. Kendi kurtuluşumuz adına, diğer insanlar adına, insanlık adına.
***
17 Ağustos günü deprem felaketiyle sarsıldık. Bir kez daha anladık ki, O'nun mülkünde ve O'nun tasarrufu altındayız. Gurur ve kibir sahte bir emniyet hissinden başka bir şey vermiyor. Her şeye kadir olan ancak O. Afet bölgesindeki o mahşerî manzarayı görünce, insan, bu mutlak gerçeği titreyerek bir kez daha idrak ediyor. Umulur ki Rabbimiz, can ve mal kaybına uğrayanlar için bu felaketi ya günahlarına keffaret kılmıştır, ya da ecirlerini artırmıştır. Allah'a itaatkâr olanlar asla kayıpta değiller. Bize düşen ise, ibret almak, vazifelerimize daha sıkı sarılmak. Bu büyük ve dehşetli afetin bir uyarı olduğunu bilerek, hayatımız için bir dönüm noktası kabul etmek ve yeni bir başlangıç yapmak. Rabbimizle aramızı düzeltmeye çalışmak. İşlerimizde yalnız O'nun rızasını aramak. Haramların helakimize sebep olacağını bilerek, günahlardan uzak durmak. Bu şuurla birlikte, felaketzede kardeşlerimize bütün gücümüzle yardımcı olmak, asla ihmal edemeyeceğimiz bir vazifedir. Böyle zamanlarda bir duvarın tuğlaları gibi dayanışma içinde olmamız gerekiyor. Bu yardımlaşma ve dayanışma Allah'ın, Rasulünün ve bütün Sadat-ı Kiramın emridir. Yardım ve dayanışmada gevşeklik ise, bu afeti bizim için kaybedilmiş bir imtihana dönüştürecektir. Bu anlayış içinde bulunmamız temennisiyle vefat edenlere Allah'ın rahmetini, yakınlarına en güzel sabrı niyaz ediyorum. Allah'a emanet olunuz.