Gönül ne çay ister ne çayhane,
Gönül muhabbet ister çay bahane.
Geleneksel muhabbet ortamımız kahvehaneler, bir çoğumuz için günün yorgunluğunun atıldığı, dostlarla çeşitli meselelerin konuşulduğu, milli içeceğimiz çayın keyfine varıldığı mekânlardır.
Kahvehaneler günümüzde geleneksel yapı ve işlevini önemli ölçüde yitirmiş olsa da, hâlâ toplum hayatımızın önemli bir unsuru. Hiç uğramayanımızın bile önünden geçerken merakla gözucuyla bakmadan geçemediği bu mekânların tarihî macerasına bir göz atmaya ne dersiniz?
Yar Bana Bir Eğlence Medet
İlk kahvehane 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman zamanında açılmış, kısa zamanda Osmanlı Devleti’nin her tarafına hızla yayılmıştır. O zamana kadar sadece Araplar tarafından bilinen kahve, zamanın hür müteşebbisleri marifetiyle İstanbul’a getirilir. Halepli Hakem ve Suriyeli Şems adlarında iki vatandaşımız, ilk defa Tahtakale’de iki büyük dükkan açıp kahvefürûşluğa başlar. Civar halkı da merak saikiyle kısa zamanda birer ikişer sökün ederler. Henüz okey, pişpirik vs. nâm oyunlar icad olunmadığından, buraya gelen zürefâ, yirmişer otuzar kişilik gruplarla meclis oluşturur, kimi kitap okur, kimi santraçla meşgul olur, kimi gazel ve şarkılar okurdu. Kısa zamanda kahvehaneler o kadar büyük ilgi görür ki, hemen her semtte bir kahvehane açılıverir. Halk buralara sadece kahve içmek için gelir, kahvesini içerken de değişik işlerle meşgul olurdu. Kimileri yalnız başına oturup kahvesini yudumlarken derin düşüncelere dalar giderdi. Bu meyanda Pierre Loti nam bir frenk yazar da, daha sonra adının verildiği Haliç’e bir kahveye gelir, romanlarını burada yazardı. Diyar-ı Osmanlı’da henüz sandalye devri başlamamış bulunduğundan, ilk kahvehanelerde sedirlerde oturulurdu. Kahvehanelerin arkasında fıskıyeli bir mermer havuz bulunur; bu, kahve tiryakileri için bilhassa yaz aylarında eşi bulunmaz bir serinlik kaynağı olurdu. Bu havuzun etrafındaki sedirler ve kerevetler üzerinde diz çökülür, bağdaş kurulur, fincanlardaki kahveler içilirken meddahların anlattığı hikayeler dinlenirdi. O devirlerde kahve ocaklarının ve fincanlarının bulunduğu raflar çiniden veya oyma tezyinatlı tahtadandı. Fincanlar ise kulpsuzdu. Lâkin elin yanmasını önlemek için tahtadan bir mahfazada ikram edilirdi. Lüleci çamurundan yapılan süslü fincanların yanı sıra, Kütahya ve İznik fincanları da kullanılırdı.Yasak Hemşerim
16. asrın sonlarında kahvehanelere karşı bir düşmanlık hasıl oldu. Zira buralardaki bu iyi vasıflar artık kaybolmuştu. Kahvehanelerde kumar oynanmaya, soygunlar yapılmaya, hatta cinayetler işlenmeye başlanmıştı. Bu sebeplerden dolayı da gerçek kahve tiryakileri buralardan ellerini eteklerini çekmişlerdri. Sultan 3. Murat, bir fermanla bütün kahvehaneleri kapattırdı. Birçok kahvehane ehline de ağır cezalar verdi. Fakat yasaklar uzun süre devam etmedi ve bir zaman sonra tekrar açılma zarureti hasıl oldu. Sebep mi? Çünkü buralar aynı zamanda berberlerin de işyerleriydi. Kahvehaneler, tarihlerinin en karanlık dönemini Sultan 4. Murat zamanında yaşamıştır. Bu kudretli padişah, kötü işlerin yapıldığı, yer yer kumarın gırla gittiği bu mekânlara göz açtırmadı. Bizzat kendisi tebdil-i kıyafetle buraları teftiş ediyor, emir ve yasaklarının uygulanıp uygulanmadığına bakıyordu. Bu sayede hemen her gün işitilen üzücü olaylar artık duyulmamaya, kahvahaneler de önceki vasıflarını kazanmaya başladı.Üye Olmayan Giremez!
17. asrın sonlarında İstanbul’un belirli yerlerinde yeniçerilere mahsus kahvehaneler açıldı. Bu kahvehanelerin kapılarına oranın müdavimi olan yeniçeri sınıfının balık, kılıç, gemi gibi işaretleri asılır, bir sınıf diğerinin kahvesine gidemezdi. Başlangıçta bu özel kahvehaneler de sohbet edilen, kahve içilen bir yer iken, kavgaların çıktığı, hırsızlıkların kol gezdiği bir yer olmuştu. Neticede 2. Mahmut,Yeniçeri Ocağı’nı kaldırırken kahvehaneleri de ihmal etmeyerek, bu güzide müesseseyi de Vaka-yi Hayriyye’ye dahil edivermişti.Müessesemiz Sahura Kadar Açık
Kahvehanelerden bahsederken, özellikle Ramazan ve kış aylarında faaliyet gösteren semâi kahvelerini unutmamak gerekir. O zamanlarda İstanbul’daki kahvehanelerde kış ve Ramazan ayından üç ay önce hazırlıklara başlanır, itina ile süsleme ve restorasyon yapılırdı. Duvarlar yaldızla çerçevelenir, buralara yangın kulelerinin, balıkçı kayıklarının resimleri yapılır, tavana renkli kağıtlardan yapılmış zincirler asılırdı. Bu arada devrin yangın söndürme edevatı da duvara asılırdı ki, müdavim tulumbacıların da hatırı kalmasın. Kış gecelerine ve Ramazan ayına ayrı bir renk katan semâi kahveleri, sosyal hayat ehemmiyet atfeden mahallelinin iftar ve akşam namazından sonra akın ettiği yerlerdi. Kendi aralarındaki meseleler konuşulur, sonra yapma çiçek ve yapraklarla süslenmiş sedirin üstünde oturulur, günün moda şarkılarını seslendiren saz ve söz heyeti dinlenirdi. Uzun bir meşkten sonra halk şairi olan zat ortaya çıkar, şiir okur, maniler söylerdi. Söylenen maniler ağızdan ağıza dolaşır, bir Ramazan da böyle geçerdi.Birazcık da Kültür
19. asrın ikinci yarısında yeni bir tip kahvehane türemişti ki, buralarda gazete, mecmua, kitap okunuyor, adına da kıraathane deniliyordu. Özellikle aydın kişilerin, şair ve yazar-çizer takımının geldiği bu yerlerde herkes vaktini ya okumakla, ya da memleket meselelerini tartışmakla geçiriyordu. Bilinen ilk kıraathane Beyazıt’ta Reşit Paşa Türbesi’nin hemen karsışında açılmıştı. Diğer bir kıraathane ise Mahmutpaşa Camii civarındaydı. Buraya din adamları ve ulema devam ederdi. Bu kıraathane aynı zamanda memleketin ünlü satranççılarının karşılaştıkları bir yerdi. Daha sonraları değişik yerlerde kıraathaneler açıldıysa da, 20. asırda hemen hepsi istimlâklar sırasında tarihin altın sayfalarına iade edilmiştir. Bilindiği üzere, kahvehane geleneğimiz günümüzde de devam etmektedir. Sadık müdavimlerinin zarif muhabbetlerle, tavla, okey, elliiki gibi sosyal faaliyetlerle bu geleneğimizi yaşatma çabası her türlü takdire şayandır. Diğer taraftan, Anadolu’muzun birçok kasaba ve köylerinde ve özellikle camilere yakın mahallerde, çay ocağı adı altında, bu sosyal ve kültürel etkinliklerden uzak faaliyetler de göze çarpmaktadır. Şaka bir yana, kültürümüzü tahrip ederek değil, onu zenginleştirerek yaşamak herhalde o özlediğimiz muhabbetleri bize geri getirecektir.