Aramak

Kamu Malına Zarar Vermek

Başkalarının sahip olduklarına veya kamu malına zarar vererek hak arama iddiasının hak kavramıyla uzaktan yakından alakası olamaz. Özellikle kamu malına zarar verildiğinde milyonlarca kişinin hakkına tecavüz edilmiş demektir. Ahiret endişesi olan bir insanın böyle büyük bir yükün altına girme cesareti olabilir mi?
Ülkemizde zaman zaman yapılan protesto gösterilerine baktığımızda gerçekten yüreğimizi dağlayan acı manzaralarla karşılaşıyoruz. Kaldırım taşları, sokak lambası direkleri, telefon kabinleri, yol kenarlarındaki kilit taşları, yön levhaları yerlerinden sökülmekte, iş yerlerinin ve kamu kurumlarının binaları taşlanıp ateşe verilmekte, otobüs durakları tahrip edilmekte, devlete veya şahıslara ait araçlar taş yağmuruna tutulmaktadır. Eylemin sesi ne kadar gür çıkarsa o kadar etkili olacağı düşünülerek zarar olabildiğince büyütülmeye çalışılmaktadır. Nerede hata yaptık? Bu manzaralar, şiddet ve tahrip içerikli eylemler yapanların duygu ve düşünce dünyalarını anlamamız açısından önemli bir göstergedir. Hedef gözetmeksizin yapılan bu tahribat, öncelikle “düşmanlık” psikolojisini çağrıştırıyor. Çünkü manzara, sanki düşman toprakları tahrip ve talan ediliyor gibi. O halde içimizdeki bu gençlerin nasıl ve nerede yetiştiğini, okullarımızda nasıl bir eğitim verildiğini sorgulamamız gerekiyor. Öyle ya, ülkesine, bir arada yaşadığı insanlara saygı ve sevgi duyan bir genç bu zararları veremeyeceğine göre, ortada yanlış giden bir şeyler var demektir. Sonuçta bu eylemleri yapanlar bizim okullarımızda eğitim görmektedir. Bizim aile yapımız içinde, bizim aramızda yetişmektedir. Demek ki çocukluk çağında kazanmaları gereken manevî değerleri ihmal etmişiz. İnsanın iç dünyasını güzelleştirip zenginleştiren değerlerden, camiden, Kur’an’dan, cemaatten, hakka ve hayra hizmet ortamlarından uzak tutmuşuz. Ülke nüfusunun büyüklüğüne bakarak tahripkâr eylemler yapanların küçük bir azınlık olduğu söylenebilir. Fakat önce şunu hatırlamamız gerekir: İnsan bahis mevzu olunca sayıların bir önemi olamaz. Ayrıca onlarla gönül birliği etmiş fakat bir sebeple meydanlara inmemiş olan gençlerimizi de hesaba katmak gerekir. Toplum olarak manevi değerlerimize sahip çıkma, onları genç nesillere aktarma noktasındaki ihmalimiz devam ettikçe bu sayının sürekli artacağını da unutmamak gerekir. Ya benim olsaydı? Hangi sebeple olursa olsun kamu veya şahıs malına hoyratça zarar verenler açısından bakmaya devam edersek... O yakılan araçların, dükkanların kendilerine ait olduğunu, sökülen kaldırım taşlarının, yıkılan lamba direklerinin kendi bahçelerinde bulunduğunu ve kendilerinin de olan biteni biraz öteden seyrettiklerini bir an düşünseler acaba ne hissederler? Düşünsenize, birileri ellerinde sprey boyalarla arabanıza bir şeyler yazarken bir başkası camlarını indirmeye, kaportasını paramparça etmeye çalışıyor. Bu da yetmiyor, birkaç kişi gelip aracınızı ters çevirip sokak ortasında barikat olarak kullanıyor... İşyerinizin kepengi, vitrini parçalanıyor, mallarınız talan ediliyor... Bunları gören bir insan tahammül edebilir mi? Çalışıp çabalayarak kazanıp biriktirdikleri paramparça edilmektedir. Buna mani olmak için her şeyi göze alır. Demek ki kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına yapmak, bir nebze insanî/ahlâkî erdeme sahip birinin başvuracağı bir yol değildir. Buna rağmen bütün bunlar olabiliyorsa yapanların iç dünyasında çok önemli unsurların eksik kaldığı; insanın, memleketin hayrına dair bir duygu bulunmadığı aşikârdır. Allah’tan korkmayınca Şahsa ait veya halkın ortak malı olan, tahrip edilmesi halinde yine halkın parasıyla yerine konulacak bir şeyi yakıp yıkanların ahiret endişesi taşıdığını söylemek mümkün mü? Başkalarının sahip olduklarına veya kamu malına zarar vererek hak arama iddiasının hak kavramıyla uzaktan yakından alakası olamaz. Özellikle kamu malına zarar verildiğinde milyonlarca kişinin hakkına tecavüz edilmiş demektir. Ahiret endişesi olan bir insanın böyle büyük bir yükün altına girme cesareti olabilir mi? Hele de içinde yolcu bulunan otobüsleri ateşe verecek kadar gözü dönenlerin bütün insanî değerlerden kopmuş bulunduğunu, adeta canavarlaştığını söyleyebiliriz. Bütün bunların kökeninde yatan tek şey vardır: Maneviyat yoksunluğunun insanı düşürdüğü dehşetli karanlık! Allah korkusu, kul hakkı endişesi, herkesin ortak malı olan milli servete sahip çıkma düşüncesi, insanın bu tür zarar verici eylemlerin içinde yer almasına imkan vermez. Tam aksine, bir zarar gördüğünde yüreği titrer. Yolda yürürken boşa akan bir sokak çeşmesine rastlasa kapatır, bir yerde bir arıza gördüğünde ilgilileri uyarır. Bana ne demez, sahip çıkar. Onun hayatında zarar vermek yoktur, sahip çıkmak ve korumak vardır. Çünkü o, insanların ayağına batabilir endişesiyle yoldaki dikeni dahi kaldırmayı tavsiye eden bir peygamberin ümmetidir. Sabah işyerine geldiğinde parçalanmış camları, yağmalanmış eşyaları gören bir esnafın gözyaşı ile yapacağı beddua dahi Allah korkusu taşıyan bir insanın geri durması için yeter de artar. İnsanî ve ahlâkî değerlere sahip bir kişi, hak arıyorum diyerek bir başka kişinin gözyaşı dökmesine neden olmaz. İslâm ve haklar İslâm medeniyetinde kul hakkı beş temel beş grupta toplanmaktadır: 1. Malî haklar: İnsanın şahsî malı mülkü, parası dokunulmazdır, müsadere edilemez, zarar verilemez. 2. Nefsanî haklar: İnsan bedenine hiçbir şekilde zarar verilemez. 3. Onur hakları: İnsanın şerefi ve haysiyeti kutsaldır. Bunlara dil uzatılamaz, saldırılamaz. 4. İffet hakları: Bir insanın namusuyla ilgili imayla bile olsa olumsuz bir şey söylenemez. 5. Dinî haklar: Genel olarak insanın inanma ve ibadet etme hakkı dokunulmazdır. Özelde ise İslâm’ı yaşama hususunda hiçbir kısıtlama söz konusu olamaz. İslâm, bu temel haklar çerçevesinde insanın her bir hakkını böylece koruma altına almıştır. Başkalarına zarar vermemek hususunda Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın ve uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara (hizmetçi vs.) iyi davranın. Allah kendini beğenen ve daima böbürlenip duran kimseyi sevmez.” (Nisa, 36) Allah Rasulü s.a.v. de şöyle buyurur: “Kim zarar verirse Allah da onu zarara sokar ve kim eziyet ederse Allah da o kimseyi incitir.” (İbn Mace, 2342). “Müslümanın müslümana karşı kanı, malı ve ırzı haramdır.” (Müslim, 6706). Yine Efendimiz s.a.v. birinin arazisinden bir bölümünü gasp eden kimse hakkında da şöyle buyurmuştur: “Kim bir karış toprak gasp ederse, Allah kıyamet gününde onu yedi kat yerden kafasına geçirir.” (Müslim, 4217) Bizim inancımız, bırakın zarar vermeyi, rızası olmadan bir kimsenin malından ufacık da olsa faydalanmayı bile yasaklamıştır. İslâm hukukunun bir özeti olan Mecelle şöyle der: “Bir kimsenin mülkünde mal sahibinin izni olmaksızın başka bir kimsenin tasarruf etmesi caiz değildir.” (Madde 96) Müslümanın devlet malına bakışı Meşhur halifelerden Ömer b. Abdülaziz akşamları özel işleriyle ilgili bir şeyler yazacağı zaman kendi mumunu yakar, devlet işlerinde ise devletin mumunu kullanırmış. (İbn Sa’d, 5/347-8). İşte İslâm’ın devlet malıyla ilgili bakışının özeti bu tavırdır. Kamu malına zarar vermeye gelince, bunun vebalinin ne kadar ağır olduğunu anlamak için şu ayete bir bakalım: “Her kim hıyanet eder, kamu malından bir şey aşırırsa, aşırdığını kıyamet günü yüklenip getirir.” (Âl-i İmran, 161) Hz. Peygamber s.a.v. de ganimet mallarından iki kuruş bile etmeyen bir boncuğu çalmış olan birinin cenaze namazını kılmamıştır. (İbn Mace, 2848). Yine Hayber’in fethinde ganimet eşyasından bir hırkayı aşıran kimse için de, kıyamette bu elbisenin onun üzerinde yanacağını belirtmiş, bir ayakkabı bağını kendisine ayıran kimseye de benzer şeyi söylemiştir. (Nesaî, 3827) Şimdi kendimize soralım: Devlete ait bir ayakkabı bağcığının aşırılmasına müsaade etmeyen bir din acaba bu mala zarar verilmesine nasıl bakar? Bu sorunun cevabını hepimiz biliyoruz. Esasında kaçak elektrik ve su kullanmanın da farkı yoktur. Bunlar da sonuçta bütün bir milletin ya da bir şirkete aitse onların hakkıdır. Hele de kaçak kullanılan su ile abdest alıp yine kaçak kullanılan elektrik lambasının altında namaza durmak ne büyük talihsizliktir! Bir mümin için kendi malı ne kadar kıymetliyse, başkasının malı da aynı kıymettedir. Mümin güvenilir insandır, emindir. Kendisine emniyet edilene zarar vermez. Sahibi görmese de her şeyi göreni bildiğinden eline diline dikkat eder. Ahiret hesabından korkar. Ayrıca dini vasıtasıyla içselleştirdiği değerler karşısındakine saygı duymayı öğretmiştir. Bu yüzden dindar insandan kimseye zarar gelmez. Nasıl gelsin ki, günde beş kez Rabbine secdeye varmakta, vird ve tesbihatıyla Rabbiyle her an irtibatta kalmaktadır.
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy