Aramak

Kıssadan Hisseler...

Efendim, çocukluğumuzdan beri pek çok hikaye, pek çok masal dinledik. Ama o hikayelerden, masallardan acaba kafi derecede ibret alabildik mi? Bendeniz bu yazımda sizlerin de aşina olduğu bir kıssa anlatacağım. Ama hissesini de söyleyeceğim ki, sakın başka türlü anlamayasınız. Efendim, vaktin birinde beyaz, parlak tüylü, yabancı lisan (maymunca, kertenkelece ve sinekce) bilir mazbut bir tavşan varmış. Tavşan bu ya, zıplayıp hoplamayı da pek severmiş. Seveni de çokmuş, düşmanı da. Emekli yaşının arttırılmasıyla fazla mesai yapan ormanlar kralı arslanın, yıkılmak üzere olan tahtını binbir türlü hile ve desiseyle ayakta tutan tilkiden de pek korkarmış. Korkarmış, ama göstermek istemezmiş. O yüzden ormanın her tarafına adamlarını salmış, “ben aslında tilkileri pek severim, onlarla iyi halleşirim” diyerek kendisini yemelerine mani olmaya gayret edermiş. Hatta tilkiye, etraftaki tavuk, hindi, fare yuvalarını gösterir, böylece onun yârânı olmaya gayret edermiş. Tilki ise, hem tavşanın gammazladığı hayvanları afiyetle yermiş, ama bir yandan da tavşana dik dik bakmaktan, arada bir laf çatmaktan ve uzun kulaklarını ağzını silmek için peçete gibi kullanmaktan imtina etmezmiş. Efendim, bi gün bizim tavşan, ne kadar iyi zıpladığını göstermek için ormandaki bütün hayvanata çağrı yapmış. Orman hayvanlarının en çok izlediği adaşım Reha Muhtar’ın haber programına çıkmış ve bütün ormana ilan etmiş: “Filan tarihte filan yerde toplanınız, acaip zıplama ve hoplamalar yapacağım” demiş. Gerçi Reha Muhtar’ın “birader orada zıplayacağına burada zıpla, hatta takla at ve amuda kalk” gibi ısrarlarına dayanamayıp, bir-kaç numara göstermiş olsa bile, yine de asıl numaralarını o söylediği vakte bırakmış. Temaşa günü gelip çatmış. Bizim tavşan süslenmiş, püslenmiş, kulaklarını parlatmış, dişlerini fırçalamış ve bıyıklarını kolalamış. Bütün orman hayvanları da seyir yerinde yerlerini almışlar. Bu temaşa onbin televizyon ve bu arada Panama kanalından naklen verilecekmiş. Arslan Mercedes marka tahterevallisine binmiş, baş köşeye kurulmuş. Elbette tilki de oradaymış. Neyse, bizim tavşan sahneye çıkmış, uzun bir nutuk çekmiş. Aslanı yerden göğe koymamış, tilkiyi de gökten yere. Uzun lafın kısası, ortalık yağdan vıcık vıcık olmuş. Daha sonra da, “efendiler, ben zıpladım mı işte böyle zıplarım ve de benim gibi zıplayıp iki ayağı üzerine düşecek hayvan da tanımam” diyerekten başlamış zıplamaya. Gerçekten de, tavşan her zıpladığında daha da yükseklere çıkıyormuş. Ahali tavşanı hayret içinde temaşa ediyormuş. En son ve en yüksek zıplamasını aslan ve tilkinin önünde yapmış, ama tam yere düşeceği zaman tilki güzelce onu yakalayıp afiyetle mideye indirmiş. Evveeet, kıssamız bu. Peki hissemiz ne olacak? Efendim hissemiz de şu: Behey tavşan efendi! Madem zıplayacaktın neye can düşmanın tilkiyi de davet ettin? Hayır, madem onu çağırdın, niye illa onun önünde zıpladın? Hadi diyelim ki, bu da makul bir hareketti. Peki o zaman niye bütün hayvanat alemini kendi rezaletine şahit ettin? Şimdi diyebilirsiniz ki, “yav, sana ne tavşanın zıplamasından hoplamasından?” O da değil efendim, çünkü onun zıplaması hoplaması arkadaş, akraba ve hısımlarına da sirayet etmiş. Modadır diye saç kestiren, modadır diye saç uzatan, modadır diye İngilizce, modadır diye bilmemnece konuşan bi ormanda, modadır diye zıplamaya başlayan hayvanlar, bu kez tilkilerin en ucuz avı haline gelmişler. Tavşan zıplamayı sanat haline getirmiş, ama milleti de helak etmiş sonunda. Velhasılıkelam Tavşan tilkiye yaranmak için hoplayıp zıplasa da, tilkinin huyu da avını yemektir!
Your experience on this site will be improved by allowing cookies Cookie Policy